Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Kaynak

Da Vinci Şifresi’ni Çözmek

Yayın Tarihi: 03.04.2004

Görsel
Brown - Da Vinci Şiresi Türkçe kapak

Da Vinci Şifresi

Dan Brown

İstanbul: Altın Kitaplar, 2004

2004 yılın başlarında Türkiye’de en çok satan kitap, Dan Brown’in DaVinci Şifresi adlı romanıdır.1 Aynı kitap, ilk yayımlandığı Amerika’da kesintisiz olarak 54 haftadır en çok satan üç kitap arasında bulunmaktadır. Tabii, cinayet, cinsellik ve feminizm gibi konuları Hristiyanlık’ın yüzyıllarca süren vicdansız bir komplo olduğu mesajı içinde işleyen sürükleyici gerilim türündeki bir romanın sansasyon yaratması şaşırtıcı değildir. Eserin Amerika’daki asıl yayımcısı olan Doubleday’in böyle bir sansasyonu hem beklediği, hem de teşvik ettiği açıktır. Çünkü romanı piyasaya sürmeden önce Doubleday, tanıtım amacıyla kitabın 10.000 tanesini medyaya bedava olarak dağıttı. Bu, Dan Brown’in daha önce yazdığı herhangi bir romanın bütün satışlarını aşan bir rakamdır. Bir Hristiyan olarak ne diyebilirim? Sapık inanç yok satar!

Peki, Brown’in bu “tabu tanımaz” romanının hikâyesi nedir? Özet olarak, Harvard Üniversitesi’nin genç ve yakışıklı “dini simgebilim” profesörü, Robert Langdon ile Paris Polis Teşkilatı’nın genç ve güzel bir şifre uzmanı, Sophie Neveu, acayip ve dehşet verici bir cinayet davasına karışırlar. Bu cinayet –aslında bir takım cinayetler– son derece güçlü iki örgütün arasındaki bir çekişmeye bağlıdır. Bu iki örgüt, “Sion Tarikatı” ile Vatikan adına çalışan “Opus Dei” adlı dini bir kurumdur. Çekişmenin konusu ise, efsanevi “Kutsal Kâse”dir.

Bazı geleneklere göre, “Kutsal Kâse,” İsa Mesih’in çarmıha gerilmeden önceki son yemekte kullandığı kâsedir. Fakat “Kutsal Kâse” aslında çok daha farklı –ve kilise ile Hristiyanlık inancına zararlı– bazı gizli bilgileri temsil eder. Bu “gizli bilgiler” nedir? İşte, yukarıda ima ettiğim sapık inançlar burada başlar! Bir eleştirmen bu konuyu şöyle özetledi: “İsa, Tanrı’nın Oğlu değil, iyi bir insandı. İmparatör Konstantin, Roma iktidarının gücünü pekiştirmek için İsa’yı Tanrı statüsüne yükseltti ve Yeni Antlaşma’yı bu Tanrı efsanesini destekleyecek bir şekilde ayarladı. İsa, Mecdelli Meryem ile evliydi ve İsa çarmıhta ölürken Meryem O’nun çocuğu ile hamileydi. ‘Kutsal Kâse’ İsa’nın son yemekte kullandığı kâse değil; aslında Mecdelli Meryem’in rahmiydi.”2 Böylece, İsa’nın fiziksel soyu vardı ve bu soy, kimliğini gizleyerek, günümüze dek varlığını sürdürmektedir.

Yine bu “gizli bilgiler”e göre İsa, ölümünden sonra –açıktır ki, bu anlayışta İsa’nın dirilişi söz konusu değildir!– Mecdelli Meryem’in kilisenin önderi olmasını istiyordu. Meryem’i kıskanan Petrus onu sürdü ve İsa’nın sözde desteklediği “kutsal dişilik” inancını örtbas ederek “ataerkil” (yani, erkeklerin egemenliğindeki) bir kilise kurdu. Sion Tarikatı da bu ‘gerçekler’in bekçiliğini yaparken Kilise, bu “yasak bilgileri” yok etmek veya en azından onların ortaya çıkmasını engellemek için asırlar boyunca sayısız cinayetler işledi!

Kurgu mu, Gerçek mi?

Biri,  “Ama bütün bu iddialar ne kadar tatsız olurlarsa olsunlar, bir romanda geçer. Yani bu olaylar gerçek değil, kurgudur!” diyebilir. Aslında, söz konusu romanda, kurgu-gerçek ilişkisinin bazı ilginç boyutları var. Tabii ki, edebi tür olarak bu bir romandır. Bununla birlikte, kitabı okumaya başlayınca, ilk karşılaştığımız kelime, koyu büyük harflerle yazılarak, GERÇEK’tir. Önsüzden önceki bir sayfada Sion Tarikatı ile Opus Dei adlı iki kurumla ilgili bir takım gerçekler belirtildikten sonra, şu çarpıcı beyan yer almaktadır: “Bu romanda bahsi geçen tüm sanat eserleri, mimari yapılar, belgeler ve gizli ayinler gerçektir” (s. 9) Bu cümlenin asıl İngilizcesi daha dikkatlice çevrilirse, “...bahsi geçen tüm sanat eserleri, mimari yapılar, belgeler ve gizli ayinlerin betimlenmesi dosdoğrudur” olarak okunur.3

Brown, DaVinci Şifresi’nde mimarlık, sanat, gizli cemiyetler, tarih ve Hristiyanlık ile ilgili sayısız şaşırtıcı ayrıntılar ortaya koyarak okuyucunun bunların kurgu veya iddia bile değil, birer gerçek olduğunu düşünmesini amaçlar.

Anaşılan, yazar Brown, romandaki her şeyin kurgusal olduğunu sanmamızı istemiyor. Brown, eserin yazılmasına hazırlık olarak geniş çaplı, titiz bir araştırma yaptığını belirtmektedir. Bir söyleşide Brown, “Kitaplarımın öğrenme olayını içermeleri için çok çaba harcıyorum...Kitabı bitirdiğinizde – ister istemez – tonlarca şey öğrenmiş olursunuz. Çok büyük bir araştırma yapmam gerekiyordu” demiştir.4 Üstelik Brown, CNN’de yapılan bir başka söyleşide “DaVinci ve kitabınız hakkında konuşurken, öykünün ne kadarı gerçek ve ne kadarı kurgudur?” şeklindeki soruyu “%99’u gerçektir. Mimarlığın, sanat eserlerin, gizli törenlerin, tarihsel olayların ve Gnostik İncillerin hepsi gerçektir...kurgu olan kısmı, Harvard ‘dini simgebilim’ profesörü, Robert Langdon ve onun yaptıklarıdır. Ama fondaki şeylerin hepsi gerçektir” diyerek yanıtlamıştır.5

Böylece Brown, DaVinci Şifresi’nde mimarlık, sanat, gizli cemiyetler, tarih ve Hristiyanlık ile ilgili sayısız şaşırtıcı ayrıntılar ortaya koyarak okuyucunun bunların kurgu veya iddia bile değil, birer gerçek olduğunu düşünmesini amaçlar. Bu konuda önemli ölçüde başarılı olmuştur. Nitekim geçen gün romanı konuşan iki kişiye kulak misafiri olunca işittiğim sözler aynen şöyleydi: “Roman olarak şöyle böyledir. Fakat, aman ya Rabbim, öylesine ilginç gerçeklerle doludur!”

Dan Brown’in yazdıkları son derece geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmaktadır. Son sayıma göre, DaVinci Şifresi 7,2 milyon adet satmış ve 40 dile çevrilmiştir. Bu romanın “%99’u” gerçek oluyorsa bu, en azından Hristiyanlar için, küçümsenemeyecek kadar önemli bir durumdur. Buna göre, DaVinci Şifresi’nde okuyuculara sunulan bazı “gerçekler”i inceleyerek Brown’in dünyayı betimleyişinin “dosdoğru” olup olmadığına bakalım.

Mimarlık, Sanat ve Esrarengiz bir Tarikat

Bazı basit olgulara bakarak başlayalım. En basit düzeyde, Da Vinci Şifresi’ndeki tüm sayılar ve boyutlar “dosdoğru” mudur?

Mimarlık konusunda, Brown Louvre Müzesi’ndeki cam piramit yapısı hakkında şu şaşırtıcı bilgileri sunar: “Bu piramid...Cumhurbaşkanı Mitterand’ın kesin isteği üzerine, tam olarak 666 cam panodan inşa edildi... Bu garip istek, 666 sayısının Şeytan’ın sayısı olduğunu iddia eden komplo meraklıları arasında daima ateşli bir tartışma konusu olmuştur” (s. 30). Bu tüyler ürpertici bilgileri okuyunca, insan kendini “Dünyamız ne kadar dehşetli sırlarla doludur” demekten alamıyor doğrusu. Ama içiniz rahat olsun, bu konuda aslında korkacak bir şey yok: Adı geçen cam piramit 666 değil, 673 cam panodan oluşmaktadır.6

Sanat konusuna gelince, Brown DaVinci’nin Kayalıklar Bakiresi adlı tablosunu nesne olarak bile doğru betimleyememiştir. Romanda bu tablo “bir buçuk metre yüksekliğinde”ki bir “bez parçası” olarak betimlenmektedir (s. 151). Kayalıklar Bakiresi aslında yaklaşık iki metre yüksekliğinde ve tuval (bez) değil, tahta üstüne yapılmıştır.7 Ayrıca Brown, kitabın başlıca konularından biri olan Leonardo Da Vinci’nin hayatıyla ilgili bazı temel bilgileri de yanlış aktarmaktadır. Söz gelimi, Brown’e göre Da Vinci “Vatikan’ın verdiği yüzlerce kârlı siparişleri” kabul etmiştir (s. 57). Aslında, Da Vinci Vatikan’dan yalnızca bir tane sipariş kabul etmiş ve bunu da gerçekleştirmemiştir.8

Belki “Böyle basit ayrıntıların ne önemi var?” diyorsunuzdur. Şu açıdan önemi vardır: Yüzyıllarca süren son derece önemli komploları gün ışığına çıkardığını ileri süren Brown, ansiklopedide veya internette kolayca doğrulanabilen ayrıntıları yanlış aktaracak kadar özensizse, derin ve karmaşık konulara gelince güvenilir bir rehber olmayabilir.

Yüzyıllarca süren son derece önemli komploları gün ışığına çıkardığını ileri süren Brown, ansiklopedide veya internette kolayca doğrulanabilen ayrıntıları yanlış aktaracak kadar özensizse, derin ve karmaşık konulara gelince güvenilir bir rehber olmayabilir.

Da Vinci Şifresi’nin temel iddialarından biri, Da Vinci’nin tablolarının Hristiyanlık’a karşıt olup “kutsal dişi” ve Mecdelli Meryem’in İsa’yla evli olduğu inançlarını savunan gizli mesajlarla dolu olduklarıdır. Böylece Brown, meşhur Mona Lisa’nın “Da Vinci’nin kadın kılığında kendi resmi” ve “ne dişi, ne de erkek” olduğu iddiasını ortaya koyar (s. 136). Oysa portrede resmedilen kişi bilinen tarihsel bir kadındır: Francesco di Bartolomeo del Giocondo’nun eşi Madonna Lisa.9 Gene Brown, Da Vinci’nin Son Akşam Yemeği’nin bazı unsurlarının son derece anlamlı bulur. İlk olarak, İsa’nın “Bu kâse kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır” diyerek öğrencileriyle paylaştığı kâse resimde yer almamaktadır. Ayrıca, İsa’nın sağ yanında oturan kişi  hakkında “omuzlarına dökülen kızıl saçları, narince kıvrılmış elleri ve göğüsleri olduğuna dair bir ipucu vardı. Bu hiç şüphesiz... bir kadındı” diyerek asıl “kâse”nin İsa’nın sağında oturarak gösterilen eşi Mecdelli Meryem olduğunu ileri sürer (s. 271). Fakat saygın bir sanat tarihçisi Brown’in bu iddialarını şöyle değerlendirmektedir:

Bu yorum kolay kolay inanılacak gibi değildir ... Leonardo’nun senaryosu ... Floransa ekolunun geleneksel Son Yemek’te resmedilmesine uyarak İsa’nın “Rabbin Sofrası” konuşmasını değil, O’nun inkâr edilmesi ve kurban edilmesini vurgular. Aynı zamanda, [bu tablolarda] Yuhanna hep güzel bir genç erkek olarak resmedilmiş olup İsa’ya olan yakınlığı nedeniyle İsa’nın sağ yanında gösterilmektedir. Leonardo’nun Yuhanna’yı resmetmesinde bu gelenek sürdürülmekte ve kâsenin yokluğu unsuru daha eski İtalyan tablolarda da aynen görülmektedir.10

Şimdi sıra Da Vinci Şifresi’nin temel taşlarının biri olan “Sion Tarikatı”na geldi. Hani, Brown’in “dünya görüşü”nde bu gizli cemiyet o kadar önemli ki, kitabın ilk satırları Sion Tarikatı’na ilişkin şu “gerçekler”i sunmaya ayrılmıştır:

  • 1099 yılında kurulmuştur
  • 1975 yılında Sion Tarikat’in üye listesi Paris’in Milli Kütüphanesi’nde ortaya çıkmıştır.
  • Sion Tarikatı’nın üyeleri arasında Sir Isaac Newton, Botticelli, Victor Hugo ve –önemli olarak– Leonardo da Vinci gibi meşhur aydınlar bulunmuştur (s. 9).

Fakat biraz araştırma yapmaya razı olan kişi, Sion Tarikatı hakkında aşağıdaki bilgileri edinebilir:

  • Pierre Plantard adlı bir Fransız, Sion Tarikatı (le Prieuré de Sion; Priory of Sion) adlı derneği Haziran 1956’da kurmuştur. Özgün dernek, ucuz kiralık konutlar sektöründen yararlanan insanların haklarını korumaya yönelikti. Bu derneğin adı, Yeruşalim’deki Siyon Dağı’ndan değil, Cenevre yakınlarında bulunan Mont-Sion’dan kaynaklanmıştır. Tarihsel belgelerde Haziran 1956’dan önce Sion Tarikatı’nı anan herhangi bir belgeye rastlanmamaktadır.
  • Les Dossiers Secrets [yani, “Gizli Dosyalar”]’da bulunan parşömenler Plantard ile Philippe de Chérisey adlı bir yardımcısı tarafından uydurulmuş sahte belgelerdir. Bu parşömenler Paris’in Milli Kütüphanesi’ne Plantard tarafından yerleştirilmiştir.
  • Dossiers’deki bu parşömenler ve içerdikleri Sion Tarikatı üye listesinin sahte oldukları iyice belgelenmiştir. 1971’de Philippe de Chérisey söz konusu parşömenlerin kendinin uydurduğu sahte belgeler olduğunu kamu önünde açıkça itiraf etmiştir.
  • Buna rağmen, bir kaç kitap parşömenlerin “ifşaları”nı ciddiye almıştır. Bunlardan en meşhuru, üç İngiliz gazeteci tarafından yazılmış Holy Blood, Holy Grail11   adlı eserdir. Da Vinci Şifresi önemli ölçüde bu kitaba dayalıdır.
  • 1993’te Plantard’ın Sion Tarikatı’yla ilgili olarak süren uydurmaları başını derde soktu. Fransa’da devlet görevlilerinin resmi bir soruşturması sırasında Plantard düzenbazlıklarını mahkemeye itiraf etmiştir. Mahkeme Plantard’ı sertçe ikaz ederek serbest bırakmıştır.12

Bu konuyu kendisi için araştıran sağduyulu bir kişinin Da Vinci Şifresi’ndeki Sion Tarikatı hikâyesini ‘dosdoğru’ bulacağını sanmıyorum.

Açıktır ki, Brown bu bilgileri kabul etmek istemiyor. Buna rağmen, bu konuyu kendisi için araştıran sağduyulu bir kişinin Da Vinci Şifresi’ndeki Sion Tarikatı hikâyesini “dosdoğru” bulacağını sanmıyorum.

Kutsal Kitap, Kilise Tarihi ve Hristiyanlık 

Da Vinci Şifresi’nin bizi en yakından ilgilendiren yönü, Kutsal Kitap, kilise tarihi ve Hristiyanlık ile ilgili iddialarıdır. Brown gayet tutarlıdır. Bu konuda da asılsız savları “gerçek” olarak ilan etmekten çekinmemiştir.

“Kutsal dişi” tezini savunmak için Brown, “ilk Musevi geleneklerinin seks ayinleri içerdiğini” belirtmekle kalmayarak, eski Musevilerin “Kudsülakdas’ta [yani, en kutsal yerde] Tanrı’yla birlikte, onun dişi dengi Shekinah’ın da oturduğuna” inandıklarını ileri sürer. Dahası var. “Musevilerin dört harfli YHWH kelimesi –Tanrı’nın kutsal adı– aslında Yehova kelimesinden türetilmişti. Erkek Jah kelimesi ile Havva’nın İbranilerden önceki adı olan Havah’ın androjen birleşimi”dir! (s. 341-42). Kenan’daki ulusların “seks ayini” yaptıkları doğrudur. Ama Yahudilerin en eski gelenekleri bu ulusların bütün cinsel sapıklıklarını yasakladıkları da apaçık bir gerçektir (bkz. Lev. 18, özellikle 27-30 ayetleri). Kutsal Kitap’ta geçmeyen “şekinah” kelimesi, “mesken” anlamına gelip insanların arasında mesken olmaya tenezzül eden Tanrı’nın görkemini kasteden bir terimdir. “Şekinah”ın Tanrı’nın “dişi dengi” olduğu düşüncesi Kutsal Kitap ve Musevilik inancından tamamıyla yabancıdır.13 Yaygınca bilindiği gibi, Yehovah kelimesi YHWH’den türetilmiştir: YHWH ünsüzleri “Adonai”nin ünlüleriyle okunduğunda “Yehovah” ortaya çıkar. Brown’in sunduğu “androjen” Yehovah etimolojisi,  dilbiliminden herhangi bir destek almayan bir uydurmadır.

Brown’in Kutsal Yazılar, Kilise tarihi ve Hristiyanlık’la ilgili yanlışları o kadar çok ve çeşitlidir ki, insan nereden başlayacağını şaşırır. Bu konuda kendime kolaylık sağlamak için, Yeni Antlaşma ve Kilise Tarihi konusunda üst düzey bir uzmanın bazı gözlemlerini aktarmakla yetineceğim. Söz konusu bilgin, Chicago İlahiyat Okulu’nda görev yapan Dr. Margaret M. Mitchell’dir. Bu bilirkişiye göre, Brown’in birçok iddiası “açıkça yanlıştır”:

  1. İsa’nın “yaşamı ülke çapındaki binlerce müridi tarafından kaleme” alınmadı (s. 259).
  2. “Yeni Ahit için seksenden fazla İncil yazıldı...” (s. 259). Burada kullanılan 80 sayısı tamamıyla uydurmadır. Kanon için seçilen dört İncil’den başka, 31 “apokrif incil”in varlığından haberimiz vardır.
  3. Lut Denizi Tomarları arasında bir tek “incil” veya başka bir Hristiyan belge bulunmamıştır (s. 262’deki iddianın tersine; ayrıca bkz. s. 274). Sayfa 245’te, yazar Lut Denizi Tomarlarını Gnostik İncilleri’ne dahil etmektedir. Lut Denizi Tomarları Hristiyanlar değil, Yahudilere aittir. Ayrıca, Nag Hammadi yazmaları (Brown’in ileri sürdüğü gibi) “en eski Hristiyan kayıtları” değildir.
  4. Nag Hammadi’de bulunan belgeler, “İsa’nın peygamberliğini insansı terimler” (s. 262) ile anlatmaktan çok uzaktır: Bu belgeler, Gnostik yaklaşımlarıyla, İsa’nın “insansı” olmaktan çok tanrısal bir varlık olduğunu vurgulamakla meşhurdur.
  5. Mecdelli Meryem’in İsa’yla evli olduğunun “tamamen tarihi kayıtlara” (s. 272) dayandığını söylemek, en basit deyişle, yanlıştır.
  6. “[İmparator] Constantine Mesih’in statüsünü, ölümünden yaklaşık dört yüzyıl sonra yükselttiği için, halihazırda onun hayatını ölümlü bir adam olarak anlatan binlerce belge bulunuyordu... Constantine, İsa’nın insani özelliklerini anlatan kutsal kitapları lanetleyen ve onu tanrı gibi gösteren İncilleri yücelten, yeni bir İncil yazılmasını istedi. Eski İnciller yasaklanmıştı, toplatılıp yakıldılar” (s. 261-62).

Constantine’in İsa’nın Tanrılığını icat ettiği ve kanondaki dört İncil’den başka bütün incilleri yok ettiği iddiasının binlerce sorunu vardır. (Örneğin, Irenaeus’un yaklaşık İ.S. 175-189 yıllarına ait Dört İncillerin Savunması [Adversus haereses 3.11.8]!) Bu konuda Brown’in en feci hatası, işine gelmeyen Pavlus’un mektuplarının tanıklığını yok saymaktır. Bu İ.S. 50’li veya 60’lı yılların başlarına ait tarihsel belgelerde İsa henüz Tanrı’nın Oğlu ve evrenin yaratılmasının aracıdır (bkz. 1Ko. 8:6 ve birçok diğer ayet). Brown, Constantine gelip değiştirene kadar, üç yüzyıl boyunca sadece bir tek İsa portresinin –çok insani bir İsa– olduğunu söylüyor. Andığım kaynaklardaki İsa bu “sadece insani” İsa’ya pek benzemez. Bir tanık daha ekleyeyim: Antakyalı İgnatius, yaklaşık İ.S. 110’da yazılan mektuplarda İsa’yı Tanrı olarak anmaktadır.

Ayrıca, Mısır’da bulunan papirüsler ve İskenderun ve diğer yerlerdeki Hristiyan yazılı kayıtları, kanondaki dört İncil’e öncelik tanıyan erken çağ Hristiyan edebiyatının Constantine’den önce çok yayılmış olduğunu göstermektedir. Bir tek Constantine’in girişimiyle bunların örtbas edilebilmiş olduğunu ileri sürmek gerçekçi değildir.14

Böylece, önde gelen bu bilgin, Brown’ın betimlemelerinin pek de “dosdoğru” olmadığını belirtmektedir. Brown’ın “kutsal dişi” iddialarına veda etmeden önce, birkaç kaynakta geçen iki noktaya değinmek istiyorum.

  1.  Madem Katolik kilisesi “kutsal dişi” kavramını yok etmek için hile, yalan ve hatta cinayete başvurmaya razı olmuş, neden Meryem Ana’ya bu kadar merkezi bir yer tanımıştır?
  2. Brown’a göre, Gnostik İnciller “kutsal dişi” kavramını desteklemektedir. Oysa,  Tomas İncili’nin son satırlarında Petrus “Kadınlar Yaşam’a layık değiller” deyince İsa, şu karşılığı verir: “Ben kendim [o kadını] erkek kılmak için önderlik yaparım...Çünkü kendini erkek kılan her kadın Göklerin Egemenliği’ne girecektir.”15 Anlaşılan, Brown Gnostik İncillerden işine gelen ayetleri aktarıp işine gelmeyen ayetlerden söz etmez. Böyle seçicilik düşünsel dürüstlükten uzaktır.

Da Vinci Şifresi’nde Brown’in gerçeklere güvenilir bir rehber olmadığı anlaşılmıştır.

Brown’in hiç de “dosdoğru” olmayan “gerçekler”i saymayı sürdürmek pekâlâ mümkündür. Ama bu yazı istemediğim kadar (ve sanırım, sizin de istemediğiniz kadar!) uzun oldu. Da Vinci Şifresi’nde Brown’ın gerçeklere güvenilir bir rehber olmadığı anlaşılmıştır.

Sonuç

Brown’ın eserine bakılırsa, tanrısal gerçekler keşfetmek için hepimiz birer “şifre uzmanı” olmamız gerekir. Sanki insanlar (sözgelimi, kıskanan Petrus ve hilekâr Papalar) için tanrısal gerçekleri insanlıktan gizlemek bir çocuk oyuncağıdır. Oysa Tanrı, yüce hikmetini ve kudretini Tanrı kurtuluş Müjdesi’ni gizlemek için değil, bildirmek için kullanmaktadır!

Öyleyse, böyle uyduruk bir eseri değerlendirmek için bu kadar vakit ve çaba –benim için yazmakla, sizin için okumakla– neden harcansın? Çünkü gerçeği tanımak önemlidir. “Gerçek” olarak sunulan iddiaları sınamayı öğrenmeliyiz. Eleştirel düşünce becerisini geliştirmeliyiz.

“Enformasyon çağı”nda yaşıyoruz. Medyada, reklamlarda, konuşmalarda ve Da Vinci Şifresi gibi yok satan kitaplarda çarpıcı iddialarla hemen hemen her gün karşılaşıyoruz. Karşılaştığımız iddiaların gerçek olup olmadığını kestirebilmek çok yararlı olur. Fakat karşılaştığımız bütün iddiaları tek tek araştırmaya tabii ki vaktimiz yoktur. Seçici olmak zorundayız. Özellikle ilgimizi çeken veya bizim için önem taşıyan iddialar söz konusu olunca, araştırmalıyız. Ve gayet tabii, bizim için Müjde’den daha önemli bir konu yoktur.

Da Vinci Şifresi’nin Türkiye’de ve dünyada bu kadar çok satıp okunması eleştirel düşünme gereğine dair yararlı bir hatırlatmadır. Düşünsel yönde büyümemize fırsat sağlayan Dan Brown’a, bu açıdan, teşekkür borçluyuz!

Bir görüşü savunmak için bir uzmanın tanıklığına başvurulduğunda, şu üç ölçüte özellikle dikkat etmek gerekmektedir: 1) Uzman veya bilirkişi ne kadar niteliklidir? Kendi alanında çalışan diğer uzmanlar tarafında ne kadar sayılıp güvenilir? 2) Uzman, tanıklığı kendi uzman olduğu alan hakkında mı veriyor? Örneğin, meşhur bir dahi olarak Einstein’ın siyaset ve ahlak konularına ilişkin görüşleri sık sık sorulmuştur. Fakat Einstein’ın uzmanlık alanı bunlar değil, fizikti. 3) Tanıklık verirken, uzmanın motivasyonu nedir? Tanıklığın inanılırlığına gölge düşüren durum var mıdır? Örneğin, mahkemede bir taraf için bilirkişilik yapan bir uzman, ücretini ödeyen tarafın görüşünü destekleyen tanıklık verirken, uzman bilgisini tarafsız ve samimi bir şekilde kullanmayabilir.16 Da Vinci Şifresi’ndeki iddiaları kontrol etmek için, birçok kaynaktan yararlandım. Elimden geldiğince de, kendi alanında güvenilir uzman olarak tanınan kişilere öncelik tanımaya çalıştım. Örneğin, Profesör Mitchell, bu günlerde, Cambridge Hristiyanlık Tarihi, 1. cilt (Başlangıçtan Konstantin’e kadar) adlı hâlen hazırlanmakta olan eserin editörlüğünü yapmaya yeterli bulunduğuna göre, İsa’dan Konstantin’e kadar süren yıllar konusunda uzman sayılabilmelidir.17 Bu tür bilginlerin motivasyonu, genel olarak, konuyu doğruyu anlayarak ve aktararak alanlarındaki bilginin saygınlığını ve güvenilirliğini korumaktır.

Peki, resmi anlamda uzman olmayan bir kişinin tanıklığına nasıl bakmalıyız? Sözgelimi, Da Vinci Şifresi’nin yazarı Brown bilgin değil, ama kitabını yazmak için ilgili konuları araştırmıştır. Aynı şekilde, Brown’ın önemli ölçüde güvenerek yararlandığı Kutsal Kan, Kutsal Kâse adlı eser de üç gazeteci tarafından yazılmıştır. Bunlar ilgili alanlarda bilgin değillerdir. Benim de yararlandığım pek çok kaynak da uzman değil, araştırmacı yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. Ben de öyleyimdir. Bu durumda, yine, yeterlilik ve motivasyon unsurları bize yol göstermelidir. Araştırma yapan kişinin yeterliliği, önemli ölçüde, sergilediği düşünsel samimiyet, ciddiyet ve özene bağlıdır. Motivasyon konusuna gelince, bir araştırmacı hakkında her zaman bu soruyu sormalıyız: Bu kişinin temel amacı gerçeği keşfetmek mi, yoksa kendi tarafını savunmak mıdır? Dan Brown, araştırmalarını geleneksel inançları altüsteden –yani sansasyon yaratan– bir eser yazmak ve, bu sayede, kendini meşhur ve zengin kılmak için kullandığına göre, tarafsızca gerçeği aramakta olduğunu söylemek güçleşir.

Eleştirel düşüncenin bir başka önemli yönü, yazarın varsayımlarını su yüzüne çıkarmaktır. Çünkü yazar bizi kendi varsayımları doğrultusunda ikna etmeye çalışacaktır. Bizse, bu varsayımlara katılıp katılmadığımızı anlamalıyız. Yazarın varsayımlarını reddettiğimi biliyorsam, onun sunduğu argümanı daha büyük özenle inceleyeceğim. Bu bağlamda Dan Brown iki önemli varsayımlarını tanımlamıştır:

Her ciddi tarih araştırmacısının uymak durumunda olduğu ilk önkoşul, kanıtların boyuneğmezliği karşısında çok sevdiği yorumları fırlatıp atabilmektir.

“Tarih daima kazananlar tarafından yazılır” (s. 284) ve

“Dünyadaki bütün dini inançlar uydurma üzerinde kurulmuştur” (bkz. s. 375).18

Brown bu konularda tutarlıdır. Savunduğu inançlar uydurmalar üzerinde kurulmuştur. Görünüşe göre, bu durum Brown’ı rahatsız etmemektedir. Kendisini zengin ve meşhur kılan Da Vinci Şifresi sayesinde, o artık “kazanan-lar”dan biridir. Gene, görünüşe göre, Brown yazdığı “tarih”in “gerçek” olmasında ısrar etmek niyetindedir.

Ama ben Brown’ın varsayımlarına katılmıyorum. Bu yazıda yaptığımız gibi, dünyada olup bitenleri yansıtan geniş belgeler yelpazesine başvurarak geçmişle ilgili olarak gerçeği aramamız gerektiğine inanıyorum. Hangi belgelerin ne kadar sağlam veya sahte olduğunu ayırt etmeyi öğrenebileceğimize de inanıyorum. Ve kanıtlar savunduğumuz görüşü desteklemediğinde kendi kendimiz hakkında bir şey öğrenebiliriz: Bizim için gerçek efendi mi, uşak mı? Önde gelen bir tarihçinin söylediği gibi, “Her ciddi tarih araştırmacısının uymak durumunda olduğu ilk önkoşul, kanıtların boyuneğmezliği karşısında çok sevdiği yorumları fırlatıp atabilmektir.”19

Üstelik, bir dini inancın geçerli olabilmesi için, uydurma değil, gerçek üzerinde kurulması gerektiğine inanıyorum. Nitekim İsa Mesih bu konuda iki anlamlı söz söylemiştir: “Gerçek...Ben’im” ve “Senin sözün gerçektir” (Yu. 14:6 ve 17:17). Bu gerçeklerin dosdoğru olduğuna içtenlikle inanıyorum!

  • 1“En çok satan” statüsü, Radikal gazetesinin haftalık Kitap ekine göredir. Bu yazıyı hazırlarken DaVinci Şifresi’nin 11. Türkçe (İstanbul: Altın Kitaplar; Mart 2004; Çev: Petek Demir) basımından ve ilk İngilizce (New York: Doubleday; Nisan 2003) basımından yararlanılmıştır.
  • 2Thomas Roeser, Chicago Sun Times, 27 Eylül 2003.
  • 3“All descriptions are...accurate.”
  • 4Edward Morris ile yapılan söyleşi; “Explosive new thriller explores the secrets of the church”, First Person Book Page,  http://www.bookpage.com/0304bp/dan_brown.html > (12.04.2004 tarihinde erişildi).
  • 525 Mayıs 2003’te Martin Savidge ile yapılan söyleşi; “CNN Sunday Morning Interview with Dan Brown”, CNN.com, 25.05.2003  http://www.cnn.com/TRANSCRIPTS/0305/25/sm.21.html > (12.04.2004 tarihinde erişildi).
  • 6Bkz. “The Louvre’s Pyramid celebrates its 10th Anniversary from 7 to 21 April 1999,” Official Site of the Louvre Museum / Press Office  http://www.louvre.or.jp/louvre/presse/en/activites/archives/anniv.htm > (12.04.2004 tarihinde erişildi). Bu kaynak, James Patrick Holding’in “Not InDavincible”, Tektoniks, 08.11.2003 http://www.tektonics.org/davincicrude.htm > (12.04.2004 tarihinde erişildi) adlı makalesinde verilmektedir.
  • 7Bkz. Bruce Boucher, “Does ‘The Da Vinci Code’ Crack Leonardo?,” The New York Times, 3 Ağustos 2003.
  • 8Bkz. Sandra Miesel , “Dismantling The Da Vinci Code”, Crisis Magazine, 01.09.2003  https://crisismagazine.com/vault/dismantling-the-da-vinci-code-2 > (17.04.2024 tarihinde erişildi) adlı makalesinde verilmektedir.
  • 9Miesel, “Dismantling The Da Vinci Code”
  • 10Bruce Boucher, “Does ‘The Da Vinci Code’ Crack Leonardo?” New York Times, 3 Ağustos 2003. [Not: Boucher, Chicago Sanat Enstitüsü’nün Avrupa Heykel ve Güzel Sanatları Bölüm Müdürüdür.]
  • 11Michael Baigent, Richard Leigh ve Henry Lincoln, Holy Blood, Holy Grail (New York: Dell Publishing, 1982).
  • 12Paul Smith, “Priory of Sion Misconceptions – Robert Richardson and Steven Mizrach”  ve “Pierre Plantard, Judge Thierry Jean-Pierre and the End of the Priory of Sion in 1993”, Priory of Sion: The Pierre Plantard Archives 1937-1993 http://priory-of-sion.com > (erken 2004 tarihlerinde erişildi). Bu web sitesinde Sion Tarikatı hakkında geniş çaplı ve dikkatlice belgelenmiş bilgiler bulunmaktadır. 2024 düzenleyici notu: https://priory-of-sion.com > web sitesi hâlâ mevcuttur. Ancak bu dipnotta alıntılanan makaleler orada artık bulunmamaktadır. “Pierre Plantard...” başlıklı makale internet arşivi Wayback Machine’den https://web.archive.org/web/20040503032953/http://priory-of-sion.com/psp/id70.html > adresinden erişilebilir. “Priory of Sion Misconceptions...” makalesi ise ne mevcut sitede ne de internet arşivinde bulunmaktadır.
  • 13Bkz. Jewish Encyclopedia’nın “Shekinah” maddesi  https://www.jewishencyclopedia.com/articles/13537-shekinah > (17.04.2024 tarihinde erişildi).
  • 14Margaret M. Mitchell, “Mitchell Letter”, Megill.com, Eylül 2003  http://www.megill.com/mmitchell.htm > (erken 2004 tarihlerinde erişildi) ve “Cracking the Da Vinci Code”, Martin Marty Center, 24.09.2003  http://marty-center.uchicago.edu/sightings/archive_2003/0924.shtml > (15.02.2004 tarihinde erişildi).
  • 15Miesel, “Dismantling The Da Vinci Code”
  • 16Bkz. Barbara R. Kirwin, The Mad, the Bad and the Innocent (New York: Little, Brown and Co.; 1997), s. 145. Mahkemelerde uzman psikolog olarak bilirkişilik yapan Dr. Kirwin bu soruna dikkat çekmektedir: “Pek çok uzman [psikolog]... bir sanığı değerlendiklerinde kendilerine ücret ödeyen tarafın davasını destekleyecek kanıtlar toplamaya çışırlar.”
  • 17Bkz. “Margaret M. Mitchell”, The University of Chicago Divinity School  http://divinity.uchicago.edu/faculty/profile_mmitchell.html > (erken 2004 tarihlerinde erişildi).
  • 18Not: Türkçe basım bu cümlenin anlamını iyi aktarmadığı için İngilizce basımdan çevirdim (s. 341: “every faith in the world is based on fabrication”).
  • 19Richard J. Evans,  Tarihin Savunusu, çev: Uygur Kocabaşoğlu (Ankara: İmge Kitabevi, 1999), s. 126.
  • Telif Hakları © 2004
  • Chuck Faroe
  • Tüm Hakları saklıdır. İzin ile kullanıldı.
İlk yayınlama: e-manet Sayı 4 (Nisan - Haziran 2004), s. 15–19.