Çeviri Diline İlişkin Yeni Yaklaşımlar
Kutsal Kitap çevirisinde karşılaşılan sorunlardan biri de çeviri diliyle özgün dil konusundaki yanlış görüşlerdir. Bu nedenle çevirmenler öncelikle doğru yaklaşımı benimsemelidir. Nedir bu yaklaşım? Özgün dillerin kutsal, göksel diller olmadığı kabul edilmelidir. Dilinizin de yeterli olduğuna inanmalısınız.
Her dilin üstün nitelikleri var.
Dilinizin yeterli olduğuna inanmalısınız.
Bu ne demektir? Her dilin kendine özgü bir karakteri var: sözcük yapısı, sözcük türetimi, sözcüklerin dizilişi, cümleciklerin bağlanması vs. Her dilin zengin olduğu bir alan var. Kimileri ziraatla ilgili, kimileri avcılıkla kimileri dokumacılıkla ilgili alanlarda daha zengin bir anlatıma sahip. Bazı diller kinayeli, mecazi ve renkli tasvir anlatıma açıkken kimileri değildir. Birçok dil edilgen çatıyı kullanmazken bazı diller sık sık kullanır.
Çeviri mesajını etkili biçimde iletmek için dilin özelliklerine saygılı olmalıyız.
Dilde bazı özelliklerin yokluğundan sürekli yakınmaktansa dilin sahip olduğu özellikleri sonuna dek kullanmak daha geçerli bir çözümdür. Örneğin, Güney Amerika ülkelerinden birinde çevirmen dili öyle zorladı ki, dilde olmayan pasif (edilgen) çatıyı kullanmakta ısrar edince kendinden başka hiç kimsenin anlamadığı bir çeviri çıktı ortaya.
Bir dilde ifade edilen bir düşünce bir başka dilde ifade edilebilir.
Özgün dillerde olan bazı sözcük ve ifadelerin çevirisinde özel güçlüklerle karşılaşılabilir. Örneğin kar yağmayan, karın bilinmediği bir dilde “kar gibi beyaz “ derseniz kim anlayacak? Ya buna yakın bir sözcük seçeceksiniz, örneğin buz ya da kırağı gibi. Ya da tamamen farklı bir nesne seçeceksiniz. “Mantar kadar beyaz” diyeceksiniz.
Bazı durumlarda özgün dilde aynı bazı sözcük oyunları yapılmış; bunu çeviri dilinde tekrarlamak her zaman mümkün değildir.
Örneğin Yuhanna İncil’inde 3:5-8 ayetlerinde geçen ruh ve yel sözcükleri Grekçe’de aynı sözcüklerdir: Pneuma. Böyle durumlarda yapabileceğimiz şey, bir dipnotla okuyucuya bunu açıklamaktır.
İçeriği korumak için biçim değişmelidir.
Diller biçim açısından farklıysa mesajın içeriğini korumak için çevirmen biçimi değiştirmek zorundadır.
Diller biçim açısından farklıysa (ki onları farklı kılan bu zaten), mesajın içeriğini korumak için çevirmen biçimi değiştirmek zorundadır. Örneğin Markos 1:4’e bakalım. Grekçe burada “tövbe vaftizi” şeklinde bir isim cümleciği yer alır. Kelime kelime çevrildiğinde özgün metnin anlamını çıkarmak zordur. Ortalama okuyucu, vaftizle tövbe arasındaki bağı kurmakta zorlanır. Daha önemlisi, dillerin çoğu olayları (ki hem tövbe hem vaftiz birer olaydır) fiille anlatır. Dolayısıyla ifademiz yeni çeviride, “tövbe edip vaftiz olmak” biçimini aldı.
Özgün Dile İlişkin Yeni Yaklaşımlar
İbranice ve Grekçe, bütün güçlü ve zayıf yanlarıyla diğer dünya dillerinden farklı değildir. Ne göksel dillerdir, ne de Kutsal Ruh’un kullandığı dildir. Bu dillerin gerçek değerini keşfetmek için geçerli olan üç temel tanrıbilimsel uygulamayı anlamak gerekir:
- Kutsal Kitap’ın dilleri diğer doğal diller kadar sınırlıdır. Unutmamak gerekir ki bu dillerin kullandığı birçok ifade, kullanıldıkları kültür, coğrafya ve tarihi dönemine aittir. Bugün herhangi bir konuyu anlatırken nasıl ki bazı sözcükleri özel anlamlarda kullanıyorsak, Kutsal Kitap yazarları da aynı şeyi yaptılar. Yeni sözcükler icat etmediler; var olanları kullandılar.
- Kutsal Kitap yazarları, anlaşılacaklarını umarak yazdılar. Herhalde biraz da orta çağ kilisesinin tutumundan olacak, yüzyıllarca insanlar Kutsal Kitap’ın okunup anlaşılmak için yazıldığını unutmuşlardı. Nitekim Today’s English Version gibi çeviriler çıktığında kimileri bunları Kutsal Kitap olarak kabul etmekte zorlandılar. Neden? Çünkü okunduğunda anlaşılıyordu. Kutsal Kitap yazarları ilk yazdıklarında o günün geçerli konularını ve olaylarını göz önüne alarak yazdılar.
- Çevirmen, yazarın anlatmak istediğini anlamalı ve çevirisinde bunu vermelidir. Çok açık bir ifade değil mi? Ama bazen o kadar da açık şekilde anlaşılmıyor. Bazıları Grekçe metnin anlamını çözmek için önce Aramice’ye gidip İsa’nın ne demek istediğini öğrenmeli, sonra da Grekçe’yi çözmeliyiz diyorlar. Örneğin, Luka kitabını Grekçe yazdığında okuyucusuna ne demek istedi? Eğer doğru ve sadık bir çeviri yapmak istiyorsak, esas sorulacak olan soru bu. Çevirmen, Kutsal Kitap yazarının ne arkasında kalmalı, ne de önünde gitmeli. Onun koluna girip onu anlamaya, ve söylediğini kendi okurunun anlayacağı şekilde vermeye çalışmalıdır.
Çevirmen, yazarın anlatmak istediğini anlamalı ve çevirisinde bunu vermelidir.
Çevirideki Yeni Yaklaşımın Sonuçları
Yeni çeviri anlayışının sonuçlarını görmek için Romalılar Mektubunun 1:1-7 ayetlerini ele alacağız. Bu ayetlerin Eski ve Yeni çevirideki durumunu karşılaştıracağız.
Eski çeviri biçim açısından Grekçe’yi ve sözcük kategorilerini yüzde yüz korumuşa benziyor. Şunu demek istiyoruz: isimler isim olarak, fiiller fiil olarak çevrildi. Ortalama okuyucu için bu metin bazı zorluklar içeriyor: İki tire arasında verilen uzunca cümle daha başlangıçta öznenin kaybolmasına ya da yanlış anlaşılmasına neden oluyor. Grekçe’de çok sık karşılaştığımız “en” öneki eski Türkçe çeviride genellikle-----de diye çevrildi. Örneğin, Rab’de, Allah’ta vs, Onda vs..İngilizce en eski çevirilerden biri olan RSV’de bile bu ne kadar katı davranılmadı. Bazı yerlerde “in”, gerektiği yerlerde “through”=aracılığıyla şeklinde çevrilebilmiştir.
Bir diğer nokta, ....”onun ismi için imana itaat olunmak üzere” ifadesidir. Yukarda sözünü ettiğimiz edilgen çatının pek de uygun olmayan ve anlamı alabildiğine kapalı kılan bir kullanımıyla karşı karşıyayız.
“Aslında bütün milletlerde” diye başlayan kısım, “imana itaat olunmak üzere...”nin fiilidir ve öyle çevrilmelidir;
“ismine itaat olunmak üzere” ifadesi kapalı ve cümlenin diğer kısımlarıyla zor ilişkilendirilebilir.