Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Kaynak

Tanrı’nın Gizemi

Bilinmezliği Bilmeye Yarayan İlahiyat

  • Kayra Akpınar

Yayın Tarihi: 01.07.2015

Görsel
Kitap Kapağı

The Mystery of God: Theology for Knowing the Unknowable

Christopher A. Hall ve Stephen D. Boyer

Grand Rapids, Michigan: Baker Academic, 2012

İnancımızın bazı yönlerini açıklamakta güçlük çekmeyenimiz var mı? Mesela Üçlü Birlik’i ya da insanın özgür iradesiyle el ele giden Tanrı’nın mutlak yetkisini kolayca açıklayabiliyor muyuz? Yazarlar Boyer ve Hall bu ve benzeri zor konuları ele alıyor. Bu kitap sadece belirli “gizemler”i ele almıyor, aynı zamanda ilahiyat yöntemleri konusunda iyi bir örnek sunuyor. Bu kitabı okudukça beklentilerimin üstünde olduğunu fark ettim, okuduklarım beni derinlemesine düşündürdü ve beni değiştirdi. Ben de Hristiyan yaşantısı için pratik açıdan yararlı olacağını umduğum bazı gözlemlerimi kaleme aldım.

Kutsal Kitap inancımızın bazı yönlerini gizem olarak niteler. Tanrı’yla ilgili gizemler ile dünyadaki gizemler arasında niteliksel bir fark vardır. Tanrı sadece sınırların ötesinde değildir, sınırsızdır. Tanrı’yı tanımlamak için “en üstün insani terimler” yetersizdir. Tanrı, O’nu tanımlamak için kelimelerin kifayetsiz kaldığı, layık olduğu övgüyü sunmak için sözlerimizin yetmediği ayrı bir boyuttadır. Buradaki mesele Tanrı’nın tamamen bilinemez veya O’na dair bilgilerin fazla ya da anlayış ötesi olması değil, daha ziyade doğamızı ve yetilerimizi aşan bir varlığa yaklaştığımız gerçeğidir. Bu gizem bizde hayranlık ve heyecan uyandırır. Kelimelerimiz yetersiz olsa bile O’nu tarif etmeye çalışmalıyız. Başka bir deyişle “burada bir gizem var, dahasını düşünme” demeden anlamaya çalışmaya devam etmeliyiz.

Tanrı ve gizemden bahsederken bazen çelişkiliymiş gibi görünen şeyler söyleyebiliriz. Ne var ki tamamen farklı bir varlıktan bahsettiğimiz için gerçekte bir çelişki yoktur. Mantık yürütme yetimizi tamıyla kullansak bile haklı olarak şu kanıya varırız: Tamamen mantıklı açıklamalarla Tanrı’yı mükemmel ve tam bir şekilde tanımak aklımızı aşar. Tanrı’nın gizemli oluşu hayal kırıklığına uğratmamalı, aksine O’nunla daha derin bir ilişkiye; sevinç, teslimiyet, tapınma ve güven dolu bir ilişkiye çekmelidir.

Tanrı karakterini ve tasarılarını açıklamasıyla kendisini göstermiştir ve sırf bu gerçekleri bildiğimiz için bile O’na tapınmalıyız. Tanrı kendisiyle ilişki kurabilmemiz için önceden çözmemiz gereken bir bulmaca değildir. O’nu daha iyi ve derin bir şekilde tanıdığımızda O’na daha iyi tapındığımız doğru, fakat daha iyi tapınabilmek için O’nu anlamaktan ziyade O’nunla ilişkiye ihtiyacımız var. Tapınma şükranı kapsar, fakat bunun da ötesine geçerek gözümüzü Tanrı’nın muhteşemliğine odaklar. Tanrı’yı yüceltmek O’nu tarif etmekle aynı şey değildir, fakat tarif etmek de sürecin bir parçasıdır. Tapınma anlayışımızı arttırır, ilahiyatta derinleşmemize yardımcı olur, dolayısıyla tapınmamız da derinleşir. Doğru ilahiyat bizi tapınmaya yönlendirir. İlahiyatımız bizi Tanrı’ya tapınmaya yöneltmiyorsa anlayışımızda gururlanma tehlikesine düşeriz. Yazarlar Boyer ve Hall için “yıkıcı ilahiyat”, Tanrı’nın kişinin kendisini değiştirmesine müsaade etmeden Tanrı hakkında konuşmak veya yazmaktır.

Yaratıcı olan Tanrı’mıza, olması gerektiği gibi, övgü ve tapınmayla, güven ve kutlamayla karşılık veririz. Yaratılışın güzelliği, ihtişamı, gücü ve huzuru karşısında doğal olarak tapınırız. Yaratılışın bu unsurları Yaratıcı’ya işaret eder ve O’na “sessiz” bir şekilde tapınır; bizim tapınışımız o sessiz övgüleri sesli hale getirir ve yaratılışın kendisini değil, övgüyü hak eden Yaratıcı’yı yüceltir. Tanrı yaratılıştan sadece farklı değildir, yaratılışın ötesindedir. Tanrı’yı herhangi bir şeyle kıyaslamamız mümkün olmadığı gibi yaratılıştaki herhangi bir şeye göre ölçemeyiz de. Yüceltilişi bile farklı bir tür yüceltmedir. Boyer ve Hall kitap boyunca “farklılık” kavramını çok güzel bir şekilde işler; Tanrı’nın kim olduğunu tam bir şekilde açıklamak ve anlamak için yeterli olacak bir benzetme, kıyaslama, sıfat veya örnek yoktur, çünkü O’nun “farklılıkları” nitel ve nicel bakımdan açıklanabilecek şeylerin tamamen dışındadır. Bu kavram, farklılık, insanlığı, her şeyin üstünde olan Tanrı’nın önünde doğru bir konuma getirir. Dolayısıyla yazarlar şu sonuca varır: Tanrı’nın üstünlüğünü tamamen kavradığınızı düşünüyorsanız, bu O değildir. Başka bir deyişle, Tanrı’yı tamamen anladığınızı hissediyorsanız muhtemelen anladığınız RAB değil, O’nun kötü bir taklidi veya putudur.

Tanrı’yı tamamen anlamak imkânsız olsa da Tanrı yine de O’nu tanımamızı istiyor. Yaratma ve kurtarma eylemlerinin hepsinde kendini bize açıklar. Bu eylemlere insan odaklı olarak bakmak yerine bunları Tanrı odaklı görmek çok önemlidir. İmanımızın çok önemli bir adımı, Tanrı’nın bizi yaratmasının, sevmesinin ve kurtarmasının öncelikli olarak kendi yüceliği için ve ikincil olarak bizim iyiliğimiz için olduğunu kavramaktır.

Mesih imanlısı, bu “gizemleri” açıklamaya çalışmadan önce Tanrı’nın sözünü dinleme disiplinine sahip olmalıdır. İlahiyat sadece çalışılmak için değil, hayata geçirmek içindir. Mesih imanlısının ilahiyat “yapabilmesi” için, yani yaşayabilmesi için, bunun üzerinde derin düşünmek için zaman vermesi gerekir. Bu disiplin gerektirir. İnsanın kendiyle yüzleşmesini ve aynı zamanda Rab'bin kendisini açıklayana kadar beklemesini gerektirir. Tanrı hakkında düşünerek kendimizi değerlendirdiğimizde, kendimizi kandırmayı bırakıp kendimizin farkında olmaya başlarız. Kendimiz hakkında hem kendimize hem de Tanrı’ya yalan söylemeye devam edersek ne kendimiz ne de Tanrı hakkında bir şey öğreniriz. İlahiyatta derinleştikçe günah doktrini konusundaki inancımız bazı eylemin tehlikeleri konusunda bizi uyarır; mesela bunu bir yarış gibi görme veya ilahiyatımızı Tanrı’nın sözünden üstün tutma. Yazarların bu tehlikelere karşı öne sürdükleri panzehir “Tanrı korkusundan gelen alçakgönüllülük” ve “yüceltmeye özgü dürüstlük”tür (s. 93). Ne yazık ki imanın koruyucuları olarak rolümüzde fazla gururlanabiliyoruz. Kendimizi fazlasıyla üstün, başkalarını fazlasıyla aşağı görüyoruz ve açıkçası Tanrı’nın kendisini fazlasıyla az düşünüyoruz. Hatırlamalıyız ki ilahiyatımız Tanrı’dan geldiği için güvenilirdir, oysa bizden çıktığı için zayıf ve kolay bozulurdur.

Kitap boyunca yazarlar ilahiyat yöntemlerinin Tanrı’yla ilgili gizemleri uygun bir şekilde anlamak konusunda nasıl yararlı olduğu konusunda çeşitli örnekler verir. Örneğin Üçlü Birlik ve Tanrı’nın mutlak yetkili oluşu konuları ele alınır. Üçlü Birlik anlaması zor bir doktrindir, fakat bu yazarları korkutmaz. Bazı düşünceleri çok yararlı bir şekilde ifade ederler. Örneğin, Tanrı her zaman “biz”dir. Tanrı, “ne” sorusunun 1 ama “kim” sorusunun 3 cevabıdır. Üçlü Birlik’i tam bir şekilde açıklayamayız belki, fakat bu doktrin ilahiyat ve felsefe ansiklopedimizin büyük bir kısmını açıklar, ki bu da iyi bir ilahiyat yöntemi için önemlidir. Tanrı’nın eninde sonunda tam olarak anlaşılmaz oluşu gerçek ise, insanın Mesih ve Üçlü Birlik konusunda söyleyecekleri de elbette ki eninde sonunda tam olarak anlaşılamayacaktır.

Hangi görüşte olursanız olun, Tanrı’nın mutlak yetkili olması doktrini konusunda da yazarlar önemli noktalara değinir. Gerçek özgürlük bir başkasının belirleyiciliği tarafından engellenemez, çünkü kararlarımız her zaman tercihlerimize, arzularımıza ve eğilimlerimize dayalıdır. “Mutlak yetkili oluşunun mantığını kurtarmak” adına gizem kavramını kullanmamalıyız (s. 153). Bir ilahiyat çıkmazından kurtulmak için gizem cevabına sığınmamalıyız. Tanrı’nın bir özelliğini “gizemli” olarak nitelemek için geçerli sebepler ve geçerli dayanaklar olmalıdır. Sonuçta gizem, bildiklerimizi ve bilgimizin sınırlarını gösterir.

Sonuç olarak, bu kitabın şöyle bir anafikir özeti yapılabilir: Tanrı, O’nu tarif etmek için genelde kullandığımız benzetmelerden daha azı değil, daha çoğudur. Tanrı herhangi bir kişinin söyleyebileceğinin veya öğretebileceğinin çok üstündedir! Ne harika, değil mi?

  • Telif Hakları © 2015
  • Ken Wiest
  • Tüm Hakları saklıdır. İzin ile kullanıldı.
İlk yayınlama: e-manet Sayı 40 (Temmuz - Eylül 2014), s. 25–26.