Bir insan Tanrı’nın önünde nasıl doğru sayılabilir? Martin Luther’i neredeyse delirme noktasına sürükleyen soru buydu. Ve sonunda onu, yalnız ve yalnızca Mesih’te, yalnız ve yalnızca iman aracılığıyla, yalnız ve yalnızca lütufla bir kurtuluş müjdesini yeniden keşfetmeye sürükleyen soru da buydu.
Beş yüz yıl önce (31 Ekim 1517) Luther, Wittenberg’teki kale kilisenin kapısına doksan beş tezini çaktı, Reform Hareketi başlatan kıvılcım olarak kabul edilen olaydır bu. Ama Luther bunu bir protesto olarak amaçlamamıştı, aksine, Roma Katolik Kilisesi’nin endüljans satması konusunu tartışmaya açmak istemişti. Endüljans, kişiyi günahlarından dolayı arafta acı çekmesinden özgür kılmak için Roma Katolik Kilisesi tarafından satın alınan bir belgeydi.
Luther’in tezleri Roma Katolik Kilisesi tarafından hoş karşılanmadı ve kısa zamanda Luther ile Roma Katolik Kilisesi görevlileri arasında tartışma yaşandı. Bu tartışmalar sırasında ve Kutsal Yazılar üzerinde çalışma sürecinde, Luther Roma Katolik Kilisesi’nin bazı mühim noktalarda, özellikle de insanın kutsal Tanrı önünde nasıl doğru sayılabileceği, yani, insanın günahtan nasıl kurtarılacağı konusunda ciddi yanılgılar içinde olduğuna ikna oldu. Sonunda bu, Luther’in Roma Katolik Kilisesi’nden aforoz edilmesine ve Protestanlığın başlamasına yol açtı.
Reform Hareketi’nin kesinlikle sosyal ve ekonomik boyutları vardı ama bu hareketin kalbinde Kutsal Kitap’a dayalı ve teolojik konular yer alıyordu. Şu iki kilit soru ana temaları özetler:
- Günahkârlar kutsal Tanrı önünde nasıl doğru sayılabilir?
- Günahkârların kutsal Tanrı önünde doğru sayıldıklarını hangi yetkiyle bilebiliriz?
Reformcular, bu hayati ve esas sorulara yanıtlar konusunda Roma Katolik Kilisesi ile fikir ayrılığı yaşadı. Hem Roma Katolik Kilisesi’ne yanıt olarak hem de yeni yeni ortaya çıkan Protestan kiliselerin çobanları olarak, Reformcular Kutsal Yazılar’la ilgili anlayışlarını güçlü bir şekilde öğretti ve yazdı. Esas konularla ilgili öğretileri, daha sonraki yazarlar tarafından Reform Hareketi’nin “sola”ları olarak özetlenmiştir. (Sola, “yalnızca” anlamına gelen Latince kelimedir.) Reformcuların kendilerinin bu beş gerçeği asla öğretilerinin bir özeti olarak tanımlamamış olduğunu, fakat bu gerçeklerin sık sık yazılarında göründüğünü anımsamak önemlidir. Bir başka deyişle, Reformcular açıkça bu gerçeklere inanıyor ve öğretiyordu; birçok uzman da beş sola’nın Reformcuların öğretilerinin kilit unsurlarının yararlı bir özeti olarak kullanılabileceğine inanmaktadır.
Sola Scriptura: Yalnız ve Yalnızca Kutsal Yazılar
Roma Katolik Kilisesi ile Reformcular arasındaki en önemli konu yetki sorunuydu. Luther doksan beş tezini kapıya çaktıktan sonra, Roma Katolik Kilisesi hemen ona karşı çıkmaya başladı ve yetkinin tartışmanın esas noktası olduğu hemen belirgin hale geldi. Doksan beş tezinde Luther, Roma Katolik Kilisesi’ye ve Papa’ya endüljansların satılmasıyla alakalı meydan okuyordu. Karşılık olarak Roma Katolik Kilisesi görevlileri hemen papanın yetkisini savunmaya başladı.
Papa X. Leo, Luther’in tezlerine yanıt vermesi için Sylvester Prierias’ı tayin etti. Prierias yetkiyi meselenin tehlikedeki noktası olarak tanımladı. Luther’e cevaben, “Roma Kilisesi’nin öğretisini ve Roma’nın papasını imanın yanılmaz ölçütü olarak, aynı şekilde Kutsal Yazılar ondan gücünü ve yetkisini alır, kabul etmeyen bir sapkındır” der.1
Papanın yanılmazlığı öğretisi, İlk Vatikan Konseyi’ne (1869-79) kadar Roma Katolik Kilisesi tarafından dogmatik tanımlanmıyordu. Ancak Prierias’ın Luther’e verdiği yanıtla da anlaşıldığı üzere, bu düşünce Reform Hareketi’nden önce öne sürülüyor ve iyi savunuluyordu. Bu öğreti, papa ex cathedra (Mesih’in yeryüzündeki temsilcisi rolünde “tahtından”) konuştuğunda, yanılgısız ve yanılmaz olduğunu iddia etmektedir. Dahası, Roma Katolik Kilisesi ekümenik konseylerin ve Kilise’nin resmi öğreti ve yorumlarının (Kilise “geleneği”) yetkili olduğunu ve kabul edilmesi gerektiğini benimsemektedir. Bir diğer deyişle, Roma Katolik Kilisesi’ne göre, papa ve Kilise geleneği en az Kutsal Yazılar kadar yetkiye sahiptir.
Luther ve Reformcular, Kutsal Yazılar Tanrı’nın sözü olduğu için, ancak onun yanılgısız olduğunu ve bu nedenle nihai otoriterimizin yalnızca o olabileceğini savunarak karşılık verdiler. Örneğin, Roma Katolik bir kardinal ile tartışmasında Luther direkt “(Papa) Cenapları Kutsal Yazılar’ı suiistimal etmektedir. Onun Kutsal Yazılar’ın üstünde olduğunu inkâr ediyorum” diye belirtmiştir.2
Worms Meclisi’ndeki (Diet of Worms) ünlü duruşmasında, Luther’e Katolik Kilisesi tarafından görüşlerinden vazgeçmesi için baskı yapıldı. Luther şöyle karşılık verdi:
Kutsal Yazılar’ın tanıklığı ya da açık veya anlaşılır bir mantıkla (çünkü yalnızca ne Papa’ya ne de konseylere güveniyorum, çünkü sık sık yanılgıya düştükleri ve kendileriyle çeliştikleri malum) ikna olmadıkça, alıntıladığım Kutsal Yazılar’a bağlıyım ve vicdanım Tanrı’nın Sözü’nün tutsağıdır. Hiçbir şeyden vazgeçemem ve vazgeçmeyeceğim, çünkü vicdana karşı çıkmak ne güvenli ne de doğrudur. Aksini yapamam, işte burada duruyorum, Tanrı bana yardım etsin. Amin.3
Bu, Luther’in ve diğer bütün Reformcuların bütün Kilise geleneklerini ya da geçmişten gelen her öğretiyi reddettikleri anlamına gelmez. Aksine, yazıları, birçok kilise babasına değer verdiklerini ve eski konseylerin bazılarıyla aynı fikirde olduklarını kanıtlamaktadır. Ancak bu öğretiler ve konseyler, ancak ve ancak Kutsal Yazılar’la aynı fikirde olduğu müddetçe kabul edilebilir. Yalnız ve yalnızca Kutsal Yazılar, nihai otoritemiz olmalıdır.4
Sola Fide: Yalnız ve Yalnızca İmanla Aklanma
Reform Hareketi’nin ikinci temel sorusu, günahkârların kutsal Tanrı önünde nasıl doğru sayılabileceğiydi. Luther’i neredeyse deliliğe sürükleyen soru buydu. Neden olduğunu anlamak için, o dönemki Roma Katolik Kilisesi’nin öğretisiyle ilgili bazı şeyleri anlamak mecburidir.
Diğer etmenlerin yanı sıra, Papa I. Gregory’nin düşüncesi Roma Katolik Kilisesi’nin kurtuluş anlayışında etkiliydi. Gregory, 6. yüzyılın sonunda papalık etmişti ama görüşleri Luther’in sekiz yüz yıl sonra manastırda aldığı öğretide bile yaygın kabul görüyordu. Özetle, Gregory bireyin günahının bağışlandığından emin olması için bizzat kefaret içeren eylemlerinin5 olması, Kilise’nin sakramentlerinin yaşamında aktif bir şekilde yer alması ve yoksullara armağanlar gibi sevgi eylemlerinde bulunması gerektiğini öğretmişti. Bütün bunları yapmanın ideal yolu, bir manastıra kapanmak ve keşiş hayatı sürdürmekti.6
Manastıra kapandıktan sonra, Luther bu zorunluluklarını yerine getirirken uç sınırlara ulaştı. Kendisini kırbaçladı, sık sık yerde yattı, kendini neredeyse aç bıraktı ve günahlarını itiraf etmeye saatlerini harcadı. Ama Tanrı’yı hoşnut etmek için yeteri kadar yaptığını ve bağışlandığından emin olduğunu nasıl bilebilirdi? Luther daha sonra bağışlanma güvencesini edinmek için girdiği bu mücadeleyi dile getirdi:
Pavlus’un Romalılar’a mektubunu anlamayı büyük bir hevesle istiyordum ve yoluma şu ifadeden başka bir şey engel olmuyordu: “Tanrı’nın adaleti”; çünkü adaletin Tanrı’nın adil olanı ve olmayanı adil bir şekilde cezalandırdığı anlamına geldiğini düşünüyordum. Benim durumum buydu; hatasız bir keşiş olmama rağmen, Tanrı’nın önünde vicdanı sıkıntılı bir günahkâr olarak duruyordum ve kazandığım hakların O’nu yatıştıracağına dair hiçbir güvencem yoktu. Bu nedenle adil ve öfkeli bir Tanrı’yı sevmedim, aksine O’ndan nefret ettim ve O’na söylendim.7
Luther’in çabası kesinlikle derinlemesine bireysel ve içseldi. Onun için dönüm noktası Kutsal Yazılar’ı çalışmasıyla gerçekleşti, özellikle de Romalılar kitabını. Luther’in kafası özellikle Romalılar 1:16-17 ile karışmıştı. Orada Pavlus, Tanrı’nın doğruluğunun Müjde’de, “iyi haberde” açıklandığını söylemektedir. Yukarıda dile getirildiği gibi, Luther “Tanrı’nın adaleti”ni O’nun günahkârları haklı cezalandırması olarak algılıyordu. Ama eğer Tanrı günahkârları cezalandırmakta haklıysa, bu nasıl “iyi haberdi”?
Luther sonunda bu ayetleri nasıl anlamaya başladığını anlatır:
Sonunda, Tanrı’nın merhametiyle, gece gündüz üzerine düşünerek, sözlerin bağlamına kulak verdim, yani, “Tanrı’nın insanı akladığı Müjde’de açıklanır. Aklanma yalnız imanla olur. Yazılmış olduğu gibi, ‘İmanla aklanan yaşayacaktır’”. Orada, Tanrı’nın doğruluğunun, doğrunun Tanrı’nın armağanıyla, yani, imanla yaşaması olduğunu anlamaya başladım. Ve anlamı şudur: Tanrı’nın doğruluğu, yani merhametli Tanrı’nın bizi akladığı pasif doğruluk, Müjde’yle açıklanır; yazılmış olduğu gibi, “İmanla aklanan yaşayacaktır”. İşte o anda, tümüyle yeniden doğduğumu ve açık kapılardan cennete girdiğimi hissettim. O noktada bütün Kutsal Yazılar tamamen başka bir yüzünü gösterdi bana.8
Bir başka deyişle, Luther yaptıklarımızın kutsal Tanrı önünde aklanmamıza hiçbir katkı sağlamadığını anladı. Bunun yerine, Tanrı bizi merhametinden ötürü aklar ve merhameti yalnız ve yalnızca imanla edinilir. Bu, yalnız ve yalnızca imanla aklanma doktrini, Reform’un köşe taşıydı. Diğer Reformcular, kimileri direkt olarak Luther’den etkilenerek kimileri de ondan tamamen bağımsız, bu yalnız ve yalnızca imanla aklanma esasını benimsedi.
Luther ve diğer Reformcular Hristiyan yaşamında iyi eylemlerin önemini inkâr etmedi. Aksine, kutsallığı ve itaati vurguladılar. Ancak önemli nokta, iyi eylemlerin aklanmanın temeli değil, sonucu ve kanıtı olduğuydu.
Sola Gratia: Yalnız ve Yalnızca Lütuf
Yalnız ve yalnızca lütuf ile yalnız ve yalnızca iman birbirlerine yakinen alakalıdır. Tıpkı aklanmamız yalnız ve yalnızca imanla edinildiği gibi, yalnız ve yalnızca Tanrı’nın lütfuna dayanmaktadır. Reformcular, Tanrı’nın lütfu konusunda birçok anlamda Katolik Kilisesi’nden farklılık gösterdi. Elbette, Kilise Tanrı’nın lütfuna duyduğu ihtiyacı inkâr etmedi ama Kilise ve Reformcular Tanrı’nın lütfunun doğası ve nasıl edinildiği konusunda ayrım yaşadılar.
Oldukça basite indirgemiş olma pahasına, Roma Katolik Kilisesi’nin lütuf öğretisi Roma Katolik Kilisesi tarafından tanımlanan yedi sakramentle özetlenir diyebiliriz. Bunlardan biri vaftizdir. Vaftiz, doğuştan gelen günahın lekesini siler ve vaftiz edilmiş bebeği “lütuf gören konumuna” koyar. Vaftizden sonra işlenen günah, bir rahibe itiraf ve kefaret eylemlerinin yerine getirilmesiyle bağışlanır. Bir başka sakrament, Efkaristiya Ayini’nde ekmek ve şarabın Mesih’in gerçek bedenine ve kanına dönüşmesidir; bu ayine katılanlar bundan lütuf alırlar. Kişi lütfu ayrıca kutsal yağ ya da hastayı meshetme sakramenti aracılığıyla ölmeden hemen önce de edinebilir.
Roma Katolik Kilisesi bunlardan da öte, her bireyin Tanrı’dan yardım görmek için “kendisinde olanı” (O’nun elinden geleni) yapması gerektiğini öğretiyordu. Kişi öncelikle elinden gelenin en iyisini yapar, daha sonra Tanrı lütuf gösterir ve kişi böylece kurtuluşu kazanmasını sağlayan iyi eylemleri yapmaya devam eder.9
Reformcular bu lütuf anlayışını ve lütfun elde edilme yolunu reddetti. Luther, Zwingli ve Calvin gibi ilk Reformcular, insanın Tanrı’ya veya müjdeye özel bir lütuf olmaksızın karşılık verebilme yetisi konusunda çok olumsuz bir görüş benimsiyorlardı. Luther, insan iradesinin günaha tamamen tutsak olduğuna yürekten inanıyordu. Bu, hiç kimse “iyi” olan hiçbir şey yapamaz anlamına gelmiyordu, fakat özel lütuf olmaksızın hiç kimse tövbe edip Müjde’ye iman edemezdi. Diğer Reformcular, özellikle Anabaptist (Yeni Vaftizci) akımından bazıları, insanın karşılık verme yetisi konusunda daha olumluydu. Yine de, Reformcular arasında Tanrı’nın lütfunun insanın Tanrı’ya ve müjdeye karşılık verebilmesini sağlaması üzerinde genel olarak güçlü bir vurgu vardı.
Sonuç olarak, Reformcular Roma Katolik sakrament sistemini reddettiler ve lütfu sakramentlere katılım aracılığıyla kazanılan bir unsur olarak değil, direkt Tanrı’dan gelen bir unsur olarak gördüler. Ama Reformcuların en önemli itirazı, iyi eylemlerimizden ya da yaptığımız herhangi bir şeyden ötürü hiçbir şekilde kurtuluşu “hak edemeyeceğimizdi”. Pavlus’un Efesliler 2:8-9’da açıkça vurguladığı gibi, kurtuluş lütufla, Tanrı’nın hak edilmeyen iyiliğiyle elde edilir. Problem, Roma Katolik Kilisesi’nin lütfu reddetmesi değildi, yalnız ve yalnızca lütufla kurtulduğumuz öğretisini zayıflatmasıydı.
Solus Christus: Yalnız ve Yalnızca Mesih
İman ve lütufta olduğu gibi, Roma Katolik Kilisesi Mesih’i reddetmedi, fakat uygulamada hem sakramentleri hem de belli başlı insanları (azizleri) bir nevi aracı rolüne yükseltti. Bir başka deyişle, Kilise’nin Mesih’in sağladığı kurtuluşu kabul ederken, sakrament teolojisiyle ve azizleri kutsal sayarak kurtuluşu yalnız ve yalnızca Mesih’in sağladığını dolaylı olarak reddediyordu.
Roma Katolik Kilisesi, Kilise’nin İsa Mesih’in süregelen beden alışı olduğunu öğretiyordu. Bir diğer deyişle, Mesih Kilise aracılığıyla yeryüzündedir ve O’nun sağladığı kefaret sadece iman aracılığıyla değil, papaz atanma sakramenti aracılığıyla tayin edilen Katolik rahipler tarafından uygulanan sakramentlere katılımla da insanlara uygulanmaktadır. Buna göre, Mesih’in çarmıhtaki eylemi doğuştan gelen günahımızın bedelini öderken, şimdiki ve gelecek günahlarımız hem Mesih’in eylemi hem de Kilise’nin sakramentlerine katılımımızla bağışlanır.10 Dahası, Roma Katolik Kilisesi, ölmüş azizlerin iyi eylemlerinin Kilise üyeleri için bağışlamayı uygulayabileceği “sevap hazinesi” sağladığını öğretiyordu.
Reformcular bu öğretiyi reddetti, çünkü, onların görüşüne göre, Mesih’in çarmıhtaki eyleminin yeterliliğini zayıflatıyordu. Örneğin, Institutio Christianae Religionis başlıklı eserinde Calvin, bağışlanma ve barıştırılmanın Katolik sakramentleri aracılığıyla elde edildiği Katolik öğretisine direkt karşılık verir. 1. Yuhanna’dan (Yuhanna’nın, Mesih’in günahlarımızın bağışlatan kurbanı olduğunu öğrettiği ayet) alıntı yaptıktan sonra Calvin, “Gücenmiş bir Tanrı’yı yatıştıracak başka bir tatminkâr eylem yoktur. Yuhanna şöyle demez: Tanrı bir zamanlar sizinle Mesih aracılığıyla barışmıştı; şimdi başka yöntemlere bakın.”11 Bir başka deyişle, yatıştırma için yalnız ve yalnızca Mesih’in eylemi yeterlidir.
Reformculara göre, Mesih’in yeterliliği endüljanslar, azizlere dualar ve Meryem’e saygı gösterilmesi gibi Roma Katolik uygulamalar aracılığıyla da zayıflatılmaktadır. Roma Katolik Kilisesi’nin Meryem’e ve azizlere tapınılması gerektiğini öğretmemesine rağmen, bunlar aracı role sahip bir konuma yükseltilmişti. Calvin, Katolik Kilisesi’nin, ölmüş kutsalların “kazandıkları sevaplar”ın bolluğuna dayanarak günahların bağışlanması olan endüljans uygulamasına sert bir tutumla itiraz eder. “Bu,” der Calvin, “yeterliliğini reddederek Mesih’in kanını utanç verici şekilde bayağılaştırır”.12 Benzer şekilde Calvin, Katolik Kilisesi’ni Pavlus’un Mesih’in “tek aracı” (1Ti. 2:5-6) olma öğretisini azizler için de geçerli sayarak boşa kılmakla da suçlamıştır.13
Roma Katolik Kilisesi kesinlikle Mesih’i inkâr etmemiştir. Ama sakrament teolojisi, endüljans uygulaması ve Meryem’i ve azizleri kutsal sayılmasıyla, Kilise pratikte Mesih’in çarmıhtaki eyleminin yeterliliğini zayıflatmıştır. Buna karşılık, Reformcular kurtuluşun yalnız ve yalnızca Mesih aracılığıyla olduğunu, çünkü yalnız ve yalnızca O’nun eyleminin günahın kefaretini ve kurtuluşu sağlamak için yeterli olduğunu güçlü bir şekilde beyan etmişlerdir.
Soli Deo Gloria: Yücelik Yalnız ve Yalnızca Tanrı’ya
Yüceliğin yalnız ve yalnızca Tanrı’ya ait olması diğer dört soladan farklıdır. Diğer dördü, Katolik öğreti ve uygulamalarının belli başlı yanlışlarına karşılık verir. Bu sola, diğer dördünün ardında durur ve onlarla bağlantılıdır.
Başlangıç olarak, Roma Katolik Kilisesi’nin açıkça yüceliğin yalnızca Tanrı’ya ait olduğunu inkâr etmediğini belirtmeliyiz. Ancak, Reformculara göre, Kilise’nin öğretileri ve uygulamaları pratikte yüceliğin Tanrı’dan başkasına atfedilmesine yol açmaktaydı.
Örneğin, Roma Katolik Kilisesi Kutsal Yazılar’ı inkâr etmedi, ancak Kilise’nin resmi yorumlarını Kutsal Yazılar’la eşit yetkili kıldı. Reformculara göre bu, yanılmaz Kutsal Yazılar’ın yazarı olan yalnızca Tanrı’ya yücelik vermektense, insana veriyordu.
Roma Katolik Kilisesi kurtuluş için imanın önemini de inkâr etmiyordu. Ama Katolik Kilisesi, iyi eylemlerin aklanmamıza katkısı olduğunu öğretiyordu. Reform hareketi başladıktan yaklaşık 30 yıl sonra Roma Katolik Kilisesi’nin düzenlediği Trent Konseyi, Reformcuların yalnız ve yalnızca imanla aklanma öğretisini açıkça reddetti ve Reformcuların başlıca öğretilerine karşı lanetler ilan etti. Reformculara göre, eğer kurtuluş aynı zamanda iyi eylemler sayesinde de oluyorsa, insan Tanrı gibi yücelik edinebilir, dolayısıyla yücelik yalnız ve yalnızca Tanrı’yla sınırlı değildi.
Roma Katolik Kilisesi kesinlikle lütuf ihtiyacını reddetmedi. Ama onların öğrettiği gibi eğer kurtuluş kısmen iyi eylemlerin sonucusuysa, yalnız ve yalnızca lütuf yeterli değildir ve insan yücelik edinebilir.
Ve Roma Katolik Kilisesi Mesih’e duyulan ihtiyacı reddetmedi, ama aynı zamanda aracı olarak Meryem’i de kabul etti ve bazı yollarla azizleri de aracı rolüne yükseltti. Bu nedenle, Reformculara göre, Katolik öğretisinde ve uygulamasında, Meryem ve azizler yüceltilir. Dahası, Roma Katolik Kilisesi kendini Mesih’in bedeninin devamı olarak gördüğü için, Kilise yüceltilir, çünkü insanlar lütfu direkt olarak Mesih’ten değil, Kilise’den alırlar. Bu nedenle, yalnız ve yalnızca Mesih öğretisi, Katolik öğretisi ve uygulamasında en azından indirgenmiştir, belki üstü kapalı olarak reddedilmiştir.
Yazılarında Reformcular, sık sık diğer dört sola ile yalnız ve yalnızca Tanrı’ya yücelik arasındaki bağlantıları açıkça vurguladılar. Örneğin, Calvin mektuplaşma aracılığıyla Sadoleto adında Katolik bir kardinalle tartışma yaşadı. Calvin’in Sadoleto’ya cevabından birkaç alıntı bu bağlantıları göstermektedir. “Sen … aramızdaki ilk ve en keskin tartışma konusu olan imanla aklanmaya değiniyorsun…. Bunun bilginin yok sayıldığı an, Mesih’in yüceliği söndürülür” diye yazar Calvin.14 Ona göre, Mesih’in yüceliği yalnız ve yalnızca imanla aklanma öğretisiyle bağlantılıdır.
Daha sonra mektubunda Calvin şöyle yazar: “Roma Mesih’in yüceliğini birçok şekilde mahvetti; azizlere aracılık etmeleri için çağrıda bulunarak, oysa İsa Mesih Tanrı ile insan arasındaki tek aracıdır; Bakire Meryem’e tapınarak, oysa yalnız ve yalnızca Mesih’e tapınılmalı; Efkaristiya Ayini’nde sürekli kurban sunarak, oysa Mesih’in çarmıhta sunduğu kurban tam ve yeterlidir; Geleneği Kutsal Yazılar’ın seviyesine yükselterek ve hatta Mesih’in sözünü yetkisi için insanın sözüne dayandırarak.” Calvin’e göre, Roma Katolik Kilisesi Mesih’in yüceliğini yalnız ve yalnızca Mesih’i ve yalnız ve yalnızca Kutsal Yazılar’ı açıkça veya üstü kapalı reddederek zayıflatıyordu.
Reformculara göre, yalnız ve yalnızca Tanrı yüceliğe layıktır. Açıkça veya üstü kapalı, dolaysız veya dolaylı, Tanrı’dan başkasına yüceliği atfeden herhangi bir öğreti ya da uygulama reddedilmelidir. Yalnız ve yalnızca Kutsal Yazılar, yalnız ve yalnızca lütuf ve yalnız ve yalnızca Mesih gerçeklerini benimseyerek yücelik gerçekten de yalnız ve yalnızca Tanrı’ya verilebilir.
Sonuç
Reformcular bazen, İsa’nın birlik arzusuna rağmen Kilise’yi bölenler olmakla suçlanırlar. Ayrıca, insanların Müjde’yi reddetmesine ve Hristiyanlığı eleştirmesine fırsat sunduğu gerekçesiyle bazen farklılıklarımız hakkında konuşmanın uygun olup olmadığı sorgulanır. Bunlar önemli sorulardır ve öylesine göz ardı edilmemelidir. Bunlara nasıl karşılık vermeliyiz?
Öncelikle, Roma Katolik Kilisesi’nin Reform’dan önce gerçekten birliği koruyamadığını belirtmeliyiz. Kilise’nin resmi birliği içinde sayısız grup ve güçlü düşünce farklılıkları bulunmaktaydı. Bunun ötesinde, Kilise’nin resmi birliği 14. yüzyıl sırasında önemli ölçüde zayıflamıştı. Bu dönemde bir ara, Roma Katolik Kilisesi’nde papalık görevini gerçekten hak ettiğini iddia eden üç papa bulunmaktaydı.
Dahası, Luther’in asıl niyetinin Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmak olmadığını aklımızda tutmalıyız. Luther, Kilise’yi bölmeyi değil, ona reform getirmeyi istiyordu. O ve diğer Reformcular, Kilise’nin öğretinin temel noktaları üzerinde ciddi bir yanılgıya düştüğüne ikna olmuşlardı ve nihai yetkileri olan Kutsal Yazılar’dan anladıklarına sadık kalmaları gerektiğine inanıyorlardı. Sonunda, Luther Kilise’yi terk etmedi, Kilise Luther’i terk etti.
İkincisi, İsa’nın birliğe değer verdiği kadar gerçeğe de değer verdiğini hatırlamalıyız. İhanete uğradığı gece İsa, öğrencilerinin bir olması için dua etti (Yu. 17:21). Ayrıca öğrencilerinin birbirleri için duyduğu sevgiyle tanınacaklarını söyledi (Yu. 15:35). Bu ayetleri başlangıç noktası olarak alarak, kimileri farklılıklarımızı tartışmamamız gerektiğini, yalnızca birlik ve sevgi için gayret göstermemiz gerektiğini ileri sürüyor.
Reform, buna iki yanıt sunmaktadır. İsa’nın öğrencilerinin bir olması için ettiği aynı duada, üç kez gerçekten bahseder (Yu. 17:8, 17, 19). İsa, öğrencilerinin “gerçekte kutsal kılınmalarını” ister. Ayrıca Samiriyeli kadına, Tanrı’nın “Ruh’ta ve gerçekte” tapınanlar aradığını söylemiştir (Yu. 4:24). Bu nedenle, İsa’nın yalnızca birliğe değer vermekle kalmadığını, gerçeğe de değer verdiği sonucuna varabiliriz.
Pavlus’un yazılarında da bir benzerlik görürüz. Pavlus Korintlilere aralarındaki ayrılıkları ortadan kaldırmalarını ve bir olmalarını güçlü bir şekilde öğütler (1Ko. 1:10; 11:18). Ancak aynı Pavlus Galatyalılara, “İster biz, ister gökten bir melek size bildirdiğimize ters düşen bir müjde bildirirse, lanet olsun ona! Daha önce söylediğimizi şimdi yine söylüyorum: Bir kimse size kabul ettiğinize ters düşen bir müjde bildirirse, ona lanet olsun!” demiştir (Gal. 1:8-9). Pavlus birliğe değer verdi, ama Müjde gerçeğini yitirme pahasına değil.
Dahası, fikir birliğinin sevgi için illa ön koşul olmadığını belirtmeliyiz. Bir başka deyişle, biriyle fikir ayrılığı yaşayabileceğim gerçeği onları sevmediğim anlamına gelmez. Aslında, Pavlus burada da aynı şekilde bir örnek sunar. Pavlus Petrus’a karşı çıkmıştı, çünkü Petrus diğer uluslarla birlikte yemek yemeyi reddetmişti (Gal. 2:11-14). Petrus’un davranışının müjdenin gerçeğine karşı olduğunu düşündü. Eğer biri en ağır ve en ciddi konuda, yani Müjde’de, yanılgı içindeyse, yapabileceğimiz en sevgi dolu şey ona gerçeği göstermektir. Pavlus’un Petrus’u sevmediğini söyleyebilir miydik? Kesinlikle seviyordu!
Bizim birliğimizle ve dünyaya tanıklığımızla alakalı olduğunda, önemsiz meseleler, bencil arzular veya kişisel çatışmalar yüzünden ayrılık yaşamamak için kesinlikle dikkatli olmalıyız. Ancak eğer “kutsallara ilk ve son kez emanet edilen iman uğrunda mücadeleye” özenmezsek (Yah. 3), dünyaya kurtuluş sağlayabilecek tek gerçek olan Kutsal Kitap’a dayalı Müjde’yi kaybetme tehlikesi içine gireriz.
Mesih’in izleyicileri olarak bizim için nihai soru, başka grubun veya kilisenin yanılgı içinde olup olmadığı, yine de her birimizin Müjde’yi uygun şekilde anlayıp anlamadığımız, sadık bir şekilde benimseyip benimsemediğimiz ve sadık bir şekilde duyurup duyurmadığımızdır. Pavlus Timoteos’a ona emanet edilmiş olan Müjde’yi korumasını iki kez tembihlemiştir (1Ti. 6:20; 2Ti. 1:14). Ayrıca Timoteos’a kendisine ve öğretisine yakinen dikkat etmesini de buyurmuştur (1Ti. 4:16).
Reform, gerçeğin, yalnız ve yalnızca Kutsal Yazılar’ın yetkisi üzerine temelli, yalnız ve yalnızca Tanrı’nın yüceliği için olan, yalnız ve yalnızca Mesih’te, yalnız ve yalnızca lütufla, yalnız ve yalnızca iman yoluyla aklanma gerçeğinin yeniden keşfedilmesiydi.
Yücelik yalnızca Tanrı’ya aittir!
- 1“He who does not accept the doctrine of the Church of Rome and pontiff of Rome as an infallible rule of faith, from which the Holy Scriptures, too, draw their strength and authority, is a heretic.” Sylvester Prierias, Dialogue concerning the Power of the Pope, Matthew Barrett, God’s Word Alone: The Authority of Scripture: What the Reformers Taught… and Why It Still Matters’da alıntılanmaktadır (Grand Rapids, Michigan: Zondervan, 2016), s. 36.
- 2Barrett, God’s Word Alone, s. 38.
- 3A.g.e., s. 45.
- 4Katolik Kilisesi, Geleneği Kutsal Yazılar kadar eşit yetkiye sahip olarak görmeye devam eder. Roma Katolik Kilisesi’nin resmi ilmihalinde, ‘Sonuç olarak, vahyin aktarılışının ve yorumunun emanet edildiği kilise “açıklanan bütün gerçeklerle ilgili kesinliği yalnızca Kutsal Yazılar’a dayandırmaz. Hem Kutsal Yazılar hem de Gelenek, eşit adanmışlık ve saygıyla kabul edilmeli ve onurlandırılmalıdır”’ diye belirtilmektedir. http://www.vatican.va/archive/ENG0015/PL.HTM#-29 > (20/12/2017 tarihinde erişildi).
- 5İngilizce: “penitential acts”.
- 6Roger Olson, The Story of Christian Theology: Twenty Centuries of Tradition & Reform (Downers Grove, IIIinois: InterVarsity, 1999), s. 289.
- 7Martin Luther, “Preface to Latin Writings”, Ronald Bainton, Here I Stand: A Life of Martin Luther’de alıntılanmıştır (Nashville, Tennessee: Abingdon Books, 2013), Kindle Loc. 816-819.
- 8Aynı yazıda alıntılanmıştır, Kindle Loc. 377.
- 9Timothy George, Theology of the Reformers, revize baskı (Nashville, Tennessee: B&H, 2013), Kindle Loc. 1366.
- 10Stephen Wellum, Christ Alone: The Uniqueness of Jesus as Savior: What the Reformers Taught…and Why It Still Matters (Grand Rapids, Michigan: Zondervan, 2017), s. 262.
- 11Jean Calvin, Institutes of the Christian Religion, çev. Henry Beveridge (Peabody, Massachusetts: Hendrickson, 2008), s. 423.
- 12A.g.e., s. 436.
- 13Jean Calvin, 1. Timoteos 2:5 üzerine yorum.
- 14Jean Calvin, “Letter to Cardinal Sadoleto,” Monergism http://www.monergism.com/john-calvins-letter-cardinal-sadoleto-1539 > (20/12/2017 tarihinde erişildi).