“Selfie” çekmeyi sever misiniz?
Vikipedi’ye göre, “selfie” (veya “özçekim”) “bir dijital fotoğraf makinesi ya da kameralı cep telefonu ile çekilen otoportre fotoğrafı türüdür.” Bir arkadaş grubuyla birlikte takılırken veya ilginç, güzel ya da meşhur bir yerde bulunurken cep telefonuyla kendi fotoğrafımızı çekmek artık neredeyse alışkanlık haline gelmiştir.
Selfie çekmeyi sevenlerdenseniz yalnız değilsiniz. Papa ve ABD Başkanı Obama da çektikleri selfielerle haber oldular. Bu o kadar yaygınlaştı ki, 2013’te “selfie” Oxford Sözlüğü tarafından oybirliğiyle yılın kelimesi seçildi. Hepimiz artık sanki belgeselci olduk, önemli bir konuda belgesel çekiyoruz: Kendimiz!
Kendimizi belgeleme eğilimimiz esasında şaşılacak bir davranış değildir.
Kendimizi belgeleme eğilimimiz esasında şaşılacak bir davranış değildir. Kendi varlığımız, tabii ki, bizim için kaçınılmaz bir önem taşır! Eski Antlaşma’da ilginç bir kullanıma rastlarız. Yaratılış 22’de İbrahim, Tanrı’nın buyruğu uyarınca, oğlu İshak’ı kurban olarak sunmak üzereyken Rab, “Şimdi Tanrı’dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin” diyerek onu durdurdu (Yar. 22:12). Burada Tanrı’nın “biricik” demesi ilginçtir. İbrahim’in zaten başka bir oğlu vardı; İsmail. Ama kullanılan İbranice kelime hakikaten eşi emsali olmayan biricik bir şeyi kastediyor. Eski Antlaşma’da 12 defa geçen bu kelime1 , sık sık biricik çocuğu kastetmek için kullanılır; söz gelimi Zekeriya 12:10’da: “... biricik oğlu için yas tutan biri gibi yas tutacak...”. İshak, vaat oğlu olarak apayrı bir konumdaydı: Tanrı’nın antlaşması, kurtuluş planı ona bağlıydı. Bu anlamda İshak, İbrahim’in sevgili, değerli, biricik oğluydu.
Bu kelimeyle kastedilen şey, biricik olduğu için yok edilmesinin telafisi mümkün değildir ve dolayısıyla çok kıymetli ve sevilen bir varlıktır. Bu anlamda Mezmurlar’da insanın kendisini – kendi canını veya hayatını – kastetmek için kullanılır. Örneğin, Davut Mezmur 22:20’de, “Canımı kılıçtan, biricik hayatımı köpeğin pençesinden kurtar” diyerek yalvarır. “Kendimiz” yok olursak, tabii ki, başka işe yaramayız!
Ama yok olmadığı sürece “kendimiz” ne işe yarar?
Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’ne girildiğinde ilk rastlanan sergi Van Gogh’un otoportreleridir. 1886 ile 1889 yılları arasında Van Gogh otuzdan fazla otoportre yaptı. Bu otoportreler renk anlayışı, fırça kullanışı, üslup vb. açılardan birbirinden önemli ölçüde farklıdır. Sergide bir yazı bu durumu açıklar. Van Gogh bu otoportreleri yaparken amacı kendini resmederek tanıtmak değildi. Ressam olarak tekniğini geliştirmek amacıyla
denemeler yapıyordu. Kolaylık olsun diye de kendini konu olarak kullanmıştı. Yani Van Gogh daha üstün bir amaca – sanata – hizmet etmek için kendini kullandı.
İsa kendini inkâr etti. Bizi de O’nun izleyicileri olarak kendimizi inkâr etmeye çağırdı. Ama İsa kendini inkâr ettiğinde kendini değersiz veya önemsiz saymadı. Baba’yı yüceltmek ve çaresiz insanları kurtarmak için kendi tanrısal statüsünden vazgeçmeye razı oldu, kendini işkencecilere teslim etti ve en adi suçluymuş gibi, çarmıha gerilmesine izin verdi. İşte, Tanrı’nın Egemenliği budur!
Bir ustanın takım çantasında çeşitli aletler var. Usta bu çeşitli aletleri kendi hikmetine göre, durumun gerektiği gibi, yararlı bir iş çıkarmak için kullanır. Usta tornavida kullanırken çekiç kızar mı? Çekiç ‘niye tornavidayı seçti, benim neyim eksik’ diye kimlik krizi yaşamaz. Çeşitli aletler kendilerinin ne işe yaradıklarını ustanın elinde öğrenir.
İsa’nın öğrencileri olarak biricik “kendi”mizi hor görmeyiz. Ama amacımız aynı zamanda kendimizi göstermektense, kendimizi ustamızın eline bırakmaktır. O da Tanrı’nın Egemenliği’ni yeryüzünde resmetmek için hepimizi istediği gibi kullanır.
- 1Yar. 22:2, 12, 16; Hak. 11:34; Mez. 22:20; 25:16; 35:17; 68:6; Özd. 4:3; Yer. 6:26; Amo. 8:10; Zek. 12:10.