Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Kitap

Kimlik

  • Y.M.

Yayın Tarihi: 04.10.2016

Kimlik sorusu gerçekten de bir var oluş sorusudur. “Ben kimim?”, tehlikelerle ve başarısızlıkla dolu yalnız bir sorudur. Aynı zamanda, vaat ve ödül içeren mutluluk verici bir sorudur. Şayet bu sorular bizim adımıza cevaplanmış olsaydı ne yapardık diye merak ediyorum? Oldukça açık ve davetkâr vaziyette önümüze serilmiş bir kimlik bulsaydık ardından gider miydik? Bir diğer deyişle, hayal gücümüzle uydurabileceğimizden çok daha büyük bir amaç taşıyan bir kimlik mi arzuluyoruz, yoksa kontrolü ele alma opsiyonu sunulduğunda öncelikli olarak kontrol bizdeymiş gibi hissetmeye mi ilgi duyuyoruz?

Bireyin kimliğinde kişisel tercihler öncelikli düşünce olduğunda, ne yazık ki kimse kazançlı olmuyor. Bir kimlik kazanmak ve bunu elde tutmak disipline edilmiş bir erdemdir; tercihin mecburi olarak bilemeyeceği bir zaman ve gayret gerektirir. Tercih, yalnızca arzuyu tanır.

Shakespeare, Romeo ve Juliet’teki sevginin doruklarını sınamak amacıyla bir sahnede bu kimlik ya da isim düşüncesini kullanır. Eğer etnik köken bir tercih konusu haline gelirse, şimdi haklı olarak takdir gören bütün çeşitlilikler bulanıklaşır. Dahası, tercihler dünyasında, birey son söz sahibidir. Artık hiçbir topluluk bir tarih ya da gelecek üzerinde hak iddia edemez. Esasında, tarihin kendisi de önemsiz ve alakasız olur...

Kimlik ve Çarmıh

Hangi İsa’nın ardından gitmek istiyorsun?

İsa devamlı olarak insanları kendisini izlemeye çağırdı. Yaşadığı süre içinde birçok insan O’nun ardından gitti; en azından bir süreliğine O’na dikkatlerini verdiler. Kimi zaman, onlara yemek verdiği ya da iyileştirdiği için, kimi zaman da dile getirdiği şaşırtan öğretilerini dinlemek için. Bugün, bazı insanlar İsa’yı benzer nedenlerden ötürü izlemektedir. Bazıları O’nu izleyenlerden oluşan topluluğun bir parçası olmaktan elde edebilecekleri faydayı çekici bulur. Bazıları da sunduğu öğretişe veya sosyal etiğe hayran kalmaktadır. Çoğu durumda, insanlar eski profesörlerimden birinin, Stanley Hauerwas’ın dediği gibi, hayranlardır. Bu insanlar sadece takipçiler olarak bilinmek isteyen insanlardır; muhtemelen gerçekten takip etmek istemiyorlardır. Sonuç olarak, İsa’nın ardından gitmeyi dilediklerini duyduğumda insanlara bir soru sormayı çok seviyorum. Bu soru çeşitli şekillerle sorulabilir ama eninde sonunda şuna çıkmaktadır: “Hangi İsa’nın ardından gitmek istiyorsun?” Büyük öğretmen ya da ahlak bilgini İsa’nın ardından gitmek bizim için kolaydır. Sorunlarımızı rahatlatan İsa’nın ardından gitmek de aynı şekilde kolaydır. Bazıları, sonunda yeryüzünde Krallığını kuracak olan savaşçı İsa’ya bile ilgi duyuyor olabilir. Ama çarmıhı taşımış olan İsa’nın ardından gitmek son derece güçtür. Sorun şu ki, çarmıhı taşıyan İsa bizi çarmıhı nasıl taşıdığını seyretmeye çağırmadı. O bizi kendi çarmıhımızı taşımaya çağırdı; bizi ölmeye çağırdı! Bu, birçoklarının ardından gitmek istemeyeceği bir İsa’dır.

Problem belki de beklentiler problemi olarak ifade edilebilir. Bizlere genellikle yaşam suyu ve canlarımıza şifa sunan İsa gösterilir; ki ikisi de gerçektir. Kimi zaman bizlere, her yanlışı düzelterek ve ekonomiyi yoksulluğu neredeyse yok edecek şekilde yeniden düzenleyerek yeryüzüne adalet getirecek olan İsa’ya dair bir parıltı verilir; bu vaatte de gerçeklik payı vardır. Ama çarmıhı sırtımıza alıp son bir kez tepeye tırmanmaya nadiren çağrılırız. Beklentilerimiz ve nihayetinde kimliğimiz de, çarmıha gerilmiş bir yaşamı kucaklamaktan ziyade, rahatlama ve zaferle ilişkilendirilir. Kurtuluşun, bir şeyler için kurtulmak olduğundan ziyade, bir şeylerden kurtulmak olduğuna inanırız. Bu beklentiler, kimliğimiz olduğuna inandığımız çoğu şeyi besler. Bir şeylerden kurtulduğumuza inandığımızda, Hristiyanlar olarak kimliğimizi sonunda kendi doğamızın tufanından kurtulacak olan günahın kurbanlarıyla özdeşleştiririz. Bir şeyler için kurtulduğumuzda, Hristiyanlığı benimsenecek bir yaşam ve izlenecek bir yol olarak görürüz. Burada gerçek dışı bir ikilem yaratmak istemiyorum; hem –den hem de için vurguları kendi içlerinde gerçeklik unsurları barındırmaktadır ve birbiriyle dostça bir gerilme halinde tutulmalıdır. Benim korkum -den’in uğruna için’i tipik olarak unutmamızdır. Bunun bir sonucu olarak, kimliğimiz teselli ve rahatlama bereketlemesine doğru eğilmektedir. Böyle bir bağlam, çarmıh merkezli veya çarmıh taşıma merkezli bir yaşam sürdürmek kulağa çok sert gelir ya da en azından çok fazla “iyi şeyler yaparak kutsal kılınma”ya veya daha da kötüsü “iyi şeyler yaparak kurtuluş edinme”ye dayalı gelir. Ama çarmıhı taşıyan İsa’nın ardından gittiğimizde, sürekli çarmıhın gölgesinde bir yaşam sürmenin benzer zorluğuna çağrılmıyor muyuz? Bizim için oluşturulan düzene uygun yaşamak için İsa gibi muamele görmeyi ve İsa gibi acı çekmeyi ve hatta İsa gibi gayret göstermeyi beklemiyor muyuz?

Çarmıhı taşıyan İsa’nın ardından gittiğimizde, sürekli çarmıhın gölgesinde bir yaşam sürmenin benzer zorluğuna çağrılmıyor muyuz?

Elçi Pavlus, kiliselere mektuplarında aklında teknik bir terimmiş gibi görünen bir ifadeyi sık sık kullanır. İfade terminolojisi açısından basit, ancak ima açısından derindir: Mesih’te. Burada Pavlus’un Mesih’te ya da Mesih’le yaptığımız, yani Mesih’in başardığımız ve tamamladığımız şeylerde aracı olduğu durumlar hakkında konuştuğunu düşünmüyorum (Filipililer 4:13). Pavlus’un imanlılar olarak varlığımızdan, kimliğimizden bahsettiğini düşünüyorum. Onun gözünde Mesih’le öyle yakın tanımlanırız ki, teknik olarak Mesih’te görülürüz.

Ama şimdi Yasa’dan bağımsız olarak Tanrı’nın insanı nasıl aklayacağı açıklandı. Yasa ve peygamberler buna tanıklık ediyor. Tanrı insanları İsa Mesih’e olan imanlarıyla aklar. Bunu, iman eden herkes için yapar. Hiç ayrım yoktur. Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı.  İnsanlar İsa Mesih’te olan kurtuluşla, Tanrı’nın lütfuyla, karşılıksız olarak aklanırlar. Tanrı Mesih’i, kanıyla günahları bağışlatan ve imanla benimsenen kurban olarak sundu. Böylece adaletini gösterdi. Çünkü sabredip daha önce işlenmiş günahları cezasız bıraktı. Bunu, adil kalmak ve İsa’ya iman edeni aklamak için şimdiki zamanda kendi adaletini göstermek amacıyla yaptı. (Romalılar 3:21-26)

Bu ayetler, Mesih’te olmanın ne anlama geldiğiyle ilgili mükemmel bir sezi sunar. Mesih’te olmanın başlıca boyutlarından birisi, O’nun doğruluğunun yönetiminde olmaktır. Mesih’in doğruluğu imanlının yaşamına öyle bir geçerli sayıldı ki artık imanlı Mesih’in kanıyla arındırılmış görülmektedir. Böylece, Tanrı imanlının günahlarını görmeden geçer, imanlıyı Mesih’te doğru olarak görür. İman eden kişiler, İsa’nın doğruluğuna öyle yoğun dahil olurlar ki Tanrı artık onların yaptıklarını değil, onlarda İsa’yı görür. Martin Luther buna büyük takas demektedir; günahlarımız Mesih’in doğruluğuyla takas edilmiştir. Takas, elde edebileceğimizi ya da hakkımız olduğunu düşündüğümüz herhangi bir ödüle değil, lütfa dayanmaktadır.

Pavlus Mesih’in doğruluğunun günahı örtüp imanlıya Tanrı’nın önünde doğru bir duruş kazandırdığı gerçeğini açıkladıktan sonra, aynı temayı imanlının yaşamına uygular. Pavlus, Mesih’in aklanmada doğruluğunun konusundan, Mesih’in doğruluğunun halen işlenmekte olan günah sorununa uygulamaya geçer. 

Eğer O’nunkine benzer bir ölümde O’nunla birleştiysek, O’nunkine benzer bir dirilişte de O’nunla birleşeceğiz. Artık günaha kölelik etmeyelim diye, günahlı varlığımızın ortadan kaldırılması için eski yaradılışımızın Mesih’le birlikte çarmıha gerildiğini biliriz. Çünkü ölmüş kişi günahtan özgür kılınmıştır.

Mesih’le birlikte ölmüşsek, O’nunla birlikte yaşayacağımıza da inanıyoruz. Çünkü Mesih’in ölümden dirilmiş olduğunu ve bir daha ölmeyeceğini, ölümün artık O’nun üzerinde egemenlik sürmeyeceğini biliyoruz. O’nun ölümü günaha karşılık ilk ve son ölüm olmuştur. Sürmekte olduğu yaşamı ise Tanrı için sürmektedir. Siz de böylece kendinizi günah karşısında ölü, Mesih İsa’da Tanrı karşısında diri sayın. (Romalılar 6:5-11)

Mesih’te yaşayanlar olarak kutsal kılınmamız, yani çağrımıza uygun olarak yaşam sürmeye ayrılmamız demektir.

Mesih’te olanlar “günaha karşı ölü”dürler, yani, Mesih’le, Mesih sayesinde, günahı yenen birine dönüşme yetisine artık sahiptirler. Günah artık “Mesih İsa’da Tanrı karşısında diri” olanlar üzerinde efendi değildir. İmanı olan kişi artık günahla ve günahın gücüyle girdiği günlük savaşında mücadele etmesi için aktif hale getirilmiş olan İsa’nın doğruluğuna sahiptirler. Mesih’te yaşayanlar olarak kutsal kılınmamız, yani çağrımıza uygun olarak yaşam sürmeye ayrılmamız demektir. Bu, günahların hepsinin yenilgiye uğratıldığı anlamına gelmez; imanlının yaşamında hâlâ çeşitli kısımlarda varlığını sürdürüyor olabilir. Ama artık Mesih’te olanlar Ruh’un gücü aracılığıyla bireysel günahlarını yenebilme gücüne sahiptirler. Eninde sonunda, Mesih’in doğruluğu imanlının yüceltilmesiyle sonuç bulacak, yaşamındaki bütün günahları yok olacak. Pavlus’un sonunda Romalılar 8’de ulaştığı nokta budur.

Çünkü Tanrı önceden bildiği kişileri Oğlu’nun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul birçok kardeş arasında ilk doğan olsun.  Tanrı önceden belirlediği kişileri çağırdı, çağırdıklarını akladı ve akladıklarını yüceltti.  Öyleyse buna ne diyelim? Tanrı bizden yanaysa, kim bize karşı olabilir? (ayet 29-31).

Yüceltilme, İsa’yı görkemiyle göreceğimiz zaman (1. Yuhanna 3:2) sonunda elde edilecek. Mesih’in doğruluğunun sonunda, tıpkı ay tutulmasında olduğu gibi, yaşamlarımızı tamamen kaplayacağı nokta budur.

Mesih imanlısı aklanmada Mesih’in doğruluğuyla kaplandı, kutsal kılınmada doğruluk aracılığıyla dönüştürüldü, doğruluğu aracılığıyla yüceltilerek tümüyle yenilenecektir.

Bir insan Hristiyan olduğunda, kimliği, örneğin yaşam alışkanlıkları, kesin olarak değişir. Pavlus Galatyalılar’a, “Mesih’le birlikte çarmıha gerildim. Artık ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor. Şimdi bedende sürdürdüğüm yaşamı, beni seven ve benim için kendini feda eden Tanrı Oğlu’na imanla sürdürüyorum” (Gal. 2:20) şeklinde açıklama yapmıştır. Hepimiz bunu teşvik veren bir ayet olarak görürüz; Mesih artık yeni Hristiyan yaşamlarımızda zorunlu radikal değişikliği gerçekleştirmek için Ruhu aracılığıyla içimizde yaşamaktadır. Ancak ben burada “artık ben yaşamıyorum” ifadesine kısaca odaklanmak istiyorum. Pavlus kimliğinin ve yaşamının kendisinden çok daha üstün olan bir şey için kaybedildiğini düşünmektedir. Ayetlerin bağlamına bağlı kalırsak, Pavlus Mesih’teki var oluşunun Yasa altındaki daha önceki var oluşuna zıt olduğunu görür. Burada kesinlikle Pavlus’un Musa’nın Yasası’nı yerine getiren Yahudi kimliğinin, eski var oluşunun önemli bir boyutu olarak gördüğünü anlıyoruz. Pavlus bir noktada Yasa altındayken başardıklarından gurur duymaktaydı (Flp. 3:4-6). Ancak bu ayetlerin kapsamını gözden kaçırmayalım. Pavlus’un Yasa altındaki varlığı “artık yaşamayan” kısmına aitti ama dahası var. “Artık yaşamıyorum” ifadesi, kimlikte bir değişim yaşandığını anlatır. Pavlus’un daha önceki tüm var oluşu gitmiştir, yeni var oluşu sadece İsa’dadır. Pavlus’un fiziksel varlığının tamamı, “şimdi bedende sürdürdüğü” Mesih’in yaşamıyla karakterize edilmektedir, çarmıha gerilmiş bir yaşamdır!

Bizim için imalar çok geniş. Oluşturmak ve sürdürmek için çok emek sarf ettiğimiz kimliğimizden vazgeçmeye hazır mıyız? Yaşamlarımızın bizden daha üstün olan bir şeyler uğruna kaybedileceğini düşünmeye hazır mıyız? Bu, çarmıhın cesur ifadesidir! İsa nefesten daha yüce bir amaç uğruna yaşamını feda etti.

Oluşturmak ve sürdürmek için çok emek sarf ettiğimiz kimliğimizden vazgeçmeye hazır mıyız? Yaşamlarımızın bizden daha üstün olan bir şeyler uğruna kaybedileceğini düşünmeye hazır mıyız?

Bunun sonuçları hayret verici! Eğer yaşamımı ve kimliğimi yücelik uğruna kaybedilebilecek bir şey olarak görürsem, başkalarına hizmet etmek anlamlı hale gelir. Başkalarına hizmet etmek doğalında ancak karşılığında bir şey beklersem denklik bulur; ancak Tanrı tarafından bana ebedi bir ödül bahşedilirse varsayılır. Böyle bir bağlamda başkalarına hizmet etmek yalnızca göksel bir ödülle anlamlı olur, esas bir değeri yoktur. Hâlâ değeri ölçme merkezinde ben varımdır ve kazancım nihai ödüldür. Peki, yapılan hizmet o işin ödülüyse? İnsanlara hizmet edeyim diye hizmet etmekten keyif alabilir miyim? Kesinlikle. Başkaları benim hizmetimi gördüğünde ve bunun bir sonucu olarak Tanrı’yı övdüklerinde Tanrı yüceltilir. Hatta dahası, İsa gibi davrandığımda, başkalarına hizmet ederim ve böylece başkalarının görmesi için Tanrı’nın karakterini sergilemiş olurum. Ama var oluşumda bir alçakgönüllülük görür müyüm? Kimliğimle ilgili bir alçalma görür müyüm? Hizmet çıtasını kimliğim ölçüsünce tutabilir miyim? İsa bir hizmetkâr(Markos 10:45); sadece bir hizmetkâr olarak davranmadı. Evet, şimdi beden almış olan Tanrı olduğunu ve evrenin kralı olarak geri döneceğini biliyoruz. Ama bu yaşamda ardından gittiğimiz İsa, çarmıhı taşıyan İsa’dır; ardından gittiğimiz İsa yaşamını feda etmiş ve bizleri de aynısını yapmaya çağıran İsa’dır. “Tanrı özüne [morphē] sahip”, “kul özü almış” (Flp. 2:67) İsa’dır. Tanrı’nın özüne sahip olması açısından İsa gibi olamayacağımıza rağmen, O’nun gibi bir kul ve hizmetkâr olabiliriz. Hedefimiz sadakat olduğunda acılara dayanabilir ve fedakâr olabiliriz; hedefimiz ün, servet, güvende olma, hoşnutluk veya Tanrı için büyük bir iş yapmak olduğunda her zaman başarısız olacağız. “Aferin iyi ve güvenilir köle” (Mat. 25:14-30) övgüsü bazı sıra dışı, görkemli başarı patlamalarıyla değil, gündelik temele dayanarak kazanılır.

İsa gibi yaşamaya niyet edilir. Geçici amaçlar için bir karakteri benimseyen bir aktör gibi değil, İsa’nın yaşamını benimseyerek hayata geçirmeliyiz. Hristiyanların her alanda gerçekten de kalpleri, canları, akılları ve kudretleri Mesih gibi olabilecekleri bir şekilde İsa’nın yaşamını taklit etmeleri gerekmektedir. Belki de İsa’nın Kutsal Yazılar’da anlatılan yaşamı, bizler O’nunla özdeşleşebilelim ve O’nun gibi düşünebilelim, hareket edebilelim diye bu kadar detaylı ve renkli tasvir edilmektedir.

İsa’nın düzeniyle yaşamak, sadece İsa’nın yaptığı şeyleri birebir yapmaktan ibaret değildir. Belirli bir şekilde davranmak tek başına yeterli değildir; tutum ve karakter açısından da İsa gibi biri olmalıyım. Bu muhtemelen İsa gibi olmanın en zor kısmıdır. Herkes belli başlı eylemleri hayata geçirebilir ve bir süreliğine taklit edebilir. Ama Mesih’te bizlere verilen kimliğe gerçekten sahip olmak ve O olmak meydan okuyucudur. Ne yazık ki, bu meydan okuma genelde Mesih benzeyişinde olmayı maskeleyen bir mükemmeliyetçiliğe yol açar. Hristiyanlar genelde Mesih’in yüreğine sahip olmayı daha öğrenmeden, yaşam biçimini ve alışkanlıklarını benimserler. Mesih’e benzer yaşam sürüyor gibi davranmada uzmanlaşırız ve insanların önünde çok az ya da neredeyse hiç şeffaf yönümüz yoktur. Aslında sürekli olarak, gerçekte kim olduğumuzu insanlar öğrense Hristiyanlığımızı sorgulamaya yönelirler korkusuyla yaşarız. Böylece rol yapmaya ve neredeyse şizofrenik bir var oluş içinde gitgide derine batmaya devam ederiz....

Hatta kendimizi bir günahkâr olarak görmemiz ve kurtuluşa duyduğumuz ihtiyaçtan söz etmemiz bile, sadece kişisel farkındalık seviyesinde kalırsa veya belirli bir problemin belli yanıtı olarak kalırsa, kimlikteki benlik gücünü asla yenmeyecektir. Bundan daha kapsamlı bir şeye ihtiyacım var. Benim kimliğimin yerine bir başka şey geçmeli: İsa’nın kendisi! Ancak kendimi Mesih’te yeni bir yaradılış olarak tanımladığımda, bir günahkârın kimliğinden çok daha güçlü bir kimlikte yaşayabilecek yetide olurum. Dahası, ancak kendimi Mesih’te yeni bir yaradılış olarak tanımladığımda, kimliğimi özerk benliğim içinde oluşturup sürdürme sorumluluğumun baskısının şiddetli saldırısına dayanabilirim.

Benim kimliğimin yerine bir başka şey geçmeli: İsa’nın kendisi!

Mesih’teki kimliğimiz, kurtuluş eylemiyle ilgili faydacı bir beyandan çok daha fazlasıdır. Kesinlikle, bizim için çok fazla şey yapmıştır. Ama aynı şekilde bizlerde bazı şeyler yaptığı da doğrudur. Bizi öyle bir değiştirdi ki O’nun kimliği bizimkiyle bir tutuldu. Herhalde, kimliğimizi kaybetmeye dair ufacık bir düşünce bile tüylerimizi diken diken eder. Ancak kimliğimiz evrenin Kralı’na kök saldığında, kaybımızla baş edebiliriz. Mesih’te olmanın değeri kıyaslanamaz. Bizim yerimize feda ettiği yaşamının bize kazanç, O’na ise kayıp olmuştur.  Belki o yüzden O’nun kimliği sevgi, merhamet ve lütuf gibi terimlerle anlatılır. Bu kimliklere bir isim verilseydi bakış açımız değişir miydi diye merak ediyorum. Adım ‘İyi kalpli’ olsaydı farklı olur muydum?

İsa, bir düşünceden veya tarihsel bir gerçekten çok daha fazlasıdır. Varlığının ardından gidenler tarafından benimsenmesi gereken, yaşayan bir Kişi’dir. Bundan daha büyük ve üstün bir kimlik hayal edemiyorum. Dahası, bundan daha iyi bir yaşam da hayal edemiyorum. 

Telif Hakları © Gale Heide.

Kaynak: Yayımlanmamış bir el yazısından alıntılardır; yazarın izni alınarak kullanılmıştır.

İlk yayınlama: e-manet Sayı 44 (Ekim - Aralık 2016), s. 9–13.