Ülkemizin ve dünyanın en büyük sorunlarından biri insanın değerinin yeterince anlaşılmaması ve yaşama tam olarak geçirilememesidir. Aslında birçok sorunun kaynağı insana hak ettiği değerin verilmemesidir. Bu sorun çözüldüğünde birçok diğer sorun da çözülecektir. Çünkü insanların değer gördüğü yerlerde insanlar kapasitelerini daha fazla kullanabilecekler ve birçok sorunun üstesinden gelebileceklerdir.
İnsanın dünyadaki diğer bütün varlıklardan daha üstün olduğunu görüyoruz. İnsana bu değeri ve üstünlüğü veren Tanrı’dır. İnsana yaşamı veren de Tanrı’dır (Yar. 2:7). Yaratılış 1:26’da Tanrı’nın insanı kendi benzerliğinde ve suretinde yarattığını okuyoruz. Dolayısıyla insanın her şeyi yoktan var eden, her şeyin egemeni yüce Tanrı’ya benzemesi onu değerli kılmaktadır. İnsan yaratılışın tacıdır. İnsan diğer yaratıklardan farklı olarak zihinsel, ahlaksal, ruhsal, sosyal ve yaratıcı varlık olarak yaratılmıştır. Tanrı insanı sadece kendi benzerliğinde yaratmakla kalmamış, ona ayrıca geniş bir yetki de vermiştir. Yine aynı ayette Tanrı’nın yeryüzünün egemenliğini insana verdiğini okuyoruz. İnsan, Tanrı’nın kâhyası olarak dünya üzerinde egemenlik sürecek ve yeryüzüne bakacaktı. Bu, Tanrı tarafından insanın değerini ortaya koyan başka bir ifadedir.
İnsanın dünyadaki diğer bütün varlıklardan daha üstün olduğunu görüyoruz.
Kutsal Kitap’ta yine başka bir yerde Yuhanna 3:16’da Tanrı’nın insanları çok sevdiğini ve Oğlu’nu verdiğini okuyoruz. İsa Mesih Tanrı olduğu halde, insanları günahlarından kurtarmak için beden alarak insan olmuş ve böylece onların günahları için çarmıhta ölebilmiştir. Tanrı’nın insanlar için bunları yapması onlara çok değer verdiğini gösterir.
İnsanın değeri Tanrı’dan geldiğinden dolayı yaradılışına özgüdür. Yani her insan doğuştan değerlidir. İnsan, doğuştan gelen özelliklerine bakılmaksızın değerlidir. İnsanın ırkına, etnik kökenine, diline, rengine, cinsiyetine, sağlık durumuna, ekonomik durumuna bakılmaksızın her insan doğuştan değerlidir.
İnsan değerini Tanrı’dan aldığına göre insana zarar verilmemelidir. Örneğin, Yaratılış 9:5-6’da Tanrı dökülen insan kanının hesabının soracağını, kanı dökülen kişinin hakkını arayacağını ifade ediyor. Yine Kutsal Kitap’a baktığımızda Tanrı’nın insan yaşamının değeriyle ilgili başka birçok ayeti okuyabiliyoruz. Kutsal Kitap’ta insanın yaşamının değerine zarar veren şeylerin kötülük ve günah olduğunu okuyoruz. Örneğin birine fiziksel zarar vermek, birini kandırmak, adaleti saptırmak, birini aşağılamak, hak ettiği ücreti vermemek, birine nefret beslemek gibi. Bunları birine yaptığımızda hem o kişiye karşı kötülük yapmış oluruz hem de Tanrı’ya karşı günah işlemiş oluruz.
Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın insana değer verdiğine dair başka birkaç örnek vermek gerekirse, Mika 6:8’de Tanrı’nın insanlardan adil davranmalarını beklediğini okuyoruz. Süleyman’ın Özdeyişleri 14:31’de Tanrı’nın yoksulları korumamızı istediğini görüyoruz. Yakup 1:27’de Tanrı’nın bizden isteği öksüzlerle ve dullarla ilgilenmemizdir. Galatyalılar 3:28’de ise Tanrı’nın gözünde insanlar arasında ırk, etnik köken, cinsiyet ayrımı olmadığını okuyoruz. Kutsal Kitap’ta insanın değeriyle alakalı bu tür daha birçok ayet var ve dolayısıyla daha çok örnek verebiliriz ve hepsi Tanrı’nın Kutsal Kitap’ta insana ne kadar çok değer verdiğini gösterir.
Dolayısıyla insan yaşamının değeri Tanrı’dan ayrı düşünülemez. Tanrı’nın karakterini, buyruklarını, planlarını, amaçlarını yok sayarsak insana gerçek değerini veremeyiz. İnsanın değeri Tanrı’nın insana verdiği değer çerçevesinde düşünülmelidir. Bu çerçeveye ne kadar yakın olursak insana o kadar değer vermiş oluruz. Bu çerçevenin dışına çıktığımızda insanın değerine zarar vermiş oluruz ve bu çerçeveden ne kadar uzaklaşırsak o kadar zarar vermiş oluruz.
Dünyada insanın değeriyle ilgili birçok sorun yaşıyoruz. Gücü elinde bulunduran birçokları bazen maalesef güçsüzlerin doğuştan gelen insani değerlerine zarar veriyorlar. Farklı ırktan, renkten olanları aşağılıyorlar, insanları bazı özgürlüklerinden yoksun bırakıyorlar. Ana dilini konuşamayan insanlar, dini inancını yerine getirmekte zorlananlar, kendisinden adalet esirgenenler, kadın olduğu için şiddete uğrayanlar, çocuk olduğu için taciz edilenler, kürtaj nedeniyle öldürülen bebekler, politik görüşünden dolayı saldırıya uğrayanlar gibi daha birçok örnek verebiliriz.
İnsan yaşamının değeri Tanrı’dan ayrı düşünülemez.
Ülkemize baktığımızda insanın değerine saldırı açısından yaşadığımız en büyük sıkıntılardan birisi kadının ikinci sınıf insan gibi görülmesi ve kadına yapılan şiddet eylemleridir. Son yıllarda her yıl neredeyse 400 civarında kadın öldürülmektedir. Cinayetlerin büyük çoğunluğu da kadının yakın çevresinden erkekler tarafından işlenmektedir. Erkeklerin fiziksel güçlerini kadına şiddet olarak kullanmaları zavallılıktır. Bununla birlikte erkeğin kadını ikinci sınıf insan gibi görmesi ve kendini kadın üzerinde şiddet göstermeye haklı görmesi toplumdaki insanın değeri anlayışının yanlış olduğunu da göstermektedir. Bu yanlış anlayış düzeltilmeden, sadece yasal ve polisiye önlemlerle bu sorun çözülemez.
Türkiye’de yaşadığımız en büyük sıkıntılardan başka biri de toplumun giderek kutuplaşmasıdır. Farklı yaşam anlayışlarına, politik görüşlere sahip insanlar gittikçe birbirinden uzaklaşmakta ve birbirlerini ötekileştirmektedir. Bu da insanların birlikte yaşama iradesine ve ülkenin birliğine zarar vermektedir. Tarihin her döneminde farklı düşüncelere ve yaşam anlayışlarına sahip insanlar olmuştur ve olmaya devam edecektir. Eğer herkesin kendimiz gibi olmasını beklersek büyük bir yanılgı içine girmiş olacağız ve kendimizi diğer insanları kendimize benzetme veya yaşam alanımızdan çıkarma işine sokmuş olacağız. Bu da hem kendi hayatımızı hem de başkalarının hayatını çekilmez hale getirecektir. Çünkü bu, kendimiz gibi olmayan başkalarının hayatına sözlü saldırılardan fiziksel saldırılara kadar şiddet, yasal haklarından yoksun bırakma, iftira, yalan vb. birçok şeyi içerecektir. Bunun da asıl kaynağı insanların doğuştan gelen değerlerini yeterince özümsemememizden kaynaklanmaktadır. İnsanlar Tanrı’nın benzeyişinde yaratıldığından özgür iradeye sahiptirler. Özgür iradelerine göre tercih yapabilir ve istedikleri gibi yaşayabilirler. İstedikleri gibi düşünebilirler. İnsanların yaşam biçimleri, düşünceleri başkalarına, topluma ve doğaya zarar vermediği sürece bunu yapabilmelidirler. Sırf bizim gibi olmadıkları için insanların yaşam biçimlerine, düşüncelerine saldırı, onların doğuştan gelen değerine yapılan saldırılardır.
İnsan yaşamına yapılan bu tür saldırılar toplumsal, ekonomik, siyasi, psikolojik, tıbbi vb. birçok sorun ortaya çıkarır. Hâlbuki insanlar birbirlerinin yaşamlarına değer verse hem kapasitelerini daha çok ve daha iyi kullanabilirler hem de enerjilerini, zamanlarını, imkânlarını sorunlar üzerinde harcayacaklarından birçok sorunu daha kolay çözebileceklerdir. Ayrıca insan yaşamını değersizleştirmekten kaynaklanan birçok sorun da ya ortadan kalkacak ya da azalacaktır. Böylece aslında dünya tüm insanlar için daha yaşanır hale gelecek ve insanlar daha mutlu olacaklardır.
Bunun yerine insanlar kendileri gibi olmayanları dışlayıp ötekileştirdiklerinde aslında sıkıntıları çözmüş olmuyorlar, tam tersine sıkıntılar yaratıp daha da derinleştirmiş oluyorlar. Bir insanın doğuştan gelen dilini, cinsiyetini, rengini vb. sıkıntı görmenin kendisi aslında başlı başına bir sıkıntıdır.
İnsanlar doğuştan gelen değerinden kaynaklanan haklarını özgürce kullanabilmelidirler. Her şeyden önce Tanrı’ya duyduğumuz saygı bunu gerektirir. Bunu engellersek Tanrı’ya karşı gelmiş oluruz. Bu haklar Tanrı’nın yaratılış düzeni çerçevesinde kaldığı sürece, yani Tanrı’nın yarattığı yaratılışın ve yaşamın düzenine uygun olduğu sürece kullanılabilmelidir. Örneğin, başkalarına zarar vermediği sürece, kötüye kullanılmadığı sürece, doğayı ve hayvanları yok etmediği sürece ve hatta kişinin kendisine de zarar vermediği sürece kullanılmalıdır. Bu haklar bize özgürlük getirdiği gibi, sorumluluk da getirmektedir. Yani haklarımızın olması bize onları gelişigüzel kullanma hakkı vermez. Onları kullanırken başta Tanrı olmak üzere, diğer insanlara, topluma, doğaya ve hatta kendimize karşı sorumluyuz.
Yaşamının değerinden kaynaklanan haklar vardır ama bazen Tanrı’nın yaratılış çerçevesinde olmayan bazı şeyleri de buraya koyarak insanın değerinden kaynaklanan haklar gibi gösterildiğini görüyoruz.
Sadece insana zarar veren şeyler açısından insanın değerini düşünmemeliyiz. Bir insana kötülük yaptığımızda Tanrı’nın yaratılış düzeni çerçevesinin dışına çıkmış oluruz ama bu çerçeveyi yanlış yorumladığımız yerlerde de insanın değerine zarar vermiş oluruz. Tanrı’nın yaratılış çerçevesi dâhilinde insanın doğuştan gelen, yani yaşamının değerinden kaynaklanan hakları vardır ama bazen Tanrı’nın yaratılış çerçevesinde olmayan bazı şeyleri de buraya koyarak insanın değerinden kaynaklanan haklar gibi gösterildiğini görüyoruz. Örneğin cinsel tercih bunlardan biri. Cinsel tercih doğuştan gelen insan hakkı gibi gösteriliyor ama bu Tanrı’nın insana verdiği değerden kaynaklanan, Tanrı’nın yaratılışta oluşturduğu çerçevenin içine giren bir konu değildir. Çünkü Tanrı insanları yaratırken erkek ve dişi olarak yaratmıştır. Yani insana cinsiyetini doğarken Tanrı vermektedir. Daha sonra insanın müdahalesiyle yapılan değişiklikler Tanrı’nın yaratılış planına, çerçevesine aykırıdır.
Bu konuda evlilikle ilgili bir örnek de verebiliriz. Evlilik kurumu Tanrı tarafından insanlar için oluşturulmuş ve başlatılmıştır. Tanrı’nın planına göre evlilik erkek ve kadın arasında olmaktadır. Cinsellik de evlilik içinde yaşanması için insanlara verilmiştir. Dolayısıyla hemcins birliktelikler doğal değildir ve Tanrı’nın yaratılış planına aykırıdır. Bu tür birlikteliklerin evlilik olarak tanımlanması da yanlıştır. Bazı devletler bu tür birliktelikleri yasal kabul etmektedir ama onların bu kabulü bu tür birlikteliklerin insanın değerinden kaynaklandığını göstermez. Bir şeyin devletin veya insanların çoğunun gözünde makul görülmesi Tanrı’nın da onu makul gördüğü anlamına gelmez. Tanrı’nın neyi uygun neyi günah olarak gördüğünü Kutsal Kitap’tan anlayabiliriz. Dolayısıyla bu tür birliktelikler insanın değerine zarar veren eylemlerdir. Çünkü cinsiyet bilincine zarar verir, evlilik kurumuna zarar verir. Dolayısıyla toplumun sağlığına zarar verir. Bu tür şeyler toplumun sağlığını ve varlığını olumsuz etkilediğinden, zarar verdiğinden ötürü sadece kişinin kendi hayatını ilgilendiren konular değildir.
O zaman insanın doğuştan gelen değerini ifade eden hakların standardı nedir, bunu nasıl anlayabiliriz? Yazımın başında ifade ettiğim gibi, insanın değeri Tanrı’dan gelmektedir, dolayısıyla bunun standardı da Tanrı’nın Sözü ve Sözü’nde bize açıkladığı Tanrı’nın yaratılış düzeninin oluşturduğu çerçevedir. Tanrı insanları zihinsel, sosyal, iradesel, duygusal, yaratıcı, ruhsal ve ahlaksal olarak yaratmıştır. İnsanlar bu özelliklerini Tanrı’nın yaratılış düzeni çerçevesinde kullanabilmelidirler. Çünkü tüm yaratılışı Tanrı yaratmıştır ve var olan her şey Tanrı’ya aittir. O zaman insanın gerçek değeri Tanrı’nın onu insan olarak yarattığı çerçevededir.
Bir örnekle bu konuyu açıklayayım. Tanrı insanı yarattığında ona özgür irade verdiğini söyledim. İnsanın özgür iradeye sahip olması, Tanrı’ya hayır diyebilmesini de içerir. Tabii bunun ruhsal sonuçları olur ki olmuştur ama Tanrı insana bu kapasiteyi vermekle insanın Tanrı’yı reddetme seçeneğini yaratılışta kabul etmiştir. Dolayısıyla insanların farklı inançlara inanması veya inanmaması insanların doğuştan gelen değerinden kaynaklanan haklarından biridir. Dolayısıyla insanları belli bir dine inanmaya zorlamak insanın değerine saldırıdır. Bu yargı insana değil, Tanrı’ya aittir. Yeter ki o inanç insana, topluma, doğaya zarar veren bir inanç olmasın.
Herkes, Kutsal Kitap’ın insanın değeriyle ilgili bu standardı kabul etmeyebilir ve insanın değeriyle ilgili haklarını bu standardın ötesine taşıyarak genişletmek isteyebilir. Şunu söyleyebilirim, insan hakkı insan olma hakkıdır. İnsanın en ideal durumu ise Tanrı’nın insanı ilk yarattığındaki durumudur. O duruma ne kadar çok yaklaşırsak, yani o çerçeve içinde olursak o kadar insan oluruz, uzaklaşırsak insanlığımızdan o kadar uzaklaşmış oluruz. Bu da aslında daha çok insan hakkı kullanmak değil, insanlığa zarar vermek demektir.
Sonuç olarak insanın değeri Tanrı’nın benzeyişinde ve suretinde yaratılmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle her insan doğuştan gelen değerlere sahiptir ve bunları özgürce kullanabilmelidir. İnsanların bu değerlerine saygı göstermemiz Tanrı’nın isteğine saygı göstermemizdir ve insanın bu değerlerine saldırı aslında Tanrı’ya karşı yapılan saldırıdır. Bununla birlikte insanın değeri Tanrı’nın yaratılış düzeni çerçevesinde ve başkalarının değerinin sınırına kadardır. Tüm insanlar birbirlerine değer verdiğinde Tanrı’nın insanlara verdiği kapasiteyi herkesin esenliği için kullanabilmiş olacağız ve birçok sorunumuzu çözebileceğiz.