Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Tarih

Anadolu Hristiyanlarının Öyküleri

Tanzimat Döneminde Din Değiştirme Olayları

Yayın Tarihi: 01.10.2013

Trabzon, Gümüşhane ve çevredeki Tonya, Çaykanc, Maçka ve Torul kasabalarının dağlık kısmında 1650 yıllarında Türkçe konuşmayan ama Lazca, başka bir deyişle Rumca konuşan binlerce kişi vardı. Bunlar, “gizli din taşıyan” Hristiyanlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda 200 yıl Hristiyan inancını hep gizli taşıdılar. Bu son derece tehlikeliydi.1

Açığa çıkması durumunda ölümle sonuçlanırdı. Bunlar gizlice vaftiz oluyor, sadece birbirleriyle evleniyor, ölülerini Müslüman mezarlığına Hristiyan usulünce defnediyorlardı. Etrafa renk vermemek için kapalı yaşıyorlardı. Papazları imamlık da yapıyordu. Evlerinin altında gizli birer kilise vardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nda 200 yıl Hristiyan inancını hep gizli taşıdılar. Bu son derece tehlikeliydi.

Kromni Vadisi’nde, Osmanlılardan önce yerleşmiş bulunan ve madenlerde çalışan yerli halkın, Bizans döneminde Hristiyanlığı kabul ettikleri, zamanla dillerini unutarak bugünkü Yunancaya çok yakın olan Rumca konuştukları bilinir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1461 yılında Trabzon’u fethetmesinden 1700 yılına kadar, yörede yaşayan insanların inancına karışılmamıştır. İmparatorluk 1700’lü yıllarda Hristiyanlara Müslüman olmaları durumunda bazı imtiyazlar sağlayacağını duyurunca bazıları Müslüman olmuşlardır. Geri kalanlar korkudan şeklen Müslümanlığı kabul etmiş ama gizliden inancını sürdürmüştür.

Hristiyan halk yaklaşık 200 yıl boyunca Hristiyan inancını yaşatmıştır.2

           

Protestanlığın Anadolu’ya Gelişi

Williams İlahiyat Okulu’ndan birkaç öğrenci Asya kıtasında yaşayan insanların ruhsal ihtiyaçları hakkında fikir alışverişinde bulunmak üzere bir tarlada toplandı. Toplantı sırasında birden gök gürlemeleri ve ardından sağanak yağmur yağmaya başladı. Öğrenciler bulundukları yerdeki saman yığınına sığındılar ve orada duaya devam ettiler. Bütün dünyada ruhsal uyanış için, Kutsal Ruh’un insanlar üzerine dökülmesi ve yenilenme için dua ettiler. Bu toplantı sonradan “saman yığını dua hareketi” olarak adlandırıldı. Bu hareket modern misyon hareketinin doğmasına neden oldu.3  

“Saman yığını dua hareketi” kuşağından Pliny Fisk ve Levi Parsons adlı iki misyoneri ABCFM misyonu 1820 yılında Anadolu’ya gönderdi.4 Amaçları buralarda yaşayan farklı inanışlara bağlı insan topluluklarını tanımak ve bu insanlara ulaşmanın, aralarında çalışmaya başlamanın yollarını tespit etmektir.

 Pliny Fisk ve Levi Parsons yaptıkları araştırmayla Anadolu’da Müslümanlar arasında çalışmanın ne kadar zor olduğunu fark ettiler. Müslümanlar arasında İncil’i yaymanın hayatlarına mal olabileceğini gördüler. Bunun yerine var olan kadim kiliselerin cemaatlerine yöneldiler.5 Anadolu’nun birçok kentinde kiliseler vardı. Bu kiliseler, kendi görenek ve gelenekleriyle boğulmuş, çevrelerine İncil’i müjdelemeyi bırakmış, Hristiyanlığın özünden uzaklaşmış, İncil’den habersiz ve âdeta bozulmuşlardı.6 Bu kiliseler ruhsal bilgiden yoksun, ayrılıkçılık, batıl inançlar ve formalitelerle sarmalanmışlardı.7 Bunun üzerine hedeflerini geçici olarak değiştirdiler. Kandilleri sönmeye bırakan, sözde Hristiyanların aydınlanmasına, uyanmasına odaklandılar. Çünkü sözde Hristiyanlar arasında uyanış olursa, Hristiyanlar uykudan uyanırsa ve Kutsal Ruh’la dolup taşarsa, o zaman İncil’i müjdeleme isteği olur. Bu şekilde de, Müslüman, Yahudi komşularına İncil’i yaymak kolaylaşır diye düşünüyorlardı.8

Müslümanlara İncil’i duyurmanın en iyi yolunun yerel Hristiyanların olduğunu düşündü.

Başlangıçta Anadolu’ya gelen bu misyonerlerin amacı, Hristiyan olmayanlara Müjde’yi ulaştırmaktı. Ama büyük tepkiyle karşılaştılar. Hristiyanlığı benimsemiş kişiler zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaştılar. Amerikan Board Heyeti’nin yıllık toplantılarında, Hristiyanlığı benimseyen kişinin öldürülebileceğini vurguladılar.9 Bunun sonucunda ABCFM heyeti yöntemlerini değiştirmeye karar verdi; Müslümanlara İncil’i duyurmanın en iyi yolunun yerel Hristiyanların olduğunu düşündü. Bu nedenle Doğu Ortodoks, Grek Ortodoks ve Ermeni Ortodoks kiliselerine yöneldiler. Bu kiliselerin uyanmasının, üyelerinin Mesih İsa ile diri ilişkiler kurmalarına ve hayatlarında önceliği İncil’e vermelerine, Hristiyan olmayan komşularına iyi örnek olmalarına ve İncil’i onlara anlatmalarına yol açabileceğini düşündüler.10

Başlangıçta Ermeni Ortodoks kilisesinde bu uyanış hareketi, İncil’e dönüş benimsenmiştir. Patrik Stefan 1832’de misyonerleri saygıyla kabul etmiş, düzenlediği ayinlere katılmalarını istemiştir. Patrik misyonerlerle çok iyi ilişkiler içindeydi. Onların eğitim vermelerini hep destekledi. Misyoner Goodell bu durumu 30 Kasım 1835 tarihinde şöyle rapor etmiştir: “Ermeniler arasında yapılan müjdeleme etkinliklerine, Ermeni kilisesi tarafından karşı gelinmiyor, hatta destekleniyor.”11 Hiç kuşkusuz, Amerikalı misyonerlere karşı koyan, onlara düşmanlık besleyen bazı kişiler de vardı. Ermeni kilisesinde saygı duyulan Hovhannes Deroyentz Çamurciyan adında biri, misyonerlere karşı olumlu yaklaşmadığı için Patrik Garabed’i eleştirmiştir.12 1836 yılının sonuna dek karşı koyma kiliseden değil, bireylerden geliyordu.

1837 yılının başında, Ermeni Ortodoks kilisesi misyonerlere karşı tutumlarını değiştirdi. Hem kilise önderleri hem de sıradan halk misyonerlere karşı güvenlerini yitirdiler. Onlara engel olmak için yollar aradılar. Önce misyonerlerin açtıkları okulları boykot ettiler. Anne babaların çocuklarını bu okullara göndermemelerini ve bu okullarda okuyan çocuklarını okullardan almalarını buyurdular.13 Bu sırada Ermeni kilisesini bırakıp müjdeci toplantılara katılanların sayısı gün geçtikçe artıyordu. Öyle ki, 1838 yılında müjdecilerin sayısı 800 kişiyi buluyordu.14 Ermeni tarihçi, sonradan Patrikhane ruhani sınıfına giren Avedis Berberian, Ermeni cemaatini Protestan inancına çevirdikleri ve saptırdıkları için misyonerleri eleştirdi.15 Ermeni kilisesinden ayrılan bu reformculara karşı baskılar arttırıldı. Halk onlardan “kiliseyi yıkan” kişiler olarak söz etmeye başladı. Kilise halka, bu reformcularla konuşmamasını, onlarla alışveriş yapmamasını buyurdu. Patrik Hagopos 1839 yılında, kilisede reform yapmaya çalışan üç papazı tutuklatıp sürgüne gönderdi.16

Önemsediğimiz vicdan hürriyetini her şeyden üstün tutuyoruz ve hiçbir gücün, geleneğin ya da buyruğun İncil’i elimizden almasına izin vermeyiz.

1844’te Erzurum, Bursa ve Trabzon’da bazı Ermeni papazların Ermeni halkı arasında İncil’i yaymaya başlamaları ve Ermeni Ortodoks kilisesinden bazı üyelerin Protestanlığa geçmesi huzursuzluğa neden olmuştur. Bu huzursuzluk ve gerginlik Mateos Çuhacıyan’ın Temmuz 1844’te patrik atanmasıyla daha da arttı. Patrik Mateos Çuhacıyan Protestanlara karşı geldi.17 Patrik, Protestanlığa geçen Ermenileri eski mezheplerine döndürmek için uğraş verdi. Kiminin eski mezheplerine dönmesini sağladı, dönmeyenleri aforoz edince, üçü kadın yaklaşık kırk kişi Pera’daki misyon merkezine sığındı. Misyonerler, o dönem İstanbul’da yaşayan Amerikalı tüccarların desteğiyle, toplum tarafından artık tecrit edilmiş olan bu reformcu Ermenileri korudular.18 Aforoz edilen bu reformcular ilk Ermeni Protestan Kilisesi’ni 1 Temmuz 1846 yılında Apisogomder Haçaduryan’ın önderliğinde, kırk Ermeni erkek ve üç Ermeni kadından oluşan bir grupla Pera’da kurdu.19 Kurulan bu kilisenin üyeleri şu açıklamayı yaptılar:

Şehitlerin kanıyla kutsanmış Ermeni halkımızın geleneklerini saygıyla kabul ediyoruz. Bütün kalbimizle ve aklımızla Ermeni kardeşlerimizi seviyoruz. Ama önemsediğimiz vicdan hürriyetini her şeyden üstün tutuyoruz ve hiçbir gücün, geleneğin ya da buyruğun İncil’i elimizden almasına izin vermeyiz.20

Aslında bu reformcuların kiliselerinden ayrılmasına, yeni kilise kurmasına gerek yoktu. Başka çözüm yolları bulunsaydı daha iyi olurdu. Ama Patrik’in bu reformculara karşı sert tutumu, onları tehdit edişi ve sonucunda onları aforoz etmesi, ilişkilerin tamamen kopmasına ve başka alternatif bulma yolunun kapanmasına yol açtı.

Ancak baskılar, yıldırmalar ve aforozlar bu müjdeci kesimi İncil’i duyurmaktan ve giriştikleri yeni yoldan vazgeçirtmedi. Giderek daha da çoğaldılar, Anadolu’ya yöneldiler. İzmit’te, Adapazarı’nda, Erzurum’da, Trabzon’da yeni kiliseler açtılar. Bunları Van, Maraş, Gaziantep, Adana, Maraş, Diyarbakır, Mardin izledi. 1846 yılı sonunda, Anadolu’da Protestanların sayısı bini aşıyordu.21 Bunu izleyen yıllarda Bursa’da da kilise kuruldu. Protestanlara yapılan bu baskılardan kurtulmaları için dışarıdan destek geldi. Osmanlı Devleti, 26 Kasım 1850’de İngiliz elçi Sir Stratford Canning’in güçlü nüfuzunu kullanması sonucu Protestanları resmen tanıdı. Sultan Abdulmecid tarafından yayımlanan “İrade-i Seniyye” ile Osmanlı Devleti’nde yaşayan Protestanlar millet (dini cemaat) olarak kabul edilmiştir.22

Sultan Abdulmecid’in fermanı şu sözlerle Protestan cemaatini tesis ediyordu:

Hristiyan tebaamdan Protestan inancını benimseyenler, bugüne dek kendilerine ait ve bağımsız bir yönetimden yoksun oldukları ve ayrıldıkları eski mezheplerinin patrik ve baş episkoposları doğal olarak onların sorunlarıyla ilgilenmedikleri için, büyük sıkıntı ve güçlüklere maruz kaldıklarından ve inançları nedeniyle bu sayılanlar zaten ayrı bir cemaat oluşturduklarından, şefkatli iradem bunların kendi aralarından, kendilerine uygun ve kendi seçecekleri saygın ve güvenilir bir kişinin Protestanların vekili unvanıyla atanması ve bu şahsın Zaptiye Müşavirliği’ne bağlı olmasıdır.23

Padişah Abdulmecid’in yayınladığı bu fermandan güç alan Protestanlar, zulüm korkusu olmadan çalışmalarını yaygınlaştırmaya başladılar. 1854 yılında Anadolu’daki on beş Protestan kilisesinin kayıtlı 2300 üyesi vardı.24 1859’da Protestan kiliselerinin sayısı neredeyse iki katına çıkmış, Diyarbakır ve Maraş’ta kilise bölgeleri oluşturulmuştu.25 1839-1859 yılları arasında Osmanlı topraklarında kullanılan dillerde yüz elliyi aşkın dini eğitim kitabı basıldı.25

Doğu Anadolu’daki müjdeleme çalışmaları esas olarak 1850’li yıllarda başlamıştı. Doğu’daki ilk önemli idari şubeler Harput ve Sivas da o dönemde kurulmuştu. Harput’taki misyon, anlam ve önem bakımından ilk sırayı alıyordu.26 Hatta Hümayun’un ilanından sonraki on yıl zarfında, Amerikan misyon öncüleri Van ve Bitlis gibi diğer Doğu vilayetlerine örnek olacak özel bir keşif ve inşa dinamizmine sahiptiler. Tanzimat’ın ikinci yarısında genç Harput misyonunun başarılı yöntemini oluşturan başlıca unsurlar, kadın eğitimi, köy ziyaretleri, yerel kilise ve eğitim kurumlarına yardım, merkezde misyon kontrolü altında yüksek öğrenim ve tıbbi hizmetlerdi. 1860’ların sonundan 1880’li yıllara kadar yaşayan misyonerlik patlaması, milletlerinkine benzer biçimde eğitimsel bir niteliğe sahipti, ancak bu patlama 1856 Fermanı’yla gelişme fırsatı bulabildi.27

Yıllardır Anadolu’da çalışan misyonerler ilk saldırıya Bitlis’te uğradılar. Misyonler geldikleri Anadolu halkının kültürüne yabancıydılar. Geldikleri topraklarda medrese dışında öğrenim kurumu yoktu. Onlar okul açtılar. Açtıkları okullardan bazıları kız çocukları içindi. Müslümanlar bu gavur okullarına çocuklarını göndermiyorlardı. Başlı başına okul düşüncesi

Tanzimat’ın ikinci yarısında genç Harput misyonunun başarılı yöntemini oluşturan başlıca unsurlar, kadın eğitimi, köy ziyaretleri, yerel kilise ve eğitim kurumlarına yardım, merkezde misyon kontrolü altında yüksek öğrenim ve tıbbi hizmetlerdi.

bile tepki alıyordu. Yaptıkları binaların tarzı sevilmiyordu. Hristiyan kadınların giysileri, şapka takmaları ve ata binmeleri hayretle karşılanıyordu. Misyonerlerin yerel insanlarla diyaloglarında, geleneksel davranış kalıplarına uymamaları da sorun çıkarıyordu. Herkese eşit davranmaları da insanları rahatsız ediyordu.

Halk merak içinde ama uzaktan misyonerleri izliyordu. Aile olarak hep birlikte, üstelik masada birlikte yemek yiyorlardı. Müzik aletleri vardı. Piyano, akordeon çalıyorlardı. Ellerinde dürbün, fotoğraf makinası vardı. Ellerinde kendilerinin hazırladıkları ve bugün hâlâ kullanılan Türkçe İngilizce sözlük kitabı Redhouse vardı. Çok çalışkandılar.

Bitlis’in Musa Ağası ve adamları misyonerlere düşman olmuştu. Bir gün, Amerikan Board’un Bitlis sorumlusu George C. Knapp ve misyoner arkadaşı Dr. George C. Raynolds okuldan çıkıp atlarıyla dolaşırken Musa Ağa ve adamları tarafından saldırıya uğradılar, dövüldüler.28 Aralarında Bitlisli aşiret ağası Musa’nın da bulunduğu üç Kürt’ün, Dr. George C. Raynolds ve arkadaşı George C. Knapp’i ağır yaralamalarının nedeni belki de atlarından inmelerini hakaret kabul etmiş olmalarıydı.29

Müller Simonis, Dr. George Raynolds’u şu şekilde karakterize ediyordu: “Bu misyonun şefi Dr. Raynolds, örnek bir Amerikalı, mükemmel bir insan, bütünüyle kendine özgü ve bunun yanında soğukkanlı, şarkta geçirdiği uzun yıllara rağmen Türkçe telaffuzunun her kelimesi, içindeki İngiliz’i ortaya çıkarıyor. Dr. Raynolds mükemmel bir hekim ve bu sayede pek çok hayır işliyor. Birçok Amerikalı gibi o da çay içmeyi seviyor, sofrasında asla şarap bulunmuyor.”30

1840’lı yılların sonlarında yazılmış Urfa mektuplarında bir “Protestan Uyanış”tan söz edildiğini okuyoruz. Dr. Azariah Smith’in etrafındaki küçük bir Protestan gruptan iki genç adam, Ocak 1849’da Urfa’ya gitti. Gençlerden biri, amcasının baskısı nedeniyle Birecik’ten geri dönmek zorunda kaldı, ancak iki Müslüman arkadaşıyla beraber Urfa çarşısında bir zanaat işliği açmayı ve boş zamanlarında toplantılar, dini konular hakkında sohbetler düzenlemeyi düşündüler, sonunda başardılar. Ancak bu faaliyetler etkileri bakımından kısıtlı bir seviyede kaldı. Genç erkekler İncil’i öğrenmeye başladılar ve Ermeni Apostolik kilisesi önderleri, misyon aracılığıyla Smith’le ilişki kurdular.31

Urfa’daki yerel kiliseye katılan kadınlar, kızlara verilen bu eğitimin ne kadar önemli olduğunu bilerek Amerikan Board’un başkanına bir mektup yazıp Corinna Shattuck adında bir bayan misyonerin kendilerine kalıcı olarak gönderilmesini istiyorlardı. Urfa kilisesine katılan kadınlar 1877’de şöyle bir mektup yazdılar: “Aramızdaki misyoner kadınların mukaddes faaliyetlerinin verdiği semereleri görüyoruz. Gelip bizimle dört ay çalışan bayan Shattuck’a çok minnettarız ve şükranlarımızı sunmak istiyoruz. Kızlarımızın bilgi ve nezaket bakımından gelişmesinde ulaşılan düzeyi görüyoruz.”32

 

Urfa’daki yerel kiliseye katılan kadınlar, kızlara verilen bu eğitimin ne kadar önemli olduğunu bilerek […] bir bayan misyonerin kendilerine kalıcı olarak gönderilmesini istiyorlardı.

Gaziantep Amerikan Hastanesi, 1848 yılında Gaziantep’e yerleşmeye gelen ve burada birçok değerli hizmette bulunduktan sonra tifodan ölen Dr. Azariah Smith’in anısına 1879-1880 yılında Yale Üniversitesi’nden sınıf arkadaşlarının yaptıkları bağışlar ve topladıkları yardımlar ile inşa edilmiştir. Bu hastaneye Dr. Azariah Smith Memorial Hospital adı verilmiştir. 1882 yılında üç kuşak hizmet verecek olan Shepard ailesi Gaziantep’e gelmiş, Dr. Fred Shepard ve eşi hastanede birlikte göreve başlamışlardır. 1996-2001 yıllarında üçüncü kuşak Barclay M. Shepard da hastane başhekimi olarak görev yapmıştır.33 Gaziantep’teki hastane Cumhuriyet yıllarında da açık kalmıştır.34

Dr. Fred Shepard, bütün hayatını bölgede yaşayan Türklere, Kürtlere, Araplara adamıştı. Amerikan Board misyonunda doktor olarak çalışan bu adam, her gün geç saatlere kadar her tür hastayı güler yüzle kabul edip yardım ediyordu.35

Dr. Shepard ile çalışan bir işçi şöyle bir olay anlatmıştır:

Dr. Shepard’ın orada olduğu haberi duyulur, hastalar ona getirilirdi. O evde kendisine bir oda verildi. Her gün saat 21:00’e kadar çalışıyordu. Antep’teki ilahiyat okulundan mezun olan bir kız orada, o köyde yaşıyordu.  Pencereden Dr. Shepard’a gelen genç yaşlı hastaları, sağır ve dilsizleri seyredince ve Dr. Shepard’ın onlara olan sevecen davranışlarını görünce bu kız şöyle bağırdı: “Bu doktor İsa’ya benziyor, değil mi?” Hepimiz, “Evet” diye yanıtladık.36

Shepard, hastanedeki çalışmalarının yanı sıra, kolejin tıp bölümünde de öğrenciler yetiştirmiştir. Antep, Halep ve Maraş’ı da içeren en az on dört şehrin baş hekimi Shepard’ın öğrencisiydi. Dr. Shepard insanlar arasında ayrım yapmadan çalışmıştı. İncil’in öğretileri doğrultusunda yaşam sürmüştü.

Hastane ve hemşirelik okulu bütün Gazianteplilere hizmet etti. Bu hizmet yabancılara ve müjdeledikleri Hristiyanlığa karşı nefreti ve önyargıları hafifletti.

Dr. Shepard, bütün bölge insanları içinde saygıyla karşılanırdı. Yaşamı, davranışları, konuşmaları çalışma arkadaşlarını etkilemişti. Onun yetiştirdiği birçok doktor, ölümünden sonra onu örnek alarak “İsevi” adında bir din, bir yol kurdular. Sonra bu grup bir varlık gösteremeden dağıldı. Ankara’da üniversite yıllarımda (1973-1977) bu grupla tanışmış ve birkaç kez toplantılarına katılmıştım. 

  • 1Yorgo Andreadis, Gizli Din Taşıyanlar (İstanbul: Belge Yayınları, 1997), s.12-13
  • 2A.g.e., s.10-12
  • 3“The History of Urbana Student Missions”, Urbana,  http://www.urbana.org > (2 Ocak 2014 tarihinde erişilmiştir).
  • 4Abdul Latif Tibawi, American Interests in Syria, 1800-1901: A study of Educational Literary and Religious Work (Oxford: Clarendon Press, 1966), s. 55.
  • 5William E. Strong, The Story of the American Board (Boston: Pilgrim Press, 1910), s. 3.
  • 6N.G. Clark, The Gospel in the Ottoman Empire (Cambridge: Riverside Press, 1878), s. 4.
  • 7Aziz S. Atiya, Doğu Hıristiyanlığı Tarihi (Adana: Doz Basım Yayın, 2005), s. 366.
  • 8Missionary Herald, 1828, s.396; N. G. Clark, The Gospel in the Ottoman Empire, s. 4.
  • 9ABCFM Yıllık Rapor, 1827, s. 61.
  • 10ABCFM Yıllık Rapor, 1830, s. 81.
  • 11Misionary Herald, 1836, s. 16.
  • 12Vahan H. Tootikian, The Armenian Evangelical Church (Glendale, California: The Armenian Heritage Committee, 1982, 1996), s. 34.
  • 13Cyrus Hamlin, My Life and Times (Congregational Sunday-School and Publishing Society, 1893), s. 66.
  • 14Vahan H. Tootikian, The Armenian Evangelical Church, s. 34.
  • 15Avedis Berberian, Badmoutiun Hayots (İstanbul, 1871), s. 294-295.
  • 16“Millet” sistemine göre, patrikler kendi cemaatleri üzerinde mutlak yetkiye sahipti. Bu yetki Osmanlı padişahı tarafından kendisine verilmişti.
  • 17Vahan H. Tootikan, The Armenian Evangelical Church, s. 37.
  • 18Pinelopi Stathis, 19. Yüzyıl İstanbul’unda Gayrimüslimler (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2003), s.75; Cyrus Hamlin, My Life and Times, s. 30.
  • 19Missionary Herald, 1893, s. 180-186.
  • 20A.A. Bedikian, The Rise of the Armenian Evangelical movement Among Armenians (New York: Armenian Missionary Association of America, 1970), s. 1-5; Garabeol Adanalian, Hooshartzan (Fresno, California: Crown Printing Co., 1952), s. 106-108.
  • 21A.g.e., s. 55; Leon Arpee, A History of Armenian Christianity (New York: Armenian Missionary Association of America, 1946), s. 269.
  • 22Vartan Artinian, Osmanlı Devleti’nde Ermeni Anayasası’nın Doğuşu (İstanbul: Aras Yayıncılık, 2004), s. 55; Pars Tuğlacı, Tarih Boyunca Batı Ermenileri (İstanbul: Pars Yayınları, 2004), s. 371-372; Vahan H. Tootikan, The Armenian Evangelical Church, s. 350-353.
  • 23A.g.e, s.56, Pars Tuğlacı, İstanbul Ermeni Kiliseleri (İstanbul: 1991), belge 110, s. 371-372.
  • 24Asadur, İstanbul Ermenileri ve Patrikleri, s. 173-179.
  • 25ABCFM, Ermeni Misyonu, Sayı 15, 1859.
  • 26ABCFM, Ermeni Misyonu, Sayı 203, 21 Haziran, 1859.
  • 27A.g.e., s. 127.
  • 28Soner Yalçın, “Misyonerler 200 yıldır Anadolu’da,” Hürriyet, 21.04.2007; Frank A. Stone, Academies for Anatolia : a study of the rationale, program, and impact of the educational institutions sponsored by the American Board in Turkey, 1830-1980 (Lanham, Maryland: University Press of America, 1984), s. 122; Annual Report of the ABCFM 1883, Boston s. 53.
  • 29Hans-Lukas Kieser, Iskalanmış Barış (İstanbul: İletişim Yayınları, 2005), s. 80.
  • 301889 ve 1890 ABCFM yıllık raporları; Hans-Lukas Kieser, Iskalanmış Barış, s. 305.
  • 31Mission Herald, 1849, s. 233-237; Kieser, Iskalanmış Barış, s. 142.
  • 32Hans Lukus Keiser, Iskalanmış Barış, s.144
  • 33Brian Johnson, Şifahane (İstanbul: SEV Amerikan Hastanesi, 2008), s. 516-19, 24-28; Numan Malkoç, Türkiye’de Protestanlık ve Protestan Kiliseleri (İstanbul: Yalın Yayıncılık, 2011), s. 76.
  • 34Mehmet Can, Ortadoğuda Amerikan Politikası (İstanbul: Bayrak Yayınları, 1993), s. 163.
  • 35Robert Blincoe, Ethnic Realities and the Church: Lessons from Kurdistan, a History of Mission Work, 1668-1990 (Pasadena, California: Presbyterian Center for Mission Studies, 1998), s. 63-64.
  • 36Alice Shepard Riggs, Shepard of Aintab (New York: Interchurch Press, 1920), s. 5.

Behnan Konutgan’ın Martin Bucer Seminary için yazdığı doktora tezinden alıntılanmıştır. Kendisinin izniyle kullanılmıştır.

İlk yayınlama: e-manet Sayı 33 (Ekim - Aralık 2013), s. 9–14.