Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Düşünce

İnanmadan Önce Ait Olmak mı?

Yayın Tarihi: 12.05.2025

“Ait olmak inanmaktan önce gelir.”

Yaklaşık yirmi yıldır Hristiyan çevrelerde bu ifadenin dilden dile dolaştığını duyuyorum; bu ifade, meraklıların Mesih’i kucaklamadan önce kendilerini kilisenin bir parçası gibi hissetme arzusundan kaynaklanıyor. Dördüncü Lozan Kongresi’ndeki1 bir oturumda, Z olarak adlandırılan kuşağa müjde ile ulaşma stratejileri üzerine yapılan bir sunumda bu söz gündeme geldi: “İnanmadan önce ait olduklarını hissetmeleri gerek!”

İnanmadan önce ait olduklarını hissetmeleri gerek!

Asil Duygu

Hristiyanlığın o çok net konukseverlik çağrısının ve Tanrı’nın halkını nitelemesi gereken içten karşılama atmosferi söz konusu olduğunda bu duygunun doğru olan bir şeyi var.

Kilisede büyüyen çocuklara yönelik hizmetimizi düşünün. Bebek vaftizi konusundaki görüşü ne olursa olsun, her cemaat çocukları kilise yaşamının ritüellerine ve geleneklerine dahil eder. Pazar okulu dersleri, yaz tatili faaliyetleri ya da kilise toplantılarında özel anlar aracılığıyla onlara kilisenin bir parçası oldukları hissettirilir. Bir keresinde, yaşlı kardeşleri kiliseye katılan mahalle çocuklarına “koruyucu melek” olarak atayan bir kilisede görev yaptım. Bu yaşlı azizlerin ayin sırasında çocuklar için yer ayırmalarını, hoş karşılandıklarını hissetmelerine yardımcı olmalarını, nasıl davranmaları gerektiği konusunda nazikçe talimat vermelerini ve ruhani bilgelik ve rehberlik kaynağı olmalarını zevkle izledim. Kronoloji açısından, çocuklar genellikle “inanmadan” önce “ait” olduklarını hissederler.

Diğer yandan, Mesih imanlısı olmayıp Tanrı’nın ailesini tüm görkemiyle gören ve deneyimleyelerin müjdeyi eskisinden daha makul bulmaya başlamaları için kilisenin müjdenin gerçeğine canlı, tapınan bir tanık olma rolünü bir düşünün. Kilise, Lesslie Newbigin’in unutulmaz ifadesiyle bu, “müjdenin yorumudur”; topluluk olarak hayatımız müjdenin güvenilirliğini gösterir.

Sokakta bir yabancıyla Müjde’yi paylaşmak bir şeydir; Hristiyan topluluğunda sergilenen Tanrı’nın inanılmaz iyi lütfuyla karşılaşmış ve İsa’nın vergi görevlileriyle ve günahkârlarla yemek yerken gösterdiği radikal misafirperverliğini yaşamış biriyle müjdeyi paylaşmak başka bir şeydir. İkincisi genellikle birincisinden daha etkilidir, çünkü müjdeyi veren artık sadece bir Hristiyan değildir, tüm kilisedir ve inançsızlığa bir alternatif sunar. Böylelikle, inanmayan bir kişinin Mesih’e iman etmeden önce Tanrı’nın ailesine ait olma vaadini çekici bulması mümkündür.

Eksik Olan

Ancak “inanmadan önce ait olma” zihniyetiyle ilgili bazı sorunlar vardır.

Ancak ‘inanmadan önce ait olma’ zihniyetiyle ilgili bazı sorunlar vardır.

Lozan Kongresi’ndeki (Hindistan, Kenya, Kore ve Hong Kong’dan) masa arkadaşlarımla bu kavramı tartışırken bağlam farkı ortaya çıktı. İsa’yı takip etmenin aile tarafından reddedilme ya da devlet tarafından zulümle sonuçlandığı kısıtlayıcı ülkelerde, inancını açıkça ifade etmeden önce kiliseye “ait olma” deneyimi (yakın ilişkiler geliştirme anlamında) hayati önem taşımaktadır. Vaftiz, kişiyi geçmişinden kopararak gerçek bir “aile değiş tokuşuna” yol açar. Kısıtlayıcı bir ülkede iman ikrarında bulunan birinin, Tanrı’nın halkının kanıtlanmış adanmışlığına dair kişisel deneyime sahip olması önemlidir. Aile üyelerinin gazabı, arkadaşların dışlaması ya da hükümetin zulmetme ihtimali söz konusu olduğunda, yeni imanlı Tanrı’nın ailesine daha önce tatmış olduğu aidiyete dayanacaktır.

Ancak başka koşullarda, inanmadan önce ait olma zihniyeti, kilise ile dünya arasındaki farklılığı küçümseyerek imansızlık ile iman arasındaki çizgiyi bulanıklaştırır. İnsanların kendilerini ait hissetmelerini sağlamaya o kadar önem verilebilir ki imanın neden gerekli olduğu bile anlaşılamaz. Sonunda kilise, üyelerin inancı temelinde bir ikrarcı topluluğundan ziyade, dostane duygular temelinde sosyolojik dini bir topluluğa dönüşür.

Tam Olarak Ait Olmamak

Tarih boyunca kilise, imanlı olmayanları topluluğa katmanın yollarını bulmuş, böylece Hristiyan paydaşlığından bir parça tatmalarını sağlamış, ancak yemeğin tamamının sadece iman yoluyla ait olanlar için mümkün olduğunu kabul etmiştir. Günümüzde, inanmadan önce ait olmak duygusu Hristiyanlığın bir neticesi olarak sıklıkla aperatiflerle yetinmektedir. Eğer imanlı olmayan biri de kendini kiliseye en az bir imanlı kadar ait hissediyorsa, iman etmenin ne önemi var? Ve ait olmak artık ne anlama geliyor?

İmanlı olmayan birini kiliseye davet ettiğimde, onu kiliseye öyle derinden çekmek isterim ki kiliseden farklı olduğunu hissetsin.

Bir arkadaşım bu paradoksu şu şekilde ifade etti: “İmanlı olmayan birini kiliseye davet ettiğimde, onu kiliseye öyle derinden çekmek isterim ki kiliseden farklı olduğunu hissetsin.” Arzu edilen şey, imanlı olmayan kişinin şaşkınlığa uğrayacağı, hissettiği hoş karşılama ve aidiyet duygusundan ve Mesih’e hayatını verip O’na güvenene kadar bu topluluğa gerçekten ait olamayacağını anlamanın verdiği huzursuzluktan etkileneceği kadar samimi bir karşılama ve misafirperverlik göstermek olmalıdır.

Yeni Antlaşma’dan sonraki ilk yüzyıllarda kilise, bugün kulağa garip gelecek ölçüde çizgileri net bir duruş sergiliyordu. İmanlı olmayanlar Hristiyanların evlerinde iyi karşılanıyor ve ibadet ayinlerinde hazır bulunuyorlardı, ancak sadece bir noktaya kadar. Ayin Rab’bin Sofrası’nın kabulüne ya da sadece kilise üyelerine yönelik talimatlara geçtiğinde, imanlı olmayanlar dışarı çıkarılıyordu. Böylece, hâlâ bir aidiyet ve hoş karşılanma duygusu yaşanmış oluyordu ama aynı zamanda inanç ve vaftiz tarafından açıkça belirlenmiş bir çizgi olduğunu da anlamış oluyorlardı.

İman Etme Yoluyla Aidiyet

Nihayetinde, kiliselerimizin insanların hoş karşılandıklarını ve sevildiklerini hissettikleri yerler olmasını umuyorum. Ancak bir kiliseye ait olmanın misafirperverliğin ötesinde bir anlam ifade ettiği Yeni Antlaşma modelini örnek alacak olursak, iman etmeden önce tam anlamıyla ait olamayacağımızı bilmeliyiz. Bunun tersi mümkün değildir. İman ederek ait oluruz.

Bizi Mesih’teki kardeşlerimizle birleştiren inancımızdır, Kralımız İsa’ya olan ortak ikrarımızdır. Oğlu’na olan inancımız sayesinde Tanrı’ya aitiz. Heidelberg İlmihali’nin giriş kısmını hatırlayın: Yaşamda ve ölümde tek tesellimiz, kendimize ait olmadığımız, bedenen ve ruhen sadık Kurtarıcımız İsa Mesih’e ait olduğumuzdur. İsa’ya imanla aitiz ve kilisede birbirimize de imanla aitiz.

 

  • 1İlk kez 1974’te İsviçre’nin Lozan kentinde düzenlenen Uluslararası Dünya Müjdeleme Kongresi, en son Eylül 2024’te Güney Kore’nin Seul kentinde düzenlendi.

Kaynak: “Belonging Before Believing?”, The Gospel Coalition (TGC), 29.10.2024 < https://www.thegospelcoalition.org/blogs/trevin-wax/belonging-before-believing/ > (11.12.2024 tarihinde erişildi). The The Gospel Coalition’ın İzini ile kullanıldı.