Bazı kitapları okuyup geçebilirsiniz, bazı kitapları sindirmeniz gerekir. DeYoung’ın kitabı ikinci türe aittir. DeYoung, günümüz Hristiyan topluluklarında oldukça az söz edilen bir konuyu ele alır. Geçmişte övüngenlik çok fazla dikkat çeken bir konuydu. Çöl Babaları (ilk Hristiyan münzeviler ve keşişler) övüngenliği anlamak ve ondan kaçınmak için büyük çaba sarf ettiler. DeYoung, bu kötü alışkanlığın modern toplumdaki örneklerini göstererek bu konu başlığını günümüze taşımaktadır. Bu zamana dek çok az önemsediğimiz bir günah hakkında bize, okuyucularına meydan okur.
Görkem nedir?
Thomas Aquinas görkemi basitçe “gözler önüne serilen iyilik” veya “ihtişamı gözle görülür hale getirilen ve gözler önüne serilen” iyilik olarak tanımlamaktadır (s. 14). İnsanlar iyi olan bir şeyi, cazibesini veya arz edilebilirliğini fark ettiğinde genellikle takdir eder ve över. Bu iyi şey belli bir alanda bir beceri, bir yetenek veya güzellik olabilir. Bir insan erdemini (görkemini) ya kasıtlı olarak ya da böyle bir maksadı olmadan gösterebilir.
Güzelliğin sergilenişiyle belirginleşen görkemin olumlu bir sonucu, başkalarını Tanrı’ya daha yakın hale getirebilmesi ve onlara iyi olmayı öğretebilmesi olabilir.
Övüngenlik nedir?
Gurur “benim iyiliğim başkalarınınkinden üstündür” inancını taşır, övüngenlik başkalarından daha üstün görünme arzumdur. Övüngenlik başkalarının dikkat çekmek, kabul edilmek ve benzer şeylerle ilgiliyken, gurur pozisyonum ve gücüm üzerine odaklıdır. Böylece bu kötü alışkanlık hem bir aktör (kişinin kendisi) hem de izleyiciler ister. Övüngenlik, Hristiyanlar arasında olduğumuzdan daha dindarmışız gibi görünmeye kalkışmamızla görülmektedir. “İyi” bir Hristiyan olarak bilinmeye veya Hristiyan topluluğu içinde çok iyi tanınmaya çalışabiliriz. İzleyici kitlemizin algısını şekillendirmek için sözcüklerimizi ve sosyal medya gibi alanları kullanabiliriz, öyle ki bizimle ilgili belirli bir görüşe sahip olabilsinler. Ancak egomuzu ve kimliğimizi insanların takdiri, alkışı ve ödülü üzerine kurduğumuzda, ölümcül bir kusur işlemiş oluruz. Bu şekilde, nihai amacımız insanların gözünde görkeme sahip olmak olur.
Bir insanın doğal olarak onurlandırılmaktan ve övülmekten hoşlanmasının bir sebebi, bunun onlara başkalarının kafasında bir itibar ya da ün sağlayacağı inancıdır. Fakat DeYoung Craig Nakken’den alıntı yaparak, “şöhretin sunar gibi göründüğü en iyi şey, sevildiğine dair bir göz yanılsamasıdır” (s. 52; vurgu bana aittir).
DeYoung, insan olarak sosyal ve ilişkisel varlık olduğumuzu kabul eder. Durum böyleyken, görkemli görülmemiz insan olarak beslenmemiz açısından faydalıdır. Örneğin, yaşamlarında ırkçılık veya cinsiyetçi muamele görmüş kişilerin deneyimlediği acıyı ve incinmeyi bir düşünün. Bu insanların iyi yönleri küçümsenmiştir ve bundan ötürü acı çekmektedirler. Bizler sevgi dolu dostluklarla beslenmeye ihtiyaç duyarız. Böyle bir sevgi, olmaya çalıştığımız biri gibi değil, gerçekten olduğumuz gibi kabul edilmeyi ve beğenilmeyi gerektirir (s. 52).
Övüngenliğin çeşitleri
Övüngenlik, Çöl Babaları tarafından başlıca sekiz kötü alışkanlıktan biri olarak sayılıyordu. Başlıca kötü alışkanlıkların listesinin aslı (açgözlülük, şehvet ve kıskançlık dahil) bilinçli bir şekilde Hristiyan toplulukların geleneğinden alınmaydı. Bu liste, keşişlerin öğrencilerini Mesih’in “askerleri” ve “atletleri” olarak yetiştirmede kullanmaları için oluşturulmuştu (s. 112). DeYoung en kötü alışkanlıkların hepsinin, yaşamlarımızı yönetme biçimi olarak “Tanrı’ya dayanmak” yerine, tatmin olma hedefli “kendin yap” tarzıyla içlerinde gururu barındırdıklarını belirtir (s. 37). Başlıca kötü alışkanlıkların üçünden biri olan övüngenlik, diğer kötü alışkanlıkların kaynağı olarak görülüyordu. Bir diğer deyişle, diğer kötülükler övüngenlikten çıkmaktaydı ya da onun meyveleriydiler. Övüngenlikten kaynaklanan birkaç kötülük şu şekilde tanımlanır:
- Böbürlenme (iyi niteliklerimizi abartma);
- İkiyüzlülük (sahip olmadığımız iyi niteliklere sahipmişiz gibi davranmak);
- Yeniliklerin sahibi olma gururu (kişinin izleyicide korkuyla karışık saygı yaratmak için en sonuncu, en iyi, eşsiz veya orijinal bir şeyi kullanması ya da sahip olması);
- Bu belli başlı kötü alışkanlıklar, direkt olarak başkaları tarafından görkemli görülmeyi ve yüceltilmeyi beklediklerimizdendir (s. 57).
Övüngenlikten kaynaklanan başka kötü alışkanlıklar insanlardan dolaylı olarak takdir bekler. Bunlar kendimizi başkalarından daha alçak seviyede gördüğümüzü gösteriyor. Başkalarının beğenisini kaybetmeyi veya küçük görmeye başlamasını şu yollarla önlemeye çalışıyoruz:
- İnatçılık (kendi muhakememizin hep doğru olduğunu ısrar etmek)
- Anlaşmazlık (bizden daha hikmetli olanlar dahil, başkalarıyla anlaşmayı reddetmek, haksız olduğumuzu kabul etmemek)
- Çatışma (başkalarının gözünde kötü görünmemek için yüzleştirmede ne olursa olsun baskın çıkmayı amaçlamak)
DeYoung, övüngenliğin günümüzde hangi yollarla kendini gösterdiğinden söz eder. Özgeçmişimizi güzelleştirdiğimiz gibi, havalı bir görünüm sergileyebiliriz. Ya da Hristiyan ahlakına göre övgü beklemeden yapılan “iyilik”ler için takdir bekleyebiliriz. Bunun örnekleri arasında, en son modayı yakalamak için aşırı para harcamak veya telefonumuza gelen aramaların çokluğuyla ne kadar önemli olduğumuzu göstermek yer alabilir. Buna ek olarak, erdemli veya dindar eylemler bile insan tarafından övülme ve yüceltilme sevdamıza hizmet edebilir. Övüngenlik, insanlar arasında görkemle parlamayı yanlış bir hedefe yöneltir: kendimize. Tanrı’nın hakkı olanı kendimiz için iddia ederiz. Tanrı’nın bize vermiş olduklarının kendimizden kaynaklanmış sayarız..
DeYoung, övüngenliğimizi değerlendirmemize yardımcı olabilecek şu soruları sormamızı önerir: (s. 25)
- Yüceliği nereden bekliyorum? Herhangi bir şeyden mi, yoksa gerçekten iyi bir şeyden mi?
- Yüceliğe neden böyle takığım? Dikkat merkezi olmak istediğim için mi?
- Kimin tarafından tanınmak istiyorum? Dikkatini çekmeyi umduğum seyirci kim?
Övüngenliği Yenmek
Eğer dürüst olursak, imanlılar olarak yaşamlarımızın çoğunu bir boşluk içinde geçiriyoruz. Genelde temelinde erdemsiz güdülerle erdemli davranışlar sergiliyoruz (s. 60). Bu ikiyüzlülük değil midir? DeYoung, doğal günahkâr eğilimlerimizin ötesinde hareket ettiğimiz durumlarda erdemli seçimler yaptığımızı anlatmak üzere Ten Elshof’tan alıntı yapar: “Dürtülerimize karşı hareket ediyoruz çünkü... bugün olduğumuzdan başka bir şey olmayı diliyoruz” (s. 67). Fark şudur: İkiyüzlü insanın başarısızlıklarını örtbas etmesi gerekir ama Mesih’in bir öğrencisi için örtbas etmek düpedüz yenilgidir. Dürüst ve sadık bir erdem arayışçısı, artık uzun koşuda daha iyi biri olmak için lekenin gün ışığına çıkma acısının riskini göze alacaktır. Bu süre zarfında ikiyüzlü kişi çoğunluğun takdirini görmenin kısa süreli güvenliğini yeterli bulacaktır.
Mesih’in ardından giden imanlı yaşamında övüngenlik alışkanlığını nasıl kırabilir? Çöl Babaları bu konuda bize bir yol gösterdiler. Kutsallıklarından veya ruhsal armağanlarından ötürü insanların övgülerinden kendilerini uzaklaştırmaya gayret ettiler. Gelenekleri, övüngenlikten kaçınmak için erdeme giden iki faydalı yolu tavsiye etmektedir: sessizlik ve yalnızlığın ruhsal terbiye edişi.
Sessizlik, kendinizle ilgili konuşmamanızdır. Bunu diğer insanların dikkatini çekmek, kazanmak ve şekillendirmek için elimize geçen fırsatları elimizin tersiyle itmekle uygulamaya koyarız. Bu kendimizi sunuş yönetimimizin başlıca yolunun önünü kesmektedir. Bu disiplin, sonunda başkalarını ve onların bizimle ilgili görüşlerini kontrol etme ihtiyacından bizi özgür kılar. Buna ek olarak, başkalarının açıklamalarını farkına varmamız ve dikkatimizi onların armağanlarını ve iyiliklerini kabul etmeye yöneltmemiz için alan yaratır (s. 119).
Yalnızlık, tıpkı sessizlik gibi bizi sözlerimizden men eder, ama bunun yanı sıra bizi izleyici kitlemizden de men eder. Yalnızlık bir yönden, değerimizin başarılarımızla ölçüldüğü ve yaptıklarımızın hep başkaları tarafından değerlendirildiği bir dünyadan bizi geçici olarak siler. ‘Eğer sahte benliğimizin ve önemli görünme imajının maskesini çıkartmak istiyorsak, yalnızlığa ihtiyacımız vardır’ (s. 99). Tanrı’nın sesini iyi bir şekilde işitebilmek için iki şeyi silip atmalıyız: içimizden gelen korkutucu yalanlar ve dışarıdan gelen kendimizi yüceltmek için yapılan baskılar. Övüngenliğe galip gelmek kişinin benliğini sınamasını gerektirir, o da yalnızken yapılır. Bu bir yürek sorunudur (s. 131).
Bu uygulamaları iyi bir şekilde yerine getirmek bize, odak noktamızın ve köşe taşımızın Tanrı’nın bizi tanıması olması gerektiğini öğretir. Bu veya şu alandaki eksikliğimizin ya da üstünlüğümüzün saygımız ve değerimiz açısından parametre olmadığını keşfederiz. Tanrı tarafından zaten görkemli görüldüğümüzü kabul etmek bizi özgür kılar. Kendi başarılarımıza veya tanınmışlığımıza aşırı takıntılı ve bağıntılı olmaktan bizi özgür kılar. Bize ayrıca başarılı ve tanınmış olanları benimseme ve bereketleme özgürlüğü verir. Başkalarının görkemini veya Tanrı’nın onlara verdiği armağanları, yarışma konusu değil, ortak mülk gibi, hepimize verilmiş armağanlar olarak görebiliriz (s. 121).
İnzivaya çekilirken, gelişme sürecimizde diğer imanlılara ihtiyacımızı azımsayamayız. Ayırt etmek, sezmek ve öğrencilik, Hristiyan topluluğunun işidir. Çoğunlukla başkalarıyla iletişim halinde olmadan günahlarımızı göremeyiz. Günahlarımızı itiraf edecek kimselere ihtiyacımız var. Danışmanlık ve lütuf sözleri işiteceğimiz kimselere ihtiyacımız var.
Övüngenlik ve Hizmet
Augustinus, muhteşem kabiliyete sahip bir adamdı. Kendi hizmetinde övüngenliğin üstesinden gelebilmek için mücadele vermeyi kabul etmişti. Augustinus zafere giden en doğru yolun, Tanrı’yı başlıca izleyicisi yapmak olduğunu görmüştü. Dikkatini “ilahi bakış” üzerine odakladı (s. 103), insanların tavsiyesi yerine Tanrı’nın tavsiyelerini işitmek için kendini terbiye etti. Augustinus dinleyicilerini onu dudaklarıyla övmemeye teşvik etti. Bunun yerine onları, öğretisine ve pastörlüğüne iyi yaşamlar sürerek karşılık vermeye teşvik etti. “Ben sadece bir uşağım. Evin sahibi ben değilim. Önünüze benim de beslendiğim kilerden, Rab’bin kilerinden yemek koyuyorum” diye yazdı.
Her şeyde Tanrı’ya ve Tanrı’nın armağanlarına bağımlıyız. Her imanlının gördüğü iyilik (hizmet etme yetisi ve fırsatı) bir armağandır. Tanrı’nın iyi armağanlarının maksadı, kendi nihai sadakatimizi iddia etmek değil, yüreklerimizi minnetle bu armağanları Veren’e çevirmektir (s. 39). Bu nedenlerden ötürü tüm görkem nihai olarak Tanrı’ya yöneltilmelidir. Aksi takdirde yüzüğüyle çekip giden ve kocasını tamamen unutan bir gelin gibi oluruz.
Kitabın son sözünde DeYoung felsefi sunumdan önderliğe has teşviğe geçiş yapar:
İyiliğimizin tanınması ve kabul edilmesi, insanlar olarak özlem duyduğumuz bir şeydir. Tanrı bizi sadece iyi yaratmadı, her şeyin başlangıcında iyiliğimizi, yaratmış olduğu dünyaya “çok iyi” diye beyan ederek doğruladı. Önce O bunu doğruladı. Bu dünyada bu iyiliğin tadını çıkarmak gerekiyor hissi veren her gerçek tat, bizimle ilgili bu ilk gerçek sözün bir yansımasıdır.
Gurur, iyilikle ilgili bu görüşümüzü ve Tanrı’nın bu iyiliği doğrulayışına leke sürer. Tanrı’nın söylemiş olduğu şeye güven duymamamız, bunu yetersiz saymamız ve kendi çabalarımızla daha iyi bir şey ortaya çıkarmaya çalışmamız için bizi ayartır. Ve böylece daha büyük başarılara ya da öyleymiş gibi görünen şeylere can atarız, hak iddia edebileceğimiz bir iyilik raporu elde etmeyi umarız. Ya da dikkatlice oyulmuş maskelerimizin ve şöhretlerimizin ardında gizleniriz, maskemizi yere düşürecek her şeyden endişe duyar ve savunmaya geçeriz. İşimiz, sahip olduklarımız ve ilişkilerimiz, bunların tamamı kendimizi yeteri kadar iyi hissetmek için yeterli onayı elde etmeye çabalama oyununda piyonlar olur. Bu kazanılamaz oyunun kökünde yatan hata elbette ki, onayın kazanılması gerektiği yanılgısıdır. Biz zaten onaylandık ve doğrulandık. Gerçekten de ihtiyacımız olan sözler – “tanınıyorsun ve seviliyorsun” – başlangıçta zaten söylendi. (s. 129).
Övüngenlik ayartısının üstesinden gelebilmek için hepimizin ihtiyacı olan bu gerçektir.