“İki bin sene önce koyunları çölde güden çobanların yazdığı bir kitaba inanmam!”
Hristiyanlığı reddeden, onunla dalga geçen biri, görüşlerini İnternet’te bu sözlerle belirtmiş.
Böyle konuşan birinin doğaüstü olaylara inanmaması beklenir bir durumdur; “Kendi gözlerimle görmedikçe inanmam” diyenlerdendir.
Bu düşünce ne kadar geçerlidir? Gözle görmedikçe inanmamak sağduyulu bir tavra benzemez mi?
Aslında, benzemeyebilir.
Tabii ki bir durumu gözle görerek doğrulamak bazı koşullarda önemlidir. Ama bir sorun var: Herkes her zaman her şeye bizzat tanık olamaz. Kaldı ki, çoğu zaman başkalarının tanıklıklarına dayanarak bilgi ediniriz.
Basit bir örnek düşünün. Biri “Nerede doğdun?” diye sorarsa, gönül rahatlığıyla, “Filanca yerde” diye yanıtlarız. Ama doğum yerimizi nasıl biliyoruz? Doğum sırasında oradaydık ama nerede olduğumuzun farkında değildik!
Doğum yerimizi anne babalarımızın sözlerine, akrabaların sözlerine, bir yerin nüfus müdürlüğündeki bazı belgelere, sonuç olarak, bir takım tanıklıklara dayanarak biliyoruz.
O zaman inanmak için her şeyi gözle görebilmek söz konusu değildir. Tanıklık lâzım. Önemli olan tanıklığın güvenilir olup olmamasıdır.
Tanıklığın iki bin sene önce veya iki gün önceye ait olması da çok önemli değil; yine tanıklıktır. Tanıklık konusunda önemli olan tanıklığın zamanı değil, kaynağının güvenilir olup olmamasıdır.
İsrail halkı çölde kırk yıl man yediler. Vâdedilen topraklara girdiklerindeyse man kesildi (Yşu. 5:12). Yahudiler daha çöldeyken Tanrı ilginç bir buyruk verdi: Gelecek kuşakların görmesi için bir testi manla doldurulacaktı, Rab’bin huzurunda, tapınakta saklanacaktı (Çık. 16:32-33).
Tanrı “Gelecek kuşakların görmesi için...” diyor. Gelecek kuşaklar man yemeyecekti ama Rab’bin kırk yıl man sağladığını bilmeliydi. Kurtuluş tarihinin bir parçasıydı bu. Bir testi dolusu man, Tanrı’nın kudretli işlerine dair bir tanıklıktı.
İsrail’in vâdedilen topraklara girmesi için Rab Şeria Irmağı’nın sularını durdurdu. Kâhinler Antlaşma Sandığı’nı taşıyarak ırmağa girer girmez ırmağın suları kesildi ve kesildiği yerde birikti. Halktan herkes geçtikten sonra Tanrı bir buyruk verdi; ırmağın yatağından 12 taşın alınmasını söyledi. Yeşu, Rab’bin buyruğu doğrultusunda bu taşları ırmağın öbür yakasına dikti (Yşu. 3-4).
Tanrı bunu istemesinin nedenini şöyle açıkladı: “Çocuklarınız ilerde, ‘Bu taşların sizin için anlamı ne?’ diye sorduklarında, onlara diyeceksiniz ki, ‘Şeria Irmağı’nın suları RAB’bin Antlaşma Sandığı'nın önünde kesildi. Antlaşma Sandığı ırmaktan geçerken akan sular durdu.’ Bu taşlar sonsuza dek İsrail halkı için bu olayın anısı olacak.” (Yşu. 4:6-7)
Yere dikilmiş bu taşlar “sonsuza dek” geçerli bir tanıklık olacaktı. Bütün ulusların Tanrı’nınkudretini bilmesi ve İsrail halkının her zaman Rab’den korkması için etkili olacaktı (Yşu. 4:24).
Geçenlerde Amerikalı bir pastör Yuhanna 10:37’den yola çıkarak şöyle konuştu: “İsa, ‘Babam’ın işlerini yapmıyorsam, bana iman etmeyin’ dedi. Biz de kilise olarak insanlara, ‘İsa’nın yaptığı mucizeleri yapmıyorsak, bize inanmayın’ demeliyiz.”
Bu pastörün gayretini takdir ederim; ama yorumlama anlayışını takdir edemem. Duyurduğumuz Müjde’nin inanılması için İsa’nın yaptığı mucizeleri her kuşakta tekrar tekrar yapmamız gerekmez. Çünkü İsa o belirtileri Mesih olduğunu kanıtlamak için yaptı. Bunun yazılı tanıklığı da var.
Yuhanna’nın yazılış amacı şöyle belirtilmiştir: İsa’nın kitapta kaydedilen doğaüstü belirtileri, “İsa’nın, Tanrı’nın Oğlu Mesih olduğuna iman edesiniz ve iman ederek O’nun adıyla yaşama kavuşasınız diye yazılmıştır.” (Yu. 20:30-31)
Tomas İsa’nın dirilişinden kısa süre sonra, mealen, “gözlerimle görmedikçe inanmam” dedi. İsa, kendisini gördüğünde inanan Tomas’a, “Beni gördüğün için mi iman ettin? Görmeden iman edenlere ne mutlu!” dedi (Yu. 20:29).
Testi, taş, kitap… İman etmek anmakla başlar. Güvenilir Tanrı’nın tanıklıklarına güvenenlere ne mutlu!