“Bir beden can olmadan da nasıl yaşayamaz, sen olmadan ben de yaşayamam, Basileos, Mesih’in sevgili hizmetkârı,” Nyssa’lı Gregorios (İ.S. 329–389) arkadaşı Büyük Basileos (İ.S. 330–379) için yazdığı bir kitabede bu sözlerle yas tuttu. Normalde yetenekli bir belagat şairi olan Gregorios, anma ve ümitsizlik arasında gidip gelerek söyleyecek söz bulamıyordu. Yetişkinliklerinin ilk yıllarında, içinde ortak oldukları sevincin yanı sıra, saf dürüstlük, gücenme, şefkat, cesaretlendirme, ihanet, sadık sevgi ve yürek burkan kayıplar da yaşayarak kurdukları arkadaşlıkları macera dolu altmış yıldan fazla sürmüştü.
Kapadokyalı Yol Arkadaşları
Gregorios ve Basileos, artık yaygın olarak “Kapadokyalılar” olarak anılan daha geniş bir arkadaş çevresinin parçasıydı; Basileos ve Nyssa’lı Gregorios kardeşler (İ.S. 335 – 395), ablaları Makrina (İ.S. 330–379), kuzenleri Amfilokius (İ.S. 339 – 400) ve Basileos’in okul arkadaşı Nazianos’lu Gregorios’tan oluşan bu arkadaş çevresi, dördüncü yüzyılın ortalarından sonlarına kadar Kapadokya bölgesinde buluşmalarını sürdürdü.
Kapadokyalıları genellikle teolojiye yaptıkları katkılarından dolayı hatırlıyoruz; Mesih’in doğası ve Kutsal Ruh’un rolü ve kişiliği ile ilgili açıklamaları, mevcut Üçlü Birlik anlayışını bilgilendirmeye devam ediyor. Öyküleri ve etkileri daha da yaygın hale geldi. Kolayca kışkırtılan taraftarcı çatışmalarının ve hassas siyasi ve dini ilişkilerin olduğu bir çağda yaşayan Kapadokyalılar, hızla gerçek bir düşmanlığa dönüşen teolojik uzlaşmazlıklarda yol bulmak zorunda kalmışlardı.
Roma İmparatorluğu’nun Büyük Zulmü yarım yüzyıl önce sona ermiş olsa da yerel kiliseler ve liderleri için ciddi zorluklar devam ediyordu. Böyle bir ortamda gerçek arkadaşlıklar bir can simidiydi ve arkadaşlıkları Kapadokyalıların çeşitli hizmetlerine destek oluşturuyordu.
Örneğin Basileos ile Makrina’nın öyküsü şöyledir: Basileos, döneminin en iyi mevcut eğitimini almıştır, hatta son derece saygın bir eğitim yeri olan Atina’da kalmıştır. Bir hitabet (belagat) öğretmeni olma hırsı, ona o sırada elde edilebilecek en yüksek maaşlardan birini kazandırabilirdi. Ancak 26 yaşında şatafatlı planlarından vazgeçti ve hayatının geri kalanında devam edecek olduğu sade bir yaşam tarzını seçti. Bu kadar ağır ve kesin bir değişikliğe sebep olan neydi? Kız kardeşi tarafından körüklenen bir yürek ve vizyon dönüşümü.
Makrina gerçeği ona sevgi dolu bir yüzleşmeyle anlattı: Basileos hayatını geçici şeylere harcıyordu. Hırslarının yerini her zaman daha başka hırslar alacaktı ve elde ettiğini sandığı bilgelik en iyi ihtimalle gelip geçiciydi.
Basileos Makrina’yı dinledi. Vaftiz edildi ve yerel kiliseye ve çevredeki topluluğa hizmet makamında yükseldi. On yılı biraz geçmişken, diğerleri ondaki bilgelik yeteneğini fark ettiler: Piskopos olarak atandı ve kendini tümüyle bu kilise önderliği hizmetine adadı. Makrina, kardeşine ve arkadaşına cesurca meydan okumasaydı, Basileos Kutsal Ruh hakkındaki -imanlıları bugüne kadar etkileyen- tapınmaya yönelik teolojik yazıları asla kaleme alınamayacaktı.
Gerçek Teşvik
Kuzen olan Amfilokius ile Basileos birbirlerinden yaklaşık 320 kilometre uzakta olmalarına rağmen, onlarca yıl boyunca birbirlerine çok sayıda mektup gönderdiler. Bu mektuplarda güvenlerini, neşelerini, eleştiriye ve açıklamaya açık bir dürüstlüğü, zor soruları ve hatta öfkeyi paylaşarak sürekli birbirlerini cesaretlendirdiler. Basileos, arkadaşlıklarının başlarında Amfilokius yeni atandığında ve görünüşe göre kendinden önemli ölçüde şüphe duyuyorken ona bir mektup gönderdi ve onu şu şekilde teşvik etti:
Lütfunun kaçılmaz ağlarıyla sizi yakalayan… sizi şimdi Pisidya’nın ortasına getirdi… Güçlü kalın ve yüce Rab’bin sağ eline emanet ettiğini insanların önünde gerçekleştirin. Bir geminin komutasını üstlenmiş bir dümenci gibi cesurca durun... Çünkü Mesih sizi gönderdi.
Arkadaşlıkları güvenilir bir sırdaşla her şeyi konuşma fırsatı sağlayan düzeydeydi; düşmanlık içeren ve değişken bir sosyal ortamın ortasında bir can simidi.
Mektuplar her zaman ciddiyet taşımıyordu (bir tanesinde Basileos kendiyle dalga geçerek dişlerinden pek azının kaldığıyla ilgili şakalar yapar, bir başkasında da muhaliflerinden biri hakkında “şişman deniz canavarı” der), ancak derin düşünmeyi tasvir ederler. Bu açıkça arkadaşlıklarının güvenilir bir sırdaşla her şeyi konuşma fırsatı sağlayan düzeyde olduğunu gösterir; düşmanlık içeren ve değişken bir sosyal ortamın ortasında bir can simidi.
Makrina da cesaretlendirici biriydi. Ayırt etme yeteneği herkesçe bilinmesine rağmen, erkek olan arkadaşlarına ve akrabalarına kıyasla eğitim görme ve seyahat etme fırsatları sınırlıydı. Onun hizmeti, yerel topluluk içinde hizmet ve öğrenci yetiştirme olmuştu. Bitmez tükenmez ölçüde başkaları için dua etme, fedakârca cömertlik ve sevgi dolu adanmışlık gösterme için bir coşkuya sahipti ve hatta annesini aile mülkü imanlılar topluluğuna dönüştürmeye ikna etti. Makrina köleleri serbest bırakmak, evsizlere bakmak, terk edilmiş çocuklar için ebeveynler bulmak ve doğal afetlerden (örneğin 369’daki şiddetli kuraklıkta) etkilenenlere yardım etmek için çalıştı.
Abisi Nyssa’lı Gregorios farklı bir konumda meşguliyete sahipti. Halk arasında muazzam bir üne sahip bir piskopos olarak, kendisini bir Roma imparatorunun siyasi hedefinde buldu. Hızlı gelişen bir dizi kaotik siyasi olayın ardından Gregorios görevinden alındı ve o kadar perişan oldu ki hiçbir şey yapamaz hale geldi. Sadece Makrina’nın cesaretlendirmesiyle yeteneklerinin ve etkisinin Tanrıvergisi olduğunu hatırlayabildi. Tanrı onu terk etmemişti. Makrina’nın onu azarladığı şu sözler hayatının geri kalanında da zihninde yankılanacaktı: “Bütün bunlarda Tanrı’nın lütfunu görmüyor musun?”
Makrina, Gregorios’un yargılanmasından iki yıl sonra öldüğünde, Gregorios kız kardeşinin hayatını ve mirasını anlattığı iki eseri kaleme aldı. Makrina’nın arkadaşlığı kendisini birden fazla kez Mesih’e döndürerek umutsuzluktan kurtarmıştı. Onun yazdıkları bugün de Makrina’nın yaşam öyküsünün –Kutsal Yazılara bağlılığının, sadık bilgeliğinin, doğru konuşmasının ve kararlı hizmetinin– sayısız kişiyi etkilemesini sağlamakta.
Bir Arkadaşlık Sendeleyebilir, Yine de Affeder
Zıt kişiliklerin olduğu tüm ilişkilerde olduğu gibi, sürtüşme ve çatışma Kapadokyalıların dostluklarını da etkiledi. Basileos ve Nyssa’lı Gregorios’un farklılıkları görünüşe göre aralarında en keskin olanlarıydı. Kanaatlı, kararlı ve aceleci eğilimli bir adam olan Basileos, hem parlak hem de korkutucu biriydi. Gregorios’un hassas, sabırlı ve içe dönük eğilimli oluşu kendisine büyük bir içgörü sağlıyor, ancak yine de onu çoğu zaman kararsız bırakıyordu. Basileos’u oyalayan hitabetleri ve topluma hizmeti ağırlık verdi; Gregorios’u oyalayan ise şiir ve spekülasyonlar oldu.
İkisi de olaylı yıllar boyunca hayatlarını dostluk bağıyla sürdürmüş olsalar da, Basileos’un kişiliği tarihçi Philip Rousseau’nun sözleriyle şöyleydi: “O her zaman başkalarının ilgisine bağımlı, beklenti ve taleplerini karşılamadıklarında derinden incinen ve verdiği acının çoğunlukla farkında olmayan bir adamdı.” Gregorios ile ilişkisi de dahil olmak üzere birden fazla kez arkadaşlıklarına bu şekilde zarar vermişti.
Belirli olayların ayrıntıları biraz belirsiz. Basileos, saygın bir piskopos olarak sık sık ilgi odağı oluyordu ve bir grup sapkın öğretmene karşı ortodoks Hristiyanlığı savunuyordu. Yardım etsin diye Nyssa’lı Gregorios’u piskoposluğa getirtti; Gregorios’u hizmet etmesi için yerleştiği yer onun açısından güvenli bir yer olmaktan ziyade Basileos’un kendi savunmasını güçlendirecek stratejik öneme sahip bir bölgeydi. Basileos, arkadaşını doğrudan bir taleple değil, ciddi bir hastalık numarası yaparak çağırmıştı. Gregorios, paniklemiş halde Basileos’a giderken yolda yalanını öğrendi. Yolculuğu tamamlamadı ve yazdığı birçok azarlama mektubunun ilkine başladı.
Basileos her zaman başkalarının ilgisine bağımlı, beklenti ve taleplerini karşılamadıklarında derinden incinen ve verdiği acının çoğunlukla farkında olmayan bir adamdı.
Gregorios’un Basileos’a yazdığı mektuplardan birinde, “Beni ya da kendini hiç mi tanımıyorsun?” diye sordu. Başka birinde ise şunları yazmıştı: “Bana gelince, senin dostluğundan öğrendiğim bir şey var: Arkadaşlara güvenmemeliyim.” Yine de zamanla Gregorios, Basileos’un asıl amacının ortodoks Hristiyanlığın hakikatini savunmak olduğunu merhametle hatırlayarak kendisini affetti. Basileos bu savaşa tek başına giremezdi; etrafında bir arkadaş desteğine ve doğruyu konuşan liderlere ihtiyacı vardı.
Nihayetinde Gregorios ikna oldu (yine de biraz zoraki olmuştu) ve piskoposluk makamını üstlendi. Yetenekli bir vaizdi, ancak yeni çağrısına verdiği ilk tepkide haklı olduğu sonuna kadar doğru çıkacaktı. Yetenekleri topluluk liderliğine değil, öncelikle ruhsal yönlendirmeye ve yazmaya yönelikti. Bildiğimiz kadarıyla, piskoposluk pozisyonundan hiçbir zaman hoşlanmamıştı ve koşulların getirdiği hayal kırıklıkları Basileos ile dostluğunu yine geçici olarak zedelemişti.
Yavaşça ve özenle mektuplar aracılığıyla yeniden iletişim kurdular. Başlangıçtaki dua istekleri, ziyaret için içtenlikle sözler vermeye dönüştü. Basileos’un “duyarsız gaflarda bulunma” (Rousseau’nun çok yerinde bir şekilde ifade ettiği gibi) eğilimi bile, bu kadar uzun süredir devam eden bir Hristiyan dostluğunu yok edememişti, ancak aralarındaki esenlik zamanla daha kırılgan hale geldi ve çaba sarf edilmeden eski haline getirilemez oldu.
Müjde’ye Demirli
Kapadokyalılarla ilgili her öyküde ve onların yazılarında tekrar edilen bir tema göze çarpar: Uzun dostlukları boyunca, birbirlerini Kutsal yazıları mümkün olan en detaylı incelemeye ve hayata geçirmeye teşvik etmişlerdir. Kutsal Kitap metninin her pasajında Müjde’yi görmüşler ve vaftiz olmanın Mesih aracılığı ile Baba’yla ve Ruh’la yeni bir ilişki altında yaşama anlamına geldiğine ikna olmuşlardı. Dostlukları, kendi varlığı mükemmel bir topluluk içinde var olan Tanrı’ya tapınmalarından doğmuştu.
Nyssa’lı Gregorios’un daha sonra toplulukları hakkında söyleyeceği gibi, “Tek Ruh birçok kişiyi canlandırıyordu… sözlerimizi Tek Bilge Söz’ün hizmetine sunuyorduk.” Hayatları gibi Kapadokyalılar arasındaki dostluklar da her zaman kolay değildi, yine de hepsinin Tanrı’yı yüceltme arzusu onları bir arada tutmuştu.
Bu vizyon, çeşitli deneyimleriyle onları ayakta tutmuş ve arkadaşlıklarının cesurca dürüst, bağışlayıcı, şefkatli ve saygılı olmasını sağlamıştı. En sonunda da Üçlü Birlik olan Tanrı’sının dönüşüm getiren etkisini göstermişti. Kapadokyalıların bundan istedikleri yolu yoktu bence.