Bir Hristiyan’ın dünyada yaşayıp, dünyadan olmaması beklenir. Farklı olmalıdır. Halbuki çoğu zaman bu farklılıklar pek görülmez, çünkü imanımızı gündelik hayatımızda nasıl yaşamamız gerektiğine dair pek fikrimiz olmaz. Özellikle baskı altında olduğumuzda Mesih’in bir takipçisi gibi değil, toplumun normal bir üyesi gibi davranırız. Çoğu zaman bu çelişkinin farkında bile olmayız. Aile yapımız, eğitimimiz ve kültürümüz kapsamında şekillendirilmiş düşüncelerimizin Kutsal Kitap’taki öğretilerle uyumlu olup olmadığını çoğunlukla irdelemeyiz. Geçtiğimiz 60 sene içinde Hristiyanlığı Türkiye topraklarına geri getiren yabancıların, Kutsal Kitap’a dayalı olmayan kendi kültürlerinden ve akımlarından getirdikleri düşünceler ve uygulamalar da Türkiye’deki Kilise’yi1 etkilemektedir. Bu düşünceler yine bilinçaltında olduğundan dolayı, Hristiyan yaşantımızı olumsuz etkiler.
Bu sorun, yıllardır Batıdaki ve özellikle Amerika’daki Kilise’yi ve özellikle Müjdeci2 akımları olumsuz etkilemiştir. Houston Baptist Üniversitesi’nde inanç savunması profesörü Nancy Randolph Pearcey3 bu çelişkiyi kendi hayatında yaşamıştır ve bununla nasıl baş edileceğini Total Truth başlıklı kitabında işlemiştir. Kitabın başlığını Türkçeye çevirmek oldukça zordur, çünkü İngilizce başlıkta bir kelime oyunu vardır. “Total” kelimesi gerçeğin hem tamlığını hem hakikiliğini hem de bütünselliğini ifade eder. Kutsal Kitap’ta açıklanan gerçek insanın aklını, iradesini, duygularını ve hareketlerini kapsar. Nancy Hanım kitabını daha çok Amerika’daki Hristiyanlar için yazmış olsa da, bu kitaptaki temel gerçekler tüm Hristiyanlar için geçerlidir. Dünya çapındaki Müjdeci akımlar – özellikle Pentikostal veya Karizmatik olanlar – Amerika’daki büyük uyanışlar tarafından etkilenmiştir. Böylece onların tarihi, Türkiye topraklarında yaşayan biz modern imanlıların tarihi haline gelmiştir. Bu tarihi bilmezsek, onu tekrarlamaya mahkûm oluruz.
Bölünmüş Kişilik
Batı kültürünün düşüncesinin temeline indiğimizde Eflatun’un felsefesi ile Hristiyan öğretilerinin sentezini buluruz. Eflatun’un öğretilerine göre dünya temel olarak iki katmana ayrılabilir:
Biçim
Ebedi Mantık
Madde
Ebedi, Biçimsiz Akım
Eflatun’un görüşüne göre biçim aşkındır ve iyidir. Madde ise değersiz ve kötüdür. Bu Hristiyan görüşüne aykırıdır, çünkü Kutsal Kitap’a göre Tanrı yaratmadığı sürece hiçbir şey var olmamıştır. Hristiyanlara göre hem ruh (biçim) hem de madde iyidir, çünkü onları Tanrı yarattı. Ama bu felsefe Augustinus aracılığıyla Hristiyanlığa giriş buldu. Dünyayı düalistik bakış açısıyla gören biri doğal olarak bir katmana diğerinden daha değer verir. Augustinus için “ruh” katmanı “madde” katmanından daha değerli olduğundan dolayı, dünyadan çekilmiş bir ruhani hayat (keşiş veya keşişe olmak) normal hayattan daha değerli sayılıyordu. Böylece Orta Çağ’da, Batı’da ruhsal dünya üzerindeki vurgu arttı. Ruhban olmak zanaatkâr, hatta kral veya asil olmaktan daha değerli hale geldi. Bu görüşe Protestan Reformu döneminde meydan okundu. Reformcular Kutsal Kitap’taki bütünselliği vurgulamaya çalışarak “normal” işlerin “ruhani” işler kadar değerli olduğunu vurgulamaya çalıştılar. Ama maalesef ruhban sınıfının üstün değeri fikri, Protestan düşüncesinde de devam etti ve Hristiyanlık hâlâ “ruh” ve “madde” arasındaki dengeyi nasıl sağlayacağını bulamadı.4
Batı dünyası Protestan Reformu döneminden sonra gelişmeye devam ederken, Aydınlanma döneminde bu düalistik bakış açısı yeni bir hayat kazandı. Böylece Aydınlanma’nın âlimleri dünyayı şöyle böldü:5
Akıl
Ruh, düşünce, his, irade
Madde
Mekanik, belirleyici bir makine
Aydınlanma’nın âlimleri akla daha değer vermek isteseler de, Darwin’in evrim düşüncesi bir etken daha getirdi, böylece seküler Batı dünyası iki katmanı şöyle tanımlamaya başladı:6
Değer7
Sosyal ortamda oluşturulmuş anlam
Gerçek8
Alenen doğrulanabilir gerçekler
Alt katmana bilimsel doğalcılık sahiplendi. Ebediyen var olan maddedir. Bilimsel olarak kanıtlanabilenler alt katmana ait kabul edilir ve herkesin onu koşulsuz şartsız kabullenmesi gerekir. Günümüzdeki “bilim der ki” ifadesi bir şeyin tartışmasızca gerçek olduğunu iddia eder, çünkü bu bir “Gerçek”tir, bir “Değer” değil. Din ise üst katmana sürgün edilmiştir. Yani dini inançların “Gerçek” olması mümkün değildir, çünkü onlar birer kişisel veya sosyal olgudur. Sen istediğine inan, ben istediğime inanayım, işime karışma; ama bilimsel gerçeklerime dokunma!
Bu ayrım “Değer” katmanında olanların önemsiz, “Gerçek” katmanına atfedilen olguların ise önemli görülmesine yol açtı. Nancy Hanım bu etkenlerin Batı kültürünü nasıl olumsuz etkilediğini gösterir. Örneğin feminizm, “Değer” ile “Gerçek” arasındaki çelişkiden doğdu. Darwinci evrim düşüncesi popülerlik kazanmaya başladığında erkekler artık özdenetimli, ilgili medeniyet koruyucuları yerine, ilkel, hayvansal içgüdülerine maruz bırakılmış varlıklar olarak algılanmaya başlandı. Darwin’in en güçlülerin hayatta kalma ilkesinden dolayı erkekler artık mücadele etmek üzere yaşıyorlar, kendi güçlerini ortaya sürüyorlar. Erkekler “Gerçek” veya “kamusal alan”9 aleminde yaşar. Kadınlar ise değerlerin (dinin ve medeniliğin) koruyucuları olarak görülür. Onlara erkekleri medenileştirme görevi verilir. Kadınlar “Değer” veya “özel alan”10 alemine sürgün edilmiştir. Hayata katacak gerçekleri yoktur. Mücadele içindeki “Gerçek” hayatta yaşayan erkekler, kadınların onları medenileştirme girişimlerine gücenmekte ve kadınların değeri daha düşmektedir. Böylece kadınlar kamusal alandaki güçsüzlüklerinden bıkıp, 1800’lü yılların sonunda “Gerçek” katmanına zorla girmeye çabalamaya başladılar ve başarılı oldular.11 Bu çaba o kadar başarılı olmuştur ki, Batıda artık bir kadın olarak iş ve mutluluk bulmak daha kolaydır!12
Batıdaki (ve özellikle Amerika’daki) Hristiyanlık, dini yetkisini korumak amacıyla, bu ayrımı düşünmeden kabul etti. Böylece Amerika’da 1790 – 1840 yılları arasında yaşanan ikinci büyük uyanış13 döneminin teologları da “bilimsel” düşünceleri değerlendirmeden kabul ettiler. Dünya ve bilim, “Gerçek” katmanına bırakıldı. Hristiyan öğretileri ise, “Değerler” katmanına dahil edilip, “gerçek hayat” ile bağlantıları kopartıldı. Bir Hristiyan, pazar günü içtenlikle ibadet ettikten sonra, pazartesi iş başı yapıp yalan dolanla yaşamayı sürdürebilirdi. Böylece Hristiyanlık bölünmüş bir kişiliğe sahip oldu ve Batı’daki etkisini kaybetti. Eğer Hristiyanlık sadece “Değer” olarak görülür ve “Gerçek” olmazsa, içi boş kalır.14
Dünya Görüşünün Üç Temel Sorusu
Peki bu duruma karşı ne yapılabilir? İlk olarak, Hristiyan dünya görüşünü anlamak gerekir. Kutsal Kitap bize bütünsel, tutarlı ve gündelik hayatta uygulanabilir bir dünya görüşü sunar. Hristiyanlar olarak biz, dünya görüşlerini üç temel fikirle değerlendiririz:
- Yaratılış: Dünya nasıl oluştu?
- Düşüş: Dünyanın sorunu ve sorunun kaynağı nedir?
- Kurtuluş: Dünyanın sorununun çözümü nedir?
Tüm dünya görüşleri bu üç fikirle açıklanabilir. Hristiyanlığın bakış açısına gelince, cevaplar şöyledir:
- Yaratılış: Dünya maddi ve ruhsal olarak Tanrı tarafından yaratıldı. Böylece hem madde hem de ruh temel olarak iyidir. “Yaratılış kitabı bu konuyu, ‘Tanrı… iyi olduğunu gördü’ (Yar. 1:4,10,12 vd.) ifadesini tekrar ve tekrar kullanarak vurgular.”15 Tanrı’nın yarattığı insanlara verdiği ilk iş tanımı şudur: “Verimli olun, çoğalın… Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın” (Yar. 1:28). “İlk ifade, ‘verimli olun ve çoğalın’ sosyal dünyayı oluşturma buyruğudur: aile, kilise, okul, kent, hükümet ve yasa oluşturun. İkinci ifade, ‘dünyayı doldurun ve denetiminize alın’, doğal dünyadan yararlanma anlamına gelir: tarla ekin, köprü yapın, bilgisayar tasarlayın, müzik besteleyin. Bu ayete bazen Kültür Yaratma Görevi16 denir, çünkü bize özgün amacın kültür ve medeniyet oluşturmak olduğunu gösterir.”17
- Evrenin düzenli olması, Yaratan’ın düzenliliğinden ve iyiliğinden kaynaklanır. “Modern insanlar ahlâkı ve bilimi apayrı iki kategoriye atfetse de [Reformcular için], ikisi de Tanrı’nın yasasının bir parçasıydı. … [Reformcu] gözüyle dünyaya bakarsak, Tanrı’nın yasasının evrendeki her unsuru yönettiğini, Tanrı’nın sözünün düzenli yapıyı oluşturduğunu ve Tanrı’nın gerçeğinin her bilgi alanında bulunabileceğini varsayabiliriz.”18 İnsanın değeri yaptıklarından değil, Tanrı tarafından yaratılmış olmasından kaynaklanır. Yani değeri dışsal değil, içsel bir şeydir.
- Düşüş: “Yaratılışın evrensel kapsamını nasıl ısrarla vurguluyorsak, düşüşün evrensel kapsamını da kabul etmeliyiz.”19 Dünyadaki hiçbir şey, kendiliğinden bayağı değildir. “Ancak günahkârlar bunları Tanrı’ya başkaldırılarını ifade etmek üzere kullandıklarında, bayağı olur. … Dünyadaki her şeye bakarken, Tanrı’nın yarattığı hali ile günah tarafından biçiminin ve görüntüsünün bozulduğu halini ayırt etmeye çalışarak düşünmeliyiz. Reformcu düşünürler, bu bakış açısını yapıt ve yönlenme fikirleriyle açıklar. Yapıt, dünyanın düşüşten sonra bile iyi olan yaratılmış halini ifade eder. … Yönlenme ise bu yapıları ‘yönlendirme’ yolumuzu ifade eder. Yapıtı, ya Tanrı’ya ya da putlara hizmet etmek üzere kullanırız.”20 Nancy Hanım, Alexander Solzhenitsyn’den alıntılar: “İyi ile kötüyü ayıran çizgi, ne devlet ne sınıf ne de siyasi partilerden geçer; her bir insan yüreğinden geçer.”21
- Kurtuluş: “Eninde sonunda, yaratılışın tamamı nasıl iyiydiyse ve her şey Düşüş tarafından nasıl etkilendiyse, her şey de öyle kurtulacak. Tanrı’nın nihai vaadi, yeni bir gök ve yeni bir yeryüzüdür. Bu demektir ki, dünyasal hayat sona ermeyecek; bunun yerine tamamen kutsal kılınacak.”22 Yani bu dünyada yaptığımız tüm iyi işlere sonsuzlukta devam edeceğiz. Sırf “ruhsal” veya “kilise” işleri olmayacak. Zanaat, sanat, müzik, eğitim, bilim ve başka dallar da sonsuza dek devam edecek.23
Hristiyan dünya görüşü inanılmaz bütünsel bir şeydir. Bu dünya görüşü, dünyadaki konumumuzun, değerimizin, yaptıklarımızın aslında önemsiz olmadığını açıklar. Niye mutsuz olduğumuzu, niye hayatta zorluk çektiğimizi ve nihai umudumuzu da açıklar. Ama bu gerçeklere karşı diğer dünya görüşleri, kendi fikirlerini ortaya koyarlar. Hristiyanlar olarak kendi dünya görüşümüzü o kadar iyi bilip yaşamalıyız ki, bilinçaltımızda diğer görüşlere hapsolmayalım ve onlara tutarlı cevap verebilelim. Dünya görüşlerini değerlendirirken Nancy Hanım, bize şu soruları kullanmayı önerir:
- YARATILIŞ: Dünyadaki olgular nasıl oluşturuldu? Özgün doğası ve amacı nedir?
- DÜŞÜŞ: Olgu, düşüş tarafından nasıl bozulup saptırıldı? Günah ve yanlış dünya görüşleri, her şeyi nasıl yozlaştırdı? Tanrı ile bağı kopartıldığında yaratılış ya ilahlaştırılır ya da şeytanlaştırılır; ya bir put olur ya da kötülük olur.
- KURTULUŞ: Hayatın bu boyutunu Mesih’in otoritesi altına nasıl getirip özgün haline ve amacına döndürebiliriz?24
Öyleyse Nasıl Yaşamalıyız?
Hristiyan dünya görüşünün bu bütünsel gerçeklerini göz önünde bulundurarak nasıl davranmalıyız? İslamiyet daha çok bütünsel bir dünya görüşüne sahip olsa da, 2000’li yılların sonlarına kadar Türkiye’de genel kabul gören dünya görüşü, Ziya Gökalp’ın ve Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği Fransız pozitivizme dayalıdır. Buna göre dinin kamusal alanda yeri yoktur. Herkes istediği gibi ibadet edebilir, ama kamusal alanda din hakkında konuşulmaz. Ancak 2003 yılında hükümet değiştiğinde bu görüş terk edildi ve kamusal alanda dini ifadeler meşrulaştırılmaya başlandı. Kemalist düşünceye sahip olanlar bu durumdan pek hoşlanmazlar, çünkü onlar için din bir üst katman olgusudur ve “Gerçek” değildir.25 Türk Hristiyanların çoğu ya Kemalist ya da sosyalist geçmişine sahip olduklarından dolayı, bilinçaltlarında bu dünya görüşüne sahiptirler.
Batıdan gelen Hristiyanlar ise, aynı şekilde ayrım gösteren bir dünya görüşüne sahiptirler, ancak ayrım daha çok her şeyi “işe yarar mı” sorusu ile değerlenmelerine dayalıdır. Yöntem işe yaramıyorsa, Hristiyanlığa meraklı kişi büyümüyorsa ondan vazgeç, başka çözüm bul. Önemli olan ilişkiler ve toplum değil, sonuçtur.
Bunlarla beraber, maalesef hâlâ ruhani hizmetlerin “dünyasal” işlerden daha değerli olduğunu varsayıyoruz. Bunu dile getirmiyoruz ama davranışlarımız bunu gösteriyor ve gerçek inançlarımız sözlerimizde değil, hareketlerimizde görülür.
Bu düşüncelerin üstesinden gelmemiz için Nancy Hanım kitabının sonunda bize şu önemli gerçekleri hatırlatır:
“Ortaçağ’daki ruhani yazarların yazdığı gibi, biz ‘Mesih’i örnek almalıyız’. Hareketlerimizi belirli ahlâki unsurlara bağlı kılarak değil, daha çok mistik şekilde çektiğimiz acıların Mesih’in acılarına ortak olma anlamında. … Ancak Mesih’in ölümüne paydaş olduktan sonra, dirilişinin gücüne paydaş olacağımız vaat edilir.”26 Her gün kendi günahkâr eğilimlerimizi reddedip Mesih’e yönelmemiz gerekiyor. Bu uzun ve zor bir süreçtir, ama Tanrı bizi buna çağırıyor. Bu, Hristiyan hayatının temel ve en önemli unsurlarındandır. Davis Bunn, bu gerçek hakkında şu gözlemde bulunmuştur: “Tanrı’nın yoluna dar yol denir. Çetin olduğundan dolayı değil, kısıtlama içerdiğinden dolayı.”27
Geleneksel Hristiyanlıkta buna “çarmıh teolojisi” denir: Acı çekmeden yücelme olmaz. Acı çekmek ruhsal olabilir, fiziksel olabilir. “Çektiğimiz acı fiziksel olsun, psikolojik olsun, bu temelleri bizden almakla Tanrı hayatımızı neyin üzerine yapılandırdığımızı gösterir. Sağlığımızı, ailemizi, işimizi, itibarımızı kaybedip hayatımız yıkıldığında, kendimizi kaybolmuş ve boş hissettiğimizde; işte o anda kimliğimizin ve amacımızın o unsurlara nasıl bağlı olduğunu anlarız. İşte bundan dolayı, O’nun bunları elimizden almasına razı olmalıyız. ‘Ölmeye razı’ olmalıyız.”28
Bu gerçeği göz önünde bulundurarak Nancy Hanım bize, “benliğimizi dünyasal sistemlere yönelik öldürmek, belirgin günahlardan vazgeçmekten daha fazlası için geçerli olmalı” diye hatırlatır. “Pavlus’un yazdığı gibi, imanla yapılmayan her şey günahtır. Tanrı’ya tek amaçla bağlı kalmamızı önler ve kutsallıkta gelişmemizi önler. Tanrı bu engellere ‘yüreğin putları’ der (bkz. Hez. 14:1-11). Yalın haliyle tamamen iyi ve doğru olan hakiki ihtiyaçlar bile, put haline gelebilir. Bu prensip işte bu anda çok zor olmaya başlar.”29 Eğer ihtiyaçlarımız Tanrı’dan daha önemli olursa, bu putlara bağlanmışız demektir. Benliğimizi ve isteklerimizi öldürmemiz gerekir.30
Tanrı’yı yüceltmek için “yaşam yaratan makineler” olmaya çağrıldık, “hareketlerimiz ve karakterimiz aracılığıyla Tanrı’nın var olduğunu göstermeliyiz. ... Marshall McLuhan ünlü sözünde şöyle der: ‘Aracın kendisi iletidir.’31 Hristiyanlar olarak kullanacağımız araç, birbirimize karşı davranışımızdır. İsa şöyle söyledi: ‘Birbirinize sevginiz olursa, herkes bununla benim öğrencilerim olduğunuzu anlayacaktır’ (Yu. 13:35). Tanrı’nın kayıp dünyaya ulaşma stratejisi, Kilise’nin Tanrı’nın varlığının görünür bir ispatı olmasıdır.”32
Bundan dolayı, Mesih’in işini Mesih’in istediği şekilde yapmalıyız. Bu prensip aslında çok zor. “Hristiyanlar sadece inançlarında değil, uygulamalarında da dünyasal dünya görüşlerinden etkilenebilir. Örneğin bir Hristiyan kilisenin veya hizmetin bildirisi, Kutsal Kitap’a dayalı olabilir ama kullandığı yöntemler olmayabilir.”33
Bunu Türkiye’deki klasik bir örnekle gösterelim: Pastör nedir? Kutsal Kitap’a göre pastör çobandır. Topluluğun iyiliğini kendi iyiliğinden daha üstün görür. Kendini onlar için feda eder. Alçakgönüllüdür34 , yumuşak huyludur, sevecendir ama koyunlarına saldırılınca azgın boğa gibi onları korur. Her durumda Mesih’e tabi olmaya gayret eder.
Ama kiliselere bakıldığında, pastörlerin bir ağa veya bir imam olarak görüldüğünü fark ediyoruz. Ağa, “Olurum olmazsa olmaz” tavrını takınır. Her şey onun görkemi ve yüceliği adına yapılır. Sürüyü güderken kendi menfaati ön plandadır. Biri ona karşı çıkarsa, onu bitirmeye bakar, karşı çıkan haklı olsa bile. Yerini alacak birini yetiştirmez. “Ben gidersem hizmet batar” tavrı takınır.
Bunun yanı sıra imam bilirkişidir. Kilisenin mensuplarını eğitmez. Ruhani sorular varsa imama gidilir. Kibirli bir şekilde öğretir, çünkü “gerçeği kaşıkla yemiştir.”35 Kimse onunla diyalogda bulunamaz, çünkü her diyalog tartışmaya dönüşür. Genellikle hayatı, öğretisiyle örtüşmez. Bazen bunu görmeyebilir ama görüp yine de yaparsa, işler daha fena olur.
Hem yabancı hem de yerli önderler, “Türk kültüründe önderler böyledir” diyerek bu tutumu sürdürürler. Türk topraklarındaki Hristiyanlar, kültürlerinden bağımsız değiller. Ama bütünsel bir gerçek olan Hristiyan öğretisi çevremizdekiler gibi olmamamızı buyurur. “Bu nedenle, ‘İmansızların arasından çıkıp ayrılın’ diyor Rab” (2Ko. 6:17).
Kültürel konulara gelince, düşünülmesi gereken birçok nokta daha var:
- Kadınların ve erkeklerin gündelik ve kilise hayatlarındaki rolleri.
- Kiliselerde bağışta bulunma isteksizliği.
- Kilise hizmetinin iş hayatından üstün görülmesi.
- Köşeyi dönme hevesi.
- Hristiyanların affetmemesi ve af dilememesi.
Bunlar sadece birkaç nokta. Okurlarımızı da kendi kültürel altyapılarını ve düşüncelerini irdelemeye davet ediyoruz, ki yaptıklarımız Kutsal Kitap’taki bütünsel gerçek tarafından yönlendirilsin. Kilise birleşsin ve Mesih’i daha iyi tanıtsın. Amin!
- 1Bir ülkenin ismiyle bağdaştırılan ve büyük harfle yazılan Kilise sözcüğü mezhep gözetmeksizin o ülkedeki Mesih’in tüm takipçilerini tanımlamak üzere kullanılmıştır.
- 2İng. “evangelical”.
- 3“About”, Nancy Pearcey http://www.nancypearcey.com/about.html > (17.02.2020 tarihinde erişildi).
- 4Nancy Pearcey, “Christian Schizophrenia”, Total Truth: Liberating Christianity from Its Cultural Captivity (Wheaton, Illinois: Crossway Books, 2004), s.74-82.
- 5Pearcey, “Keeping Religion in Its Place”, Total Truth, s. 102-103.
- 6Pearcey, a.g.e, s. 106-112.
- 7İng. “value”
- 8İng. “fact”.
- 9İng. “public sphere”.
- 10İng. “private sphere”.
- 11Pearcey, “How Women Started the Culture War”, Total Truth, s.325-348.
- 12Warren Farrell ve John Gray bu durumu The Boy Crisis (Dallas, Teksas: BenBella Books, Inc., 2019) başlıklı kitaplarında çok güzel irdeler.
- 13“Second Great Awakening”, Wikipedia, 02.03.2020, https://en.wikipedia.org/wiki/Second_Great_Awakening > (09.03.2020 tarihinde erişildi).
- 14Pearcey, “Evangelicals’ Two-Story Truth”, Total Truth, s.297-323.
- 15Pearcey, “Creation: God’s Fingerprints All Over”, Total Truth, s. 84.
- 16İng. “Cultural Mandate”.
- 17Pearcey, “Read the Directions”, Total Truth, s. 47.
- 18Pearcey, “Creation: God’s Fingerprints All Over”, Total Truth, s. 84.
- 19Pearcey, “Fall: Where to Draw the Line”, Total Truth, s. 84.
- 20A.g.e, s. 85. Vurgu özgün yazara aittir.
- 21A.g.e.; Alexander Solzhenitsyn, The Gulag Archipelago, 1918-1956: An Experiment in Literary Investigation, III-IV (New York: Harper and Row, 1973), s. 28.
- 22Pearcey, “Redemption: After the Great Divorce”, Total Truth, s. 85-86.
- 23Bu konu hakkında daha çok bilgi için bkz. J.M. Diener, “Cennet: Asıl Memleketimiz”, e-manet, Sayı 32 (Temmuz-Eylül 2013), s.26-32.
- 24Pearcey, “Hands-On Worldview”, Total Truth, s.128.
- 25Soner Cagaptay, The New Sultan: Erdogan and the Crisis of Modern Turkey (Londra: I.B.Tauris & Co. Ltd., 2017), Kindle basımı, Kindle Loc. 1638-1654.
- 26Pearcey, “Idols of the Heart”, Total Truth, s. 356. Vurgu özgün yazara aittir.
- 27Davis Bunn, Elixir (Nashville, Tennessee: Thomas Nelson, 2004), Kindle basımı, s. 163. Vurgu özgün yazara aittir.
- 28Pearcey, “Rejected, Slain, Raised”, Total Truth, s. 359.
- 29Pearcey, “Idols of the Heart”, Total Truth, s. 357. Vurgu özgün yazara aittir.
- 30“Yüreğin putları” hakkında daha bilgi için bkz. Ken Wiest ve Chuck Faroe, “Etkili Ruhsal Danışmanlık: Bina Temeli Kadar Sağlamdır”, e-manet, Sayı 7 (Ekim-Aralık 2005) s. 17-27.
- 31İng. “The medium is the message.”
- 32Pearcey, “Life-Producing Machines”, Total Truth, s. 361.
- 33Pearcey “His Work, His Way”, Total Truth, s. 361.
- 34“Alçakgönüllü” şöyle tanımlanmalıdır: Kendini Tanrı’nın bakış açısından görmek, tüm güçleriyle ve tüm zayıflıklarıyla.
- 35Alman atasözü.