Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Li-derkenar

Kesinlikle

Yayın Tarihi: 01.09.2012

Makarna severim. (Fiziğimi gören bu sözümü inandırıcı bulur!) Makarna pişirmek için büyük kaplarda su kaynatırım. Suyu büyük kapta kaynattığım zaman elimi bu kaynar suya sokmam. Neden sokmam? Çünkü elimi kaynar suya sokarsam elimin yanacağını, büyük zarar göreceğini, çok acı çekeceğimi bilirim, bunu tercübe etmediysem de inanırım böyle olacağına.

Arada sırada da olsa elimi kaynar suya sokmam. Dalgınlıktan dolayı bile elimi kaynar suya sokmam. Acaba soksam n’olur diye şansımı denemek için de elimi kaynar suya sokmam. Sokmam da sokmam!

“Eee?” dediğinizi duyar gibiyim. “Eee? Beyefendi elini kaynar suya sokmazmış... Hani bu bir ilahiyat dergisiydi?” diye soruyorsunuzdur. Yani, kaynar suya elimi sokmayışımın ilahiyatla ne alakası var diye merak ediyorsunuzdur.

Olmaz olur mu? Kaynar suyun yanığa sebep oluşu benim için bir inançtır. Bu yazıda inancın doğasına biraz değinmek istiyorum.

Bir şeye inanmak, ilgili konuda dünyanın gerçekten öyle olduğuna uygun bir şekilde davranmak demektir.

Yani, kaynar suya elimi sokarsam yanacağına gerçekten inandığım için elimi kaynar suya sokmam. Bu inancım ile davranışlarım arasında birebir bir ilişki vardır.

Adem “iyiyle kötüyü bilme” ağacından yediği takdirde öleceğine gerçekten inanmış mıdır? Tanrı, “ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün” demişti (Yar. 2:17). Kesinlikle! Ama Adem o ağaçtan yedi. Yedi ama yer yemez kıvrana kıvrana ölüp yere düşmedi.

Buna rağmen, kesinlikle öldü o anda. Ama ölümün daha derin bir anlamı vardı. Ruhsal olarak öldü. Adem Tanrı’dan kopuverdi. İnsanlığın günahkâr kılınmasına yol açtı. Yaratılışın amaçsızlığa teslim olmasına araç oldu (bkz. Rom. 8:20-21).

Adem öldü ama belki hemen o anda kesinlikle öldüğünü fark etmemişti.

Birçok şey biliyoruz ve birçok şeye inanmışızdır. Ama buna rağmen gerçeklik bize önemli ölçüde yabancıdır. Hayat bilmediğimiz olasılıklara gebedir. Vakıf olmadığımız bir “perde arkası” vardır ve olup bitenlerin esas sebepleri ve sonuçlarını kavrayamayız. Bu yüzdendir ki bize vahiy lâzımdır. Tanrı’nın Sözü olmadıkça en önemli konularda neye inanmamız gerektiğini bilemeyiz.

Ama vahiy yoluyla inandıktan sonra, dünyanın gerçekliğine uygun biçimde davranmayı öğrenmemiz gerekiyor.

Willard, İsa’nın öğrencileri hakkında şu ilginç gözlemde bulunur: İsa’nın öğrencisi olmak, ileri bir ruhsal seviyeye erişmiş olmak anlamına gelmeyebilir. O’nun öğrencileri, ilk başta İsa’nın sadece en yüce olduğunu, her konuda haklı olduğunu anlamışlardır. Ama bu öğrencilik sürecine ilk başlamışken İsa’nın bütün söylediklerine – sözgelimi yumuşak huylu, doğruluk uğruna zulüm gören ve hele yoksul insanların “mutlu” olduklarına – gerçek anlamda inanmamışlardır. Ama Rab İsa Mesih’e hayran oldular, O’na tam olarak güvendiler ve O’nun bunlara inandığını bildiler. Dolayısıyla O’nun inandıklarına inanmak istediler.1

Rab İsa, O’nun sözlerini uygulayıp uygulamamızın kesinlikle bir ölüm kalım meselesi olduğunu söyler:“İşte bu sözlerimi duyup uygulayan herkes, evini kaya üzerine kuran akıllı adama benzer. Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, eve saldırır; ama ev yıkılmaz. Çünkü kaya üzerine kurulmuştur. Bu sözlerimi duyup da uygulamayan herkes, evini kum üzerine kuran budala adama benzer. Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, evi sarsar. Ev yıkılır; yıkılışı da korkunç olur.” (Mat. 7:24-27).

Kaynar suya temas etmenin ne olduğunu bellemişimdir. İnancım tamdır bu konuda. İsa’nın söylediklerini – Kutsal Kitap’ta yazılan her şeyi de – duyduğum, okuduğum zaman, gerçekliğe temas ettiğimin farkında mıyım?

İnanıyorsam, dünyanın gerçekliğine uygun bir şekilde davranıyor muyum?

  • 1A.g.e., s. 319’dan uyarlanmıştır.
  • Telif Hakları © 2012
  • Chuck Faroe
  • Tüm Hakları saklıdır. İzin ile kullanıldı.
İlk yayınlama: e-manet Sayı 29 (Temmuz - Eylül 2012), s. 3–4.