Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Tarih

Hristiyanlığın Kayıp Tarihi

Doğu Kiliselerinin Yükselişi, Bin Yıllık Altın Çağı ve Çöküşü

Yayın Tarihi: 11.10.2017

Görsel
Kitap Kapağı

The Lost History of Christianity: The Thousand-Year Golden Age of the Church in the Middle East, Africa, and Asia—and How It Died

John Phillip Jenkins

New York: HarperCollins, 2008

Kilise tarihini okuyanlar genellikle Hristiyanlığın Batı dünyası, yani Avrupa ile bir görür. Zira Elçilerin İşleri, İsa Mesih hakkındaki iyi haberin Yeruşalim’den Roma’ya, doğudan batıya yayılmasını kaydeder. Batı Kilisesinin (Ortodoks, Roma Katolik ve sonra Protestan) yükselişinin karşı konulmaz olup dünyanın bu hale gelişinin Tanrı’nın planı için şart olduğu hissi verilir. Ancak, dünya tarihi sadece Avrupa, Büyük Britanya ve Kuzey Amerika’da yaşanan olaylardan ibaret değildir. Kilise aslında on üçüncü yüzyıla kadar Asya ve Afrika’da daha güçlü idi, daha çok alime sahip idi ve günümüzün müjdecilerini kıskançlıktan delirtebilecek kültürlerarası bir hizmete sahip idi. Büyük dinlerin birçoğu ve Batı mezheplerinin hepsi Doğu kiliselerindeki kardeşlerden ve geleneklerden etkilenmiştir. Philip Jenkins bize bunu 2008 tarihli The Lost History of Christianity: The Thousand-Year Golden Age of the Church in the Middle East, Africa, and Asia—and How It Died başlıklı kitabında hatırlatıyor. Ama bundan ötesi, Jenkins bize bu kilisenin yıkımının analizini yaparak şöyle bir gözlemde bulunuyor: “Dinler kendiliğinden hastalanıp zayıflasa da, kendi başına ölmezler; katledilmeleri gerekir.”1 Bu düşünceyi cepte tutarak günümüzün Hristiyanlığının karşılaştığı olumsuz mukavemet ve zulme nasıl cevap verebileceği hakkında önerilerde bulunur.

Doğu ve Batı Kiliselerinin Bölünmesi

İlk başta Hristiyanlıkta tek mezhep vardı ve bu mezhepte fikir farklılıkları olsa da beşinci yüzyıl başına kadar tek yapı olarak işliyordu. O dönemde Roma İmparatorluğu’ndaki Hristiyanlığın başında beş büyük patriklik vardı: Yeruşalim, İskenderiye, Antakya, Konstantinopolis ve Roma. Bunların üçü Asya ve Afrika’da bulunuyordu. Konstantinopolis ise teknik olarak Avrupa’da bulunmasına rağmen kültürel olarak Asya gibiydi. Yani, kilisenin çoğunluğu bu dönemde kültürel olarak Avrupalı değildi.

Beşinci yüzyılda İsa Mesih’in ilahi ve insani doğaları ve bunların birbiriyle ilişkisi hakkında bir tartışma çıktı. Kilisedeki belirli kesimler Meryem Ana’ya “theotokos”, yani “Tanrı’yı rahminde taşıyan” unvanı vermek istediler. Onlar bunu İsa Mesih’in iki doğaya (ilahi ve insani) sahip olsa da bunların birleşmiş ve kaynaşmış olduğu öğretisine dayattılar (Grekçe hypostasis).2 Konstantinopolis başpiskoposu Nestorius bu aşırılığa tepki gösterip Mesih’in iki doğasının birleşmiş olmadığını öne sürdü. Meryem’in Tanrı’yı doğurmasının mümkün olmadığını açıkladı, çünkü Tanrı’nın ebedi olması gerekirdi. Bu büyük bir tartışmaya neden oldu3 , ilk Efes konseyinde (431) Nestorius’un başpiskoposluğu elinden alınıp kendisi Yukarı Mısır’a sürgüne gönderildi.4 Ancak Doğu kiliselerinin çoğunluğu (özellikle Ermeni Kilisesi) Mesih’in iki ayrı doğası olduğunu kabul ettiler ve böylece “Nestoriusçu” kiliseler olarak tanımlandılar.5

Özellikle günümüzün Suriye ve Mısır bölgeleri, “Mesih’in tek doğaya sahip olduğunu ve böylece ilahi doğanın insani doğayı yuttuğuna inanırdı. Böylece bunlar Monofizit, yani ‘tek doğaya’ inananlar olarak tanımlandılar.”6 451’de Kadıköy Konseyi’nde Monofizit öğretisi sapkın ilan edildi ve Monofizitler Ortodoks7 Kilisesinden atıldılar.8 Günümüzün Süryanileri ve Kıptileri hâlâ tek doğa öğretisine bağlıdırlar. Böylece Doğu Kilisesi kuzey ve doğuda (Gürcistan, Ermenistan, Orta Asya) Nestoriusçu, güney ve doğuda (Irak, İran, Suriye, Mısır ve Doğu Afrika) ise Monofizitçi mezheplerine bağlı oldu.

İ.S. 800 yılında büyük Nestoriusçu Patrik Timoteos tüm grupların – Nestoriusçu, Monofizitçi ve Ortodoks – kabul ettiği temel öğretileri listeledi: hepsi Üçlü Birlik’e, Tanrı’nın vücut almasına, vaftize, Çarmıh’ın yüceltilmesine, Rab’bin kutsal Sofrası’na, iki Antlaşma’ya inanıyordu; hepsi ölülerin dirilişine, sonsuz yaşama, Mesih’in görkemli dönüşüne ve son yargıya inanıyordu.9

Doğu Kilisesindeki Hristiyanlar aslında çok kültürlü bir ortamda yaşıyorlardı.

Yani tek anlaşamadıkları nokta, Mesih’in ilahi ve insani doğalarının birbiriyle ilişkisinin işleviydi. 

Doğu Kilisesinin Yükselişi

Tanrı Doğu Kilisesini kutsadı. Jenkins kilisenin büyümesini şöyle anlatır:

İlk günlerinden başlayarak Hristiyanlık imparatorluğun her köşesine dağıldı, imparatorluğun memurlarının Hristiyanlığı yabancı ve yıkıcı görüp ondan korktukları için yaptıkları sert baskılara rağmen. Ancak yıllarca süren acılara ve birçok şehide rağmen bu yeni inanca isteksizce tahammül edildi. Hristiyanlar büyük şehirlerde ve bağlantı noktalarında nüfuzlu kiliseler ve okullar kurdu. Hristiyanlar imparatorluğun istikrarından ve barış ortamından faydalanarak ve hüküm süren elitlerin dillerini kullanarak korunan ticaret yollarında çoğaldılar. Kilisenin hiyerarşik yapısı eski emperyalist yapıyı yansıtıyordu. İmparatorluk dağılınca, Hristiyan kilise bu harabelerin üzerinde kurulu kalmaya devam etti.10

Bu tanım Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu’ndan ziyade Pers İmparatorluğu’ndaki yayılımını ifade eder. Doğu Kilisesindeki Hristiyanlar aslında çok kültürlü bir ortamda yaşıyorlardı. Batı’da olduğu gibi imparatorlar çoğunlukla Hristiyan değillerdi ama onlara tahammül ederlerdi. O dönemin müjdecileri sıklıkla bir kralı veya asil aileleri inanca davet etmeye çalışırdı, çünkü bu siyasi önderler halkı da Hristiyanlaştırabilirdi. Böylece Urfa ve civarı (İ.S. 200) ile Ermenistan11 (İ.S. 300) ilk Hristiyan ülkeler oldu. Afrika’da ise Habeşistan (Etiyopya) ülke olarak Hristiyanlığı kabul etti ve kendini “Yeni İsrail” olarak gördü.

Böylece Hristiyan inancı Antakya ve Urfa’dan başlayarak önce keşişler ve kilise önderleri, sonra ise Soğdianalı12 tüccar aracılığıyla Orta Asya’ya yayıldı. “Süryani Hristiyan yazarlar Müjde’yi yayanlar için tüccar lakabını kullanırdı.”13 Böylece Hristiyanlık Orta Doğu’dan Çin’e, hatta Japonya’ya kadar yayıldı. Elçi Tomas İsa Mesih hakkındaki iyi haberi Hindistan’a kadar götürdü. Tomasçı Hristiyanlar günümüzde de vardır. Doğu Kilisesi Hindistan’ı himayesi altına aldı ve ülke halkının büyük bölümü Hristiyan oldu. Hristiyanlar Asya’da Sri Lanka’ya kadar bile vardılar.

Doğu Kilisesinin Parlak Dönemi

Jenkins’in hesaplarına göre, 700’lü yıllarda Arap Müslümanların Kuzey Afrika kiliselerini yok etmelerine rağmen on üçüncü yüzyılın başına kadar Asya ve Afrika’nın nüfusunun %34’ü Hristiyan olmuştu.14 Ama bu Batı’daki gibi devlete bağlı bir Hristiyanlık değildi. Hristiyanların çoğunluğu Hristiyan olmayan devletlerde yaşıyordu. Müslümanlar zaman zaman Hristiyanlara büyük zulüm çektirmişse de, İ.S. 800’lü yıllarda Patrik Timoteos, o dönemler Halife’nin başkentleri olan Mezopotamya’daki Silifke ve Bağdat’ta yaşamıştı. Halife’nin maiyetindendi. İslam’ın Orta Doğu’yu ele geçirmesine rağmen ve sık sık Hristiyanlara baskı uygulamasına rağmen, Doğu Kilisesi o bölgelerde hâlâ güçlü idi. Jenkins, “III. İnnocentius’un (1198-1215 yıllarındaki papa), Halifelerin kentinde oturan patrik kadar ruhani gücü olduğu şüphelidir”15 diyerek bu tespitini vurgulamıştır.

III. İnnocentius’un (1198-1215 yıllarındaki papa), Halifelerin kentinde oturan patrik kadar ruhani gücü olduğu şüphelidir.

Doğu Hristiyanlığının büyüdüğü bu dönemlerde Budizm de büyümekteydi ve Budistler Hintçe yazılmış metinlerinin Çinceye çevrilmesi için Hristiyan keşişlerden yardım istiyorlardı. Hristiyan keşişler ve bilginler o dönemde o kadar saygı kazanmışlardı ki, onların düşünceleri ve dilleri diğer dinleri çok etkilemişti. Doğu Kilisesinin ana dilleri Süryanice ve Grekçe idi. Latince onlarca barbar bir dil olarak algılanırdı. Çok zengin bir dini kütüphaneye sahiptiler. Günümüzün Protestan yorumcuları gibi, Doğu Kilisesi yorumcuları kültürel ve tarihsel bağlamın bilinmesi gerektiğini vurguluyorlardı. Jenkins ayrıca şunu hatırlatır, “Kutsal Kitap’ın Süryanice çevirisi dikkatimizi çekecek kadar muhafazakâr bir metindir.”16 Kutsal Kitap dışında birçok dini metne sahiptiler. Bunların arasında Davut’un iki yüz kadar Mezmuru ve Antlaşmalar-arası döneme ait birçok Yahudi yazı bulunuyordu.17 Museviliğin ve Hristiyanlığın gelişimini açıklayan bu kaynakların büyük çoğunluğu maalesef kayboldu.

Doğu Kilisesi Batı Kilisesini derinden etkiledi. Örneğin, Roma Katolik Kilisesinin ilahi tarzı Süryani müzik tarzına dayalıdır. Batı Kilisesindeki Meryem Ana’ya gösterilen aşırı saygı Doğu Kilisesi kaynaklıdır. Ama 400’lü yıllardaki ayrılıktan sonra Doğu Kilisesi kendisine has bir kültür oluşturdu.

Doğu Kilisesinin İslam üzerinde de büyük etkileri görülür. Kuran-ı Kerim’in yapısı bazı tarihçilere göre Süryani Kilisesi ibadetinde kullanılan okuma derlemelerine çok benzer. “Kuran’da İsa Mesih’in ölümünü somut bir gerçek yerine illüzyon olarak anlatan ifadeler, Doketistlik olarak tanınan sapkın bir Doğu Hristiyan öğretisindeki sözlerle aynıdır.”18 Sufilerin ve Bektaşilerin tasavvuf tarzları ise Süryani keşişlerin ibadetine dayalıdır. Budizm ve Şintoizmin bazı akımları ise Hristiyanlıktan etkilenmiştir. Asya’daki diller bile Hristiyanların etkisiyle değişim göstermiştir. Örneğin, “yasa” anlamına gelen Moğolca kelimenin karşılığı büyük olasılıkla Süryanice aracılığıyla Grekçeden kaynaklanmaktadır.

Günümüzde Türkmenistan’da bulunan Merv’den bir metropolit 644 yılında Türk halklarının arasında birçok kişiyi iman ettirdi. Uygur, Öngüt ve Kerait Türk boylarının Hristiyan olduğu görülüyor. Ayrıca Moğolların arasında birçok oymak Hristiyanlığı benimsedi.

Çin’de ilk başta Hristiyanlığa karşı bir direnç olmuşsa da, Çinliler arasında büyük bir kitle bu inancı benimsedi. Sadece Nestoriusçular değil, Roma Katolikleri bile Çin’e misyonerler gönderdi.

Doğu Hristiyanlığı daha çok manastırlar ve rahipler üzerine kuruluydu. Manastırlar Asya ve Afrika’da türedi ve halk bu ruhani aracılar sayesinde ruhsal olarak beslendi. Bir süreliğine faydaları görülse de sonunda Doğu Kilisesinin çöküşünün sebeplerinden biri oldu.

Doğu Kilisesinin Çöküşü

On dördüncü yüzyılda kilise birdenbire yıkılmaya başladı. Bu yıkım o dönemden itibaren günümüze dek büyük bir zulüm altında sürmektedir. Müslümanlar, paganlar, Şintoistler ve Budistler Hristiyanlara saldırmaya başladılar ve kısa sürede Çin, Japonya ve Doğu Asya’daki Hristiyanlar ya dağıldı ya öldürüldü. Mısır haricinde Kuzey Afrika’da kilise kalmamıştı. Müslümanların himayesindeki Hristiyanlar biraz daha dayanabilmişlerse de günümüze bakarsak Hristiyanlığın beşiği Orta Doğu’da Hristiyan bulmanın hayli zor olduğunu görürüz. Jenkins’in sayılarına göre, 1200 ile 1500 yılları arasında Asya’daki Hristiyan nüfus 21 milyon kişiden 3,400,000 düştü.19

Bu çapta bir azalmanın hem ruhsal hem de siyasi nedenleri vardır. Kuzey Afrika’daki Kıptiler dışındaki kiliselerin dayanamamasının nedeni, Jenkins tarafından halkın Hristiyan olmamasına bağlandı. Sadece elit, üst tabaka Hristiyanlığı benimsemişti ve Müslümanlar saldırınca bu elitler ya öldürülüp yağmalandı ya da Avrupa’ya kaçtı.20

Doğu Kilisesinin asıl yıkımı ise Selçukluların 1064’te Anadolu’ya girmesiyle başladı.

Doğu Kilisesinin asıl yıkımı ise Selçukluların 1064’te Anadolu’ya girmesiyle başladı. Efes ve Urfa yıllar boyu süren savaşlarla yerle bir edildi. O kentlerde yaşayan Hristiyanlar kaçıp dağıldı. Anadolu’daki Hristiyan altyapı yıllar geçtikçe yavaş yavaş zayıflatıldı. Haçlı Seferlerinin başlatılmasının bir nedeni Doğu Kilisesini gâvurların elinden kurtarmaktı, ancak en çok zulmü çeken Doğu Hristiyanlarının kendileri oldu ve Haçlı Seferleri uzun vadede etkisiz kaldı. Bu arada Urfa’nın doğusunda Moğollar Müslümanlara karşı büyük bir tehdit olmaya başlamıştı. Kısa sürede Orta Asya’nın tümünü himayeleri altına aldılar. Bazı Moğol oymaklar Hristiyan olsa da önderleri Şamanistti ve bundan dolayı Moğollar da Hristiyanları ezdiler.

Doğu Hristiyanlarının bazıları Moğolları kurtarıcı olarak gördü ve onlara siyasi olarak bağlandılar. Müslümanlar bunu görünce Hristiyanları siyasi ve kültürel tehdit olarak algılamaya başladılar. Moğol önderlerin İslamiyet’i benimsemeleri Doğu Hristiyanlarının sonunu getirdi. Doğu ve Orta Asya’dan süpürüldüler.

Beş yüz sene boyunca üç büyük dinin [Hristiyanlık, Budizm ve İslam] her biri Asya halklarının dini sadakatini kazanmayı umdu. Bu yarışmada İslam açıkça galip oldu. Bu zafer İslamiyet ile Hristiyanlık arasındaki uzun dönem ilişki açısından yedinci yüzyıldaki Arap fetihlerinden muhtemelen daha önemliydi. Orta Asya halklarının Hristiyanlığa bağlılığı artık enselerine yapışmıştı.21

Moğol savaşları devam ederken, Mısır’daki fanatik Müslüman haline gelen Memluk Hanedanı da Kıpti Hristiyanlara baskı yapmaya başladı. Kiliseler ve manastırlar yıkıldı. Hristiyanların özel giysi giymeleri gerekti. Büyük kentlerde Hristiyanlar neredeyse bir avuç kalana dek ezildi. Ancak köylerdeki ve kasabadaki Hristiyanlara fazla baskı yapılmadı, Kıptiler böylece kurtuldu.

Memlukler kuzeyde Ermenilere saldırdılar. Ermeniler Moğollarla müttefik oldu ama Memlukler 1300’lü yıllarda hem Moğolları hem de Ermenileri zapt edip Ermenilerin siyasi altyapılarını yıktılar. Bundan kilise olumsuz bir şekilde etkilendi, bu da Ermenilerin dağılmasına yol açtı.

Memlukler Hristiyan bir krallık olan Nubiya’ya da saldırıp orayı ele geçirdi. Kuzey Afrika zaten yedinci yüzyılda Araplar tarafından Müslümanlaştırılmıştı. Habeşistan sonraki yüzyılda fethedildi ve oradaki Hristiyanların çoğu İslam’a geçti. Memlukler ise Kuzey Afrika’yı iyice Müslümanlaştırdı ve kalan Hristiyanlara büyük baskı yaptı. Manastırlar ve kiliseler yağmalanıp yıkıldı. Keşişler, piskoposlar ve rahipler katledildi, böylece Doğu Kilisesi çöküşe doğru gitti.

Bizans İmparatorluğu ise Osmanlılar tarafından yiyip bitirildi. Osmanlı dönemindeki Hristiyanlar zımmi konumunda yaşamaya devam ettiler ama entelektüel ve kültürel güçleri tamamen kırılmıştı.

Çinliler Hristiyanları 1500’lü yıllarda süpürüp attılar, Japonlar on yedinci yüzyılda ülkelerindeki neredeyse tüm Hristiyanları öldürttüler.

Jenkins on dördüncü yüzyılda zirve yapan bu olayların doğal kaynağını o dönemdeki doğal afetlere bağlar.

Jenkins on dördüncü yüzyılda zirve yapan bu olayların doğal kaynağını o dönemdeki doğal afetlere bağlar.22 O dönemde dünyada soğukluklar artmış, bu da bazı halkaların göç etmesine yol açmıştı. Savaşlar işlenmiş toprak ile çöl arasındaki dengeyi bozmuştu; savaşın ilk mağdurları çiftçilerdi. Bakımsız kalan tarlalar çöl oldu, böylece fetihlerin başka yerlere yönelmesi gerekti. Belirli ülkelerde baş gösteren salgın hastalıklar yönetimdekilerce ilahi bir ceza olarak algılandı. Kendilerini korumak için dini arınmaya heveslendiler. Böylece 1300’lü yıllardan sonra Hristiyan olmayan devlette Hristiyan olarak yaşamak neredeyse imkânsız hale geldi.23

Baskı Osmanlı devletinin son günlerine kadar devam etti. 1800’lü yılların sonlarında ve 1900’lü yıllarda Ermenilere yönelik artan baskılar, halkın Sovyetler Birliği dışında Orta Doğu’da yaşam sürmesini zorlaştırdı. Ermenistan’ın var olması sadece Sovyetler Birliği’nin varlığı ve dağılması sayesindedir. 1950’li ve 1960’lı yıllarda süren baskılardan dolayı geleneksel Hristiyanların birçoğu Türkiye topraklarından ayrıldı. Günümüzde Suriye ve Irak’ta yaşanan olaylar Süryani Hristiyanların da buradan göç etmesine yol açmaktadır. Ancak bu Hristiyanlar Batı’ya kaçıp oradaki Hristiyan grupları pekiştirebilirler.

Doğu Kilisesinin Varisleri

Doğu Kiliseleri yok oldu diyoruz. Ancak gerçekten öyle mi? Jenkins’in araştırmalarına göre, o bölgelerde birçok gizli Hristiyan bulunuyor. Japonya’da kakure kirişitan olarak bilinen Hristiyanlar var. Bu grup 1800’lü yıllarda Roma Katolik papazları tarafından keşfedildiler. Bazı Hristiyanlar Müslüman tasavvuf hareketleri aracılığıyla ibadetlerini sürdürdüler. Diğer ülkelere göç eden mülteciler ise inançlarını gittikleri ülkelerde devam ettiriyorlar. Buna göre Doğu Kiliselerinin varislerinin Hristiyanlaşmış Batı’da bulunduğunu söyleyebiliriz. Doğu Kilisesinin etkisi ise yukarıda belirtildiği gibi önceden var olduğu bölgelerin mimarisinde (camilerin standart mimarisi, Hristiyan martyrion tarzı şapellerin kopyasıdır), dilinde ve kültürel geleneklerinde görülür. “World Christian Encyclopedia 2000 yılında 120 milyon imanlının, yani dünyadaki Hristiyanların %6’sının, gizli Hristiyan kategorisinde bulunduğunu iddia eder. Bunların çoğunluğu Çin ve Hindistan gibi Asya ülkelerinde bulunmaktadır.”24 Görünür kilise yok olmuşsa da, etkisi yüzyıllar sonra bile devam etmektedir.

Doğu Kilisesinin Tarihinden Alabileceğimiz Dersler

Bu olaylardan alabileceğimiz ilk ders, Hristiyanlar arasında ayrımcılık yaratan öğretilere çok dikkatli yaklaşmak gerektiğidir. Eğer Ortodokslar Nestoriusçular ve Monofizitler ile bozuşmasaydı, kim bilir Hristiyanlık daha ne kadar etkili olabilirdi? Farklı bakış açısına sahip bir imanlı kardeş ile konuşurken ona hemen kâfir olarak bakmamalıyız. Önce bir araştıralım, konuşalım. Belki haksız olan bizizdir ve belki onların bize anlattıkları şeyler bizi Tanrı’ya daha yaklaştırabilir veya ruhsal gerçekleri daha netleştirebilir. Belki de biz o kardeşe yol gösterebiliriz. Rab bize gerçeği sevgi dolu bir şekilde anlatmamızı buyurur (Ef. 4:16).

Jenkins birkaç gözlemde daha bulunur. Bunlar özellikle günümüzde zor koşullarda yaşayan kilise ve kültürler arası müjdeciler için önemlidir:

Şirketler için olduğu gibi, kiliselerin başarısızlığı kendilerini çeşitlendirmemekten, talihlerini belirli sosyal veya siyasi koşullara bağlamaktan kaynaklanır.

Şirketler için olduğu gibi, kiliselerin başarısızlığı kendilerini çeşitlendirmemekten, talihlerini belirli sosyal veya siyasi koşullara bağlamaktan kaynaklanır. Örneğin, kiliseler konumlarını belirli bir devlet veya siyasi hedefe bağlar. Ama bu riskli bir girişimdir. En kötü ihtimalle böyle bir bağlantı siyasi rakiplerin hiddetini çekebilir. Kiliseler geçicilik kavramını herkesten daha iyi anlamalı. Daimî olarak var olacak gibi görünebilmelerine rağmen, siyasi sözleşmelerin ve sadakatin çoğu zaman kalıcı olmadıklarını bilmeli.25

Hristiyanlar sadece üst tabakalara veya alt tabakalara değil, toplumun tümüne hitap etmeye çalışmalı. Kıptiler gibi, halk inanca sarılmalı. Böylece kilise dışarıdan gelen baskıda çökmez. Toplulukların da sadece büyük şehirlerde veya rahat ortamlarda kurulması yetmez. Eğer her köy ve kasabada gerçek imanlılar olmazsa, Hristiyan toplumunu ezip geçmek daha kolaydır. Kilise halkının da doğrudan eğitilmesi gerekir. Eğer Kutsal Kitap öğretisi ve töreler Doğu Kilisesindeki gibi sadece birkaç elitin elinde olursa, kiliseyi yıkmak için önderleri yok etmek yeterli olur. Şükürler olsun ki, yaşadığımız dönemde Kutsal Kitap’a ulaşmak bir tıklama kadar yakınımızdadır. Bundan ötürü Türkiye’deki Hristiyanları eğitip pekiştirmek çok daha kolaydır.

Ama Jenkins’in kitabının başında yaptığı bu gözlem çok, çok önemlidir:

Kendini bugün Hristiyan sayan bir toplum bir veya iki asır sonra kendini tamamen İslamiyet’e, Budizm’e, radikal laikliğe veya daha doğmamış bir dine aynı sadakatle bağlı bulabilir. Bu ikaz özellikle mezhepler için de geçerlidir. Hristiyanlığın kendisi garantiye alınamazsa, mezhepler daha geçici görülmelidir. Bunu Orta ve Güney Amerika’daki Roma Katolikleri ve Doğu Avrupa’daki Ortodoks imanlılar iyi anlayacaklardır. Hristiyanlık önümüzdeki yüzyılda bu bölgelerde gelişmeye devam ederse, günümüzün çoğunluğunu oluşturanlar için bu kafa karıştırıcı ve tatsız bir şekilde olabilir. Hristiyanların bu faniliği ve zayıflığı göz önünde bulundurmaları, imanlarını belirli gelenek ve göreneklere – ve özellikle herhangi bir siyasi altyapıya – ayrılmaz bir şekilde bağlamalarını önlemelidir.26

Biz Hristiyanlar bu dünyaya ait değiliz. Bazen kendimizi öyle sayabiliriz ama bizim asıl memleketimiz Cennettir.27 Tanrı bize “her ulustan, her oymaktan, her dilden oluşan, kimsenin sayamayacağı kadar bir kalabalık”ın (Va. 7:9) O’na tapınacağını vaat eder. Şükürler olsun ki bu kimseler arasında bu altın çağda yaşayan imanlılar da olacak! Ve onlar bize neler, neler anlatacaklar!

 
  • 1J. Phillip Jenkins, The Lost History of Christianity: The Thousand-Year Golden Age of the Church in the Middle East, Africa, and Asia—and How It Died (New York: HarperCollins, 2008), s. 30.
  • 2Jenkins, a.g.e., Giriş.
  • 3Bu maalesef sadece tanrıbilimsel bir tartışma değildi. Nestorius’a karşı koyan İskenderiye patriği Kyrilios bunu kişisel ve siyasi nedenlerden dolayı yapmıştı. Hypostasis tartışması Kyrilios’un Nestorius’u yok etmek için kullandığı bir silah idi. Bkz. Hıristiyanlık Tarihi (İstanbul: Yeni Yaşam Yayınları, 2004), s. 183
  • 4Bkz. a.g.e, s. 181-184; “Nestorius”, Wikipedia  https://en.wikipedia.org/wiki/Nestorius > (18.08.2017 tarihinde erişildi) ve “Hypostatic Union”, Wikipedia  https://en.wikipedia.org/wiki/Hypostatic_union > (18.08.2017 tarihinde erişildi).
  • 5Jenkins, a.g.e, Giriş.
  • 6A.g.e., Giriş
  • 7Roma Katolik Kilisesi 1054 yılına kadar Ortodoks Kilisesinin bir parçasıydı.
  • 8Bkz. Hıristiyanlık Tarihi, s. 187-188.
  • 9Jenkins, a.g.e., Giriş.
  • 10Jenkins, a.g.e., s. 49.
  • 11Bu dönemde Ermenistan yaklaşık Samsun’dan, Doğu Anadolu’yu ve Van’ı kapsayarak Hazar Denizi’ne kadar uzanan bir ülke idi. Bkz. “Kingdom of Armenia (antiquity)”, Wikipedia  https://en.wikipedia.org/wiki/Kingdom_of_Armenia_(antiquity) > (21.08.2017 tarihinde erişildi).
  • 12Bkz. “Soğdiana”, Vikipedi  https://tr.wikipedia.org/wiki/So%C4%9Fdiana > (18.08.2017 tarihinde erişildi).
  • 13Jenkins, a.g.e., s. 63.
  • 14A.g.e., s. 23-24.
  • 15A.g.e., s. 20.
  • 16A.g.e., s. 87.
  • 17A.g.e., s.8.
  • 18A.g.e., s. 186.
  • 19A.g.e., s. 23-24.
  • 20A.g.e., s. 229-230.
  • 21A.g.e., s. 124.
  • 22A.g.e., s. 135 vd.
  • 23A.g.e., s. 137.
  • 24A.g.e., s. 37.
  • 25A.g.e., s. 243.
  • 26A.g.e., s. 42.
  • 27Bu konuyu daha detaylı araştırmak için bkz. J.M. Diener, “Cennet: Asıl Memleketimiz”, e-manet, Sayı 32 (Temmuz-Eylül 2013), s. 26-32.
  • Telif Hakları © 2017
  • J.M. Diener
  • Tüm Hakları saklıdır. İzin ile kullanıldı.
İlk yayınlama: e-manet Sayı 48 (Ekim - Aralık 2017), s. 17–23.