“Arayan soran oldu mu?” Eskiden eve gelince kapıdan girer girmez sorduğumuz ilk sorulardan biri bu olurdu.
İnsan olmak, ilişkisel olmak demektir. Yürek ilişki arzular. İlişkilerde süreklilik de arar.
Baumeister ve Leary, 1995’te yayımlanan “Aidiyet İhtiyacı: Temel İnsani Motivasyon Olarak Kişilerarası Bağlanmalar Arzusu” başlıklı çığır açan bir makalede, “Aidiyetin neredeyse yiyecek ihtiyacı kadar temel ve güçlü bir ihtiyaç olduğunu... savunmaktayız” demişlerdir.1 Bu ihtiyacın şartlarını da şöyle özetlemişlerdir: “Bu ihtiyaç, süregelen ilişkisel bir bağ içinde yaşanan sık ama itici olmayan karşılıklı deneyimlere yöneliktir.2
Böyle ilişkiler özleriz, onlara da muhtacız ama, niye yalan söyleyelim, yine de ilişkilerde zorlanırız. Kusurlu dünyada yaşayan kusurlu insanlarız. Kutsal Kitap, yaratılışın “amaçsızlığa teslim” edildiğini ve “yozlaşmaya köle” olduğunu söyler (Rom. 8:21-22). Bu amaçsızlık ve yozlaşma iliklerimize kadar işler ve bir yere kadar yüreklerimizi yönlendirir. Aidiyetin gerektirdiği sürekli ve yapıcı ilgi alışverişimiz böylece bazı durumlarda aksar. İlişkilerde bazen hayal kırıklığına uğradığımız gibi, biz de bazen başkalarını hayal kırıklığına uğratırız.
Tabii ki bu konuda ne çaresiz ne de ümitsiziz. Tanrı’nın Ruhu ve Tanrı’nın sözü içimizde ve aramızdadır. Değişip dönüştürülüyoruz. Kutsallaştırılıyoruz. İsa’nın tekrar gelişini ve “her şeyin yeniden düzenleneceği zaman”ı dört gözle bekliyoruz (Elç. 3:21).
Şimdilikse aidiyet, ilişki ve ilgiye susamışızdır. Ama bir ilahide söylendiği gibi, “Susuz kalbimi tatmin eden var, sen ya Rab İsa! Sen ya Rab İsa!” Rabbimiz bizi sever, sürekli bize ilgi duyar.
Ama Tanrı’nın bize duyduğu sevgiyi anladığımızı sansak bile, bu sevginin ne kadar muhteşem olduğunu derin bir düzeyde kavramakta, duygusal olarak yaşamakta zorlanırız. Elçi Pavlus, imanlıların Mesih’in sevgisi konusunda ruhsal kavrayış gücüne erişmeleri için şöyle dua eder: “Mesih’in sevgisinin ne denli geniş ve uzun, yüksek ve derin olduğunu anlamaya, bilgiyi çok aşan bu sevgiyi kavramaya gücünüz yetsin” (Ef. 3:19).
Davut, Tanrı’nın kendisini ne kadar iyi tanıdığı konusunu işlediği 139. Mezmur’da, “Hakkımdaki düşüncelerin ne değerli, ey Tanrı, sayıları ne çok! Kum tanelerinden fazladır saymaya kalksam...” diyor (Mez. 139:17-18). Demek, bizi seven Tanrı, bize kavranamayacak kadar büyük ilgi duyar, bizimle ilgili düşünceleri sayılamayacak kadar çoktur!
Psikolog Diana Fosha, “Kişisel dayanıklılığın temelinde… seven, uyumlu ve kendine hakim birinin bizi anladığı ve o kişinin yüreğinde ve düşüncelerinde yer aldığımız sezgisi yatar” demiştir.3 Buna göre, Tanrı’nın bizi ne kadar çok sevdiğini, anladığını ve sürekli ilgi duyduğunu kavramaya başlarsak daha dayanıklı kişiler oluruz, ilişkisel, ruhsal ve duygusal olarak da sağlığımız artıkça artar.
Bu realite iliklerimize kadar işlese ne iyi olur!