Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Kaynak

1. Bölüm

Yayın Tarihi: 01.04.2003

“Çeviri, ışığın içeri girmesi için pencereyi açmaktır; kabuğu kırıp kabuğun altındaki öze ulaşmak, perdeyi aralayıp en kutsal yere bakmak, kuyunun ağzındaki kapağı kaldırıp yaşam suyuna kavuşmaktır.”

1611 yılında yayınlanan Kral James çevirmenlerinin okuyucuya notudur bu.

Her çevirinin bir tarihi, bir tarihçesi vardır. Örneğin İngilizce konuşan ulusların hem edebiyat hem de ruhsal yaşamlarında önemli bir kilometre taşı var: Kral James, ya da King James Çevirisi. Bazı çeviri ve edebiyat uzmanları, bu çevirinin İngiliz dili ve edebiyatı üzerindeki etkilerini saymaya kalkmak, deniz kıyısındaki kumları saymaya kalkmak gibi bir şeydir derler. Onu izleyen çeviriler üzerindeki etkisini kolaylıkla görebiliriz.  Tabi konumuz Türkçe Kutsal Kitap ve kitabın çevirisi olunca ilk çeviriyle ilgili bilgiler için zaman tünelinde bir 350 yıl kadar geri gitmemiz gerekir.

Kutsal Kitap’ın Türkçe Çevirisi

Kutsal Kitap’ın her dile yapılan çevirisinin ilginç bir öyküsü vardır. Ama bunların arasında Türkçe ilk çevirinin öyküsü kadar dramatik olanı pek azdır. Çevirinin başlaması, süreci, çevirmenin yaşam öyküsü ayrı ayrı birer serüvendir. Özellikle çevirinin süreci başlı başına bir macera olarak nitelenebilir.

Öykünün ilk bölümü için zaman tünelinde aşağı yukarı 400 yıl geriye gitmemiz gerekir.

1600’lerin başlarında Polonya’lı bir ailenin bir erkek çocukları olur. Aile çocuğa Albertus adını verir. Albertus Bobowsky. Bobowsky henüz küçük bir çocukken Tatar akıncıları tarafından kaçırılıp zengin, soylu bir Osmanlı ailesine satılır. Daha sonra Osmanlı Saray çevresine giren Bobowsky yirmi yıl süreyle ciddi ve disiplinli bir eğitimden geçirilir. Bu eğitim döneminden sonra İslamiyet’i kabul eder ve Ali Bey adını alır.

Dil konusunda üstün yeteneklere sahip olduğu kuşku götürmez. On yedi dili rahatlıkla anlamasının yanı sıra İngilizce, Fransızca ve Almanca’yı mükemmel konuşabilmektedir. Sarayda yaşayan Ali Bey, bu nitelikleriyle çok geçmeden VI. Mehmet’in baş çevirmeni olur.

İngilizce’yi böylesine akıcı şekilde konuşan Ali Bey’in İstanbul’daki arkadaşlarından biri de İngiliz vaiz Bay Boyle’du. Ali Bey, Bay Boyle’ın isteği üzerine İngiliz Kilisesi’nin İlmihali’ni Türkçe’ye çevirir. Bundan sonra sözlük ve dilbilgisi alanında da çalışmaları olur. Saraydaki bu yeteneği başkaları da keşfetmekte gecikmedi. Bunlardan biri, o sırada İstanbul’da bulunan Hollanda elçisi Levin Warner’dır. Levin Warner’in teşvikiyle Ali Bey’in Kutsal Kitap çeviri tarihinde adı geçen kahramanlardan biri olmak yolunda ilk adımı attığını görüyoruz. Ali Bey’in doğrudan özgün dillerden mi çeviri yaptığı konusu kesin değildir. Ama kesin olan şu ki, sonraki araştırmalar çevirinin akıcı, sadık ve edebi açıdan başarılı olduğunu gösterdi. Ali Bey; Kutsal Kitap’ın tamamı üzerindeki çalışmalarını 1666’da tamamladı. Çeviri gerekli kontrollerden geçtikten sonra basılmak üzere Hollanda’nın Leyden Üniversitesi’ne gönderildi. Metnin Leyden’e gönderilmesiyle Ali Bey’in işi tamamlandı. Ama tarihi kayıtlar, Ali Bey’in en büyük arzusunun tekrar Hıristiyanlık’a dönmek olduğunu bildiriyor bize. Ne yazık ki, ölüm, ismen Müslüman, ama yürekte  Hıristiyan olan Ali Bey’in bu arzusunun gerçekleşmesine olanak bırakmadı.

Görsel
1666 yıında tamamlanan Ali bey çevirisinden Yuhanna 10:27-30

Biz yine çevirinin öyküsüne dönelim. Leyden’e gönderilen metin her nedense basılmayıp bir rafa kondu ve ister inanın ister inanmayın, 150 yıl o rafta kaldı. Dile kolay! 150 yıl insanlık tarihinde çok uzun bir zaman dilimi.

150 yıllık ara bizi 1800’lerin başına taşır. Bu sırada Rusya’nın İstanbul’daki elçisi Baron von Diez, Türkçe’ye duyduğu büyük ilgiyle işe koyu-lup kısa zamanda bu dilin en yaman uzmanlarından biri olduğunu gösterir. Diplomatların değişmeyen kaderi bu ya, bir süre sonra von Diez Berlin’e tayin edilir. İşte Berlin’de bulunduğu ilk yıldan itibaren Ali Bey’in unutulmuş metnine duyduğu ilgi yeniden uyanıyor. Tam bu sırada Hollanda’yı da kapsayan bir gezinin başında bulunan Rev. Robert Pinkerton’la tanışır. Pinkerton aynı zamanda İngiliz ve Ecnebi Kitabı Mukaddes Şirketi’nde çalışmaktadır. Aralarında geçen konuşmanın ana konusu Ali Bey’in yıllar önce üzerinde çalıştığı Kutsal Kitap çevirisidir.

Pinkerton’ın geziden sonraki ilk işi Ali Bey’in metnini incelemek olur. Çevirinin kalite ve doğruluğundan emin olduktan sonra Kitabı Mukaddes Şirketi’nin Londra’daki merkeziyle temasa geçer ve Leyden Üniversitesi yetkilileriyle metnin kopyasını edinmek için görüşmelere başlar. Üniversite büyük bir cömertlikle metnin Berlin’de bir kopyasının yapılmasına izin verir. Kitabı Mukaddes Şirketi metnin basıma hazırlanması görevini Baron von Diez’e verir.

Baron hemen işe koyulur. 1814’te günlüğüne şu notu düşer: “Tanrı’nın yüceliği ve sevdiğim insanlar için bu işin bir an önce sonuçlanmasını yürekten diliyorum. Bu konuda beni kaygılandıran bir tek şey var: altmış yaşındayım ve sağlığım çok iyi; ama yine de işin ortasında Rab beni yanına çağırırsa işi kimin bitirebileceğini bilmiyorum. Tanrı’ya dua edeceğim, bana bu işi bitirmek için ömür versin.” Bu sözler Baron’un adanmışlığını, Tanrı Sözü’ne verdiği değeri anlatmaya yetiyor sanırız. Günlüğünde şöyle devam eder sözlerine:”Eğer metin şu ana kadar gördüğüm kalite ve doğrulukta devam ederse bana çok az iş kalacak gibi. İnanıyorum ki, Ali Bey’in çevirisi, Türkçe’nin kalıcılığı için tarih boyunca değişmez bir kaynak olacaktır. Eğer bir gün Türk dili herhangi bir nedenle yok olsa bile bu kitap sayesinde dili yeniden diriltmek hiç de zor olmayacaktır.”

Ne yazık ki Baron’un sağlığı iradesi kadar güçlü çıkmadı. İşe başladıktan iki yıl sonra, daha ancak Musa’nın ilk dört kitabını bitirmişti ki, ölüm onun bu soylu işine ara noktayı koydu. Günlüğünün son satırları şöyle:”Yaşarsam Rab için yaşarım; ölürsem Rab için ölürüm.”

“RAB işçilerini gömer, ama işine devam eder” diye bir söz var. Bu sefer de böyle oldu ve RAB kısa zamanda işi sürdürecek birini sağladı. Yine Kitabı Mukaddes Şirketi aracılığıyla Baron’un yerini M. Jean Daniel Kieffer aldı.

Kieffer’in yaşam öyküsü, Türkçe Kutsal Kitap çevirisinin öyküsüne uyacak kadar renkli ve ilginçtir. Strasbourg’ta 1767’de doğdu. Çocukken babasını kaybetti. Gençliğinin ilk yıllarında doğu dillerine duyduğu ilgiyle Strasbourg’taki St. William Kolejine başladı. Dil alanındaki başarısı onu Paris’te bulunan dışişlerine taşıdı.

Kieffer 1796’da Fransa’nın İstanbul elçiliği tercümanlığına atandı. İstanbul’a gelişinden kısa süre sonra Osmanlı-Mısır savaşı başladı. Fransa’nın Mısır üzerindeki nüfuzundan dolayı Kieffer ve Fransa Elçisi Padişah’ın hışmına uğradı: her iki görevli Yedi Kule Zindanına atıldı. Birkaç yıl dünyayla temasları tamamen kesilmiş olarak zindanda tutuldular.

Bu süre içinde Yedi Kule Zindanı Kieffer’in çalışma odası haline geldi. Zindandaki arkadaşlarının yardımıyla Türkçesi’ni pekiştirdi. 1803’e kadar süren zindan hayatı sonunda Paris’e döndü. Aynı yıl Napolyon’un huzuruna çıkacak olan Türk elçisine eşlik etti. Dil yeteneğini keşfeden devlet adamları çok geçmeden ona en layık yeri buldular: Dışişlerinde çevirmenlik. Ardından Fransız Kolejinde boş olan Türk Dili Profesör Yardımcılığına atandı. 1817’de Kralın doğu dilleri tercümanlığına atandı. Bay Kieffer’in Kitabı Mukadddes Şirketiyle nasıl temasa geçtiği tam bilinmiyor; ama herhalde Protestanlık’ın Fransa’da hoş görülmesiyle başlayan bir ilişki olmalı. Her neyse, 1817’de Baron von Diez’in ölümünden üç ay sonra Profesör Kieffer Kitabı Mukaddes Şirketi’nden gelen teklifi kabul ederek Ali Bey’in çevirisi üzerindeki çalışmalarına 25 Temmuz 1817’de Krallığın izniyle başladı.

Profesör Kieffer’in isteğiyle Ali Bey’in metni Paris’e gönderildi. Leyden Kütüphanesi’nin Müdürü Kieffer’e yazdığı mektupta, “Bu çalışmayı zevkle yapacağınıza, Kitabı Mukaddes Şirketi’ni memnun edeceğinize ve yazın dünyasına büyük bir katkı sağlayacağınıza  inanıyorum.”

Görsel
1819'da basılan ilk matbu Osmanlıca İncil'den Yuhanna 10:27-30

Bu sözlerden aldığı teşvik ve cesaretle işe girişen Prof. Kieffer metni hızla basıma hazırlamayı hedefledi. 1819’da Prof. Kieffer, Kitabı Mukaddes Şirketi’nin Kuruluş yıldönümünde Gloucester Düküne takdim edildiğinde elinde mürekkebi hala kurumamış üç adet İncil vardı. Paris’te Krallık matbaasında basılmıştı. Kieffer’i kutlayanlar arasında ünlü İngiliz Parlamenter William Wilberforce da vardı.

O ilk heyecan geçmeden İncil metninde ciddi bazı çeviri hataları saptandı. Bereket versin sadece 100 kopya kadarı dağıtılmıştı. O kopyalar da toplandı ve hemen bir komisyon kurulup hatalar giderildi. İncil’de toplam 49 hata düzeltilmişti. Artık Prof Kieffer ve yardımcıları Eski Antlaşma’ya başlayabilirlerdi. Ali Bey’in metni özgün dildeki metinle karşılaştırılarak işe devam edildi. Nihayet 1827’de gözden geçirme ve düzeltme işlemleri bitirilip Kutsal Kitap’ın tamamı basıldı ve Ali Bey’in metni Leyden’e geri gönderildi.

İlk Türkçe (Osmanlıca Türkçesi demek daha doğrudur) basımı 1827’de Paris’te yapılan Kutsal Kitap’ın İstanbul’a  ulaşan ilk nüshaları buradan Anadolu’ya nasıl ulaştı? Bununla ilgili de ilginç öyküler var elimizde. Ama bunları şimdilik geçip son 40 yıl içindeki çeviri uğraşlarına bir göz atalım.

Günümüzde sürüp giden müjdeleme uğraşları 1960’larda başladı. Bu yıllarda müjdeleme için İncil ve Kutsal Kitap dışında Hıristiyanlıkla ilgili hemen hiçbir şey yoktur. 1960’lı yılları yaşayanlar hatırlar; dildeki özleştirme çalışmaları büyük hız kazanmış, ana babalar okul kitaplarındaki kimi ifadeleri çözemez olmuştu. İktidarların rengine göre gazete ve okul kitaplarındaki dil bir eskiye bir yeniye dönüyordu. Bu gel-gitler epey sürdü. Bazı yeni sözcükler kabul görürken bazıları da alay konusu oluyordu. Hostes yerine uydurulan  gökkonuksalavrat gibi. Bu özleştirme çabaları zamanla daha düzeyli ve tutarlı bir yörüngeye oturmaya başladı. Türk Dil Kurumu ve kurumun dışında faaliyet gösteren yazar-çizerler dildeki özleşme uğraşlarına kendi olanaklarınca katıldılar. Bu arada yerli ve yabancı Hıristiyanlar Kutsal Kitap’ın çağa göre eskiyen dili karşısında yeni bir çevirinin kaçınılmaz olduğunu daha açık şekilde görmeye başladılar. Birçok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de yeni çeviri uğraşlarının başını çeken Kitabı Mukaddes Şirketi oldu. 1970’lerde Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’inden bir profesörle başlayan çağdaş Türkçe çeviri uğraşları 1977’de profesörün ölümüyle kesintiye uğradı. Kitabı Mukaddes Şirketi Almanya’da çalışan Sayın Tomas Kosmades’le yoluna devam ederken yurt içindeki yerli ve yabancı inanlılar Translation Trust öncülüğünde ayrı bir çeviri projesi başlattılar. Tabii bu çeviriler İncil çevirileriydi. Her iki grup da çevirilerini aşağı yukarı aynı zamanda sonuçlandırdı. Translation Trust’ın aracılığıyla yapılan çeviri Yeni Yaşam Yayınları, Kitabı Mukaddes Şirketi tarafından yaptırılan çeviriyse yine Kitabı Mukaddes Şirketince yayınlandı. Birçoğunuzun bildiği gibi, Eski Antlaşma çevirisi söz konusu olunca her iki ekip güçlerini birleştirmeye ve tek bir Eski Antlaşma çevirisi yapmaya karar verdi.

Üç çevirmen ve bunlarla birlikte çalışan üç İbranice uzmanı, düzeltmenler ve üslup uzmanlarıyla başlayan çeviri projesi yaklaşık 12 yıl sürdü. On iki yıl birlikte çalışan çevirmenler ve ekipteki diğer arkadaşların hep göz önünde tuttukları ilk prensip-ilke çevirinin özgün metne sadık olmasıydı. Sadakatin yanı sıra çevirinin Türkçe açısından akıcı, doğru, anlaşılır ve Kutsal Kitap içeriğine uygun ağırbaşlı ve düzeyli bir anlatıma sahip olmasıydı.

Temel Metinler

Eski Antlaşma çevirisi İbranice metne (Masoretik metin) dayanarak yapıldı; Yeni Antlaşma çevirisi ise Kitabı Mukaddes Şirketi’yle çoğu uzmanların dünyaca ortak metin olarak kabul ettiği Grekçe metinden yapıldı. Gerektiğinde ilk Grekçe çeviri olarak bilinen Septuaginta’ya, 1947 yıllarında Lut Gölü civarında Kumran mağaralarında keşfedilen Kumran El yazmalarına, İ.Ö 2. yy’dan kalan Samiriye Tevratı’na, Eski Süryanice el yazmalarına, Targum’a ve Latince Vulgata’ya başvuruldu.

Çeviride Gözetilen İlkeler ve İzlenen Yöntem

Özellikle metne sadık kalmak için üstün bir gayret gösterildiğinden emin olmanızı istiyoruz. Çevirmenlerin geliştirdiği ilk taslaklar birlikte çalıştıkları İbranice uzmanlarına gönderildi. Onlardan gelen önerilerin işlendiği taslak 1.taslak olarak düzeltmenlere gitti. Bu işlemlerden sonraki yeni metinler, düzeltmenler ve üslup uzmanlarınca iki üç kez gözden geçirildi. Düzeltmenlerle üslupçuların son önerileri, çevirmen, Grekçe, İbranice, ya da Aramice uzmanıyla düzeltmen ve üslupçuların da katıldığı çeviri kurulunda görüşülüp sonuçlandı. Çeviri Kurulu yılda birkaç kez toplanarak bu işlemlerden geçen metinlere son şeklini verip onayladı.

Tanrı’nın adları: Tanrı’ın Eski Antlaşma’daki adları ve sıfatları çevrilirken güçlüklerle karşılaşıldı. Uzun süren tartışmalardan sonra İbranice’de Elohim diye geçen sözcük Tanrı, Adonay sözcüğü Rab, İbranicesi dört sessiz harften oluşan ve büyük olasılıkla Yahve diye telaffuz edilen YHVH sözcüğü RAB, Yahve ve Adonay sözcüklerinin birlikte geçtiği yerler EGEMEN RAB diye çevrildi

Kutsal Kitap’ın anlaşılır olmasını amaçladık: Çevirinin hem okunurken hem de dinlenirken anlaşılır olmasına büyük özen gösterildi. Dünyanın her yerinde Kutsal Kitap’ı okunurken dinleyenlerin sayısı bizzat okuyanlardan fazladır. Üslup ve sözcüklerin okumayı zorlaştırmayacak biçimde seçilmesi bu nedenle çok önemlidir. Sorulması gereken soru şudur: “Bu ayet bu haliyle yanlış anlaşılabilir mi?” Böyle bir sonuç için her sözcük her cümlecik, cümle ve birbirini izleyen paragraflar arasındaki uyuma titizlikle uyuldu. Okuyucunun dinsel geçmişi ve eğitim düzeyi gözetilerek çevrilen ifadenin son şekli verildi.

Şiirsel metinlerin iki sütun halinde dizilmesinde cümleleri nerede böleceğinize dikkat etmek zorundasınız; aksi halde gülünç ve yanlış ifadeler çıkar ortaya. Örneğin: Süleyman’ın Özdeyişleri 1:11

Şöyle diyebilirler:
“Bizimle gel adam
Öldürmek için pusuya yatalım
Zevk uğruna masum kişileri
Tuzağa düşürelim.” 

Burada “gel” sözünden sonraki virgülün yerini değiştirip “adam” sözcüğünden sonraya alır ve adam sözcüğünü bir üst satıra atarsak anlam değişir.

Bugün elinizde bulunan bu yeni çeviri, sadece son 20 yıllık çalışmanın ürünü değildir. 1666’da sonuçlanan ve 150 yıl Leyden Üniversitesi’nin raflarında dokunulmadan kalan ilk Osmanlı Türkçe çevirisiyle başlayan 350 yıllık bir sürecin, çabanın, geleneğin ürünüdür. O ilk uğraşlar olmasaydı bugünkü çeviri de olmayabilirdi. Bu işe ömrünü adamış o ilk öncülerin çabaları bugünkü çeviriyi de mümkün kıldı. Bu arada Kutsal Kitap çevirisi alanında yetişmiş dünya çapında ünlü çeviri teorisyenleriyle uzmanlarının çalışmalarından çeviri boyunca, aralıksız yararlandık. Wycliffe Bible Translators başlıklı diziden ve Kitabı Mukaddes Şirketi’nin “Helps For Bible Translators” adlı diziden sona kadar yararlandık. Bu kuruluşlara şükran borçluyuz.

Ve son olarak burada bulunan herkese, dualarınızla, maddi manevi yardımlarınızla bizlere destek olduğunuz için RAB adına teşekkür etmek isterim. 

“TANRI, İNSANLARIN SUÇLARINI SAYMAYARAK DÜNYAYI MESİH’TE KENDİSİYLE BARIŞTIRDIVE BARIŞTIRMA SÖZÜNÜ BİZE EMANET ETTİ” (2Ko. 5:19).

Hepimiz Tanrı Sözü’nün güvenilir kahyaları olmalıyız. AMİN.

Bu yazının hazırlanmasında Rev. A. A. Cooper’in The Story of the (Osmanlı) Turkish Version (London: British and Foreign Bible Society, 1901) adlı eserinden yararlanılmıştır.

  • Telif Hakları © 2003
  • Ali Şimşek
  • Tüm Hakları saklıdır. İzin ile kullanıldı.
İlk yayınlama: e-manet Sayı 2 (Nisan - Haziran 2003), s. 15–18.