Dördüncü yüzyıla kadar Hristiyanlar, Roma İmparatorluğu’nun her tarafında eziyete uğruyorlardı. Dördüncü yüzyılda Konstantin’in imparator olmasından sonra bu durum değişti. Konstantin yayınladığı Milano Fermanı (313) ile Hristiyanlara tolerans gösterilmesini resmi olarak onayladı. Daha sonra yayınlanan bildirgeler ile Hristiyanlığa yönelik tolerans gelişti, hatta Kilise desteklendi. Bu yeni durumun ilk sonuçlarından biri Hristiyanların teolojik meselelere daha odaklanması oldu. Dördüncü yüzyılın en büyük teolojik meselesi İsa Mesih’in tanrısal kimliği konusu oldu. Neredeyse bütün dördüncü yüzyıl boyunca bu mesele Hristiyanlar arasında tartışıldı. İsa Mesih’in tanrısal kimliği gerçeği, Sabelliusçuluk (Modalizm) ve Ariusçuluk teolojik yaklaşımları tarafından saldırı altındaydı. Fakat bu saldırılar, Hristiyanları doğru öğretiyi savunmaya yönlendirdi ve dördüncü yüzyılda büyük Hristiyan Babalarının ortaya çıkmasına neden oldu. Athanasius ve Kapadokya Babaları bunların arasındadır.
Sabelliusçuluk (Modalizm) Baba’yı, Oğul’u ve Kutsal Ruh’u, Tanrı’nın üç modu olarak görüyordu. Yani Tanrı bazen Baba’ydı, bazen Oğul’du, bazen de Kutsal Ruh’tu, fakat aynı anda bunların üçü değildi. Yani Modalizm Üçlübirlik’i reddediyordu. Bu da İsa Mesih’in çarmıhta insanların günahlarını yüklendiği gerçeğini bulandırıyordu, çünkü çarmıhta bunu yapanın Baba olduğu imasını ortaya atıyordu.1
Ariusçuluk ismini İskenderiye Kilisesinde ihtiyar olarak hizmet etmiş Arius’tan alır. Arius İsa Mesih’in tanrılığı konusunda İskenderiye Kilisesi piskoposu İskender ile çatışmaya girmişti. Ariusçuların öğretişleri çekişme konusu oldu. Ariusçulara göre Oğul Baba ile aynı özden değildi. Oğul’un bir başlangıcı vardı ve Tanrı tarafından yoktan yaratılmıştı. Oğul, bütün yaratılışın ilk oğluydu. Bütün diğer yaratılanlar O’nun aracılığıyla yaratılmasına rağmen, kendisi Baba tarafından yaratıldığından bir yaratıktı ve Tanrı değildi.2
Roma İmparatoru Konstantin için imparatorluğun bütünlüğü önemliydi ve Hristiyanlığın bu bütünlük için önemli olduğunu düşünüyordu. Bununla birlikte Ariusçuların ortaya çıkardığı bu çekişme gittikçe büyüyordu, imparatorluğun bütünlüğünü tehlikeye düşürebilirdi. Konstantin bu duruma müdahale etti ve piskoposların toplanıp bu meseleyi çözüme kavuşturmalarını istedi. Bunun için İznik şehrinde bir konsey topladı. 325 yılında toplanan bu konsey Hristiyanların ilk evrensel konseyi olarak kabul edilir. Üç yüzü aşkın piskopos katılmıştır.3
Konsey ilk İznik İman Açıklaması’nı yazdı ve bu iman açıklaması iki piskopos dışında katılan bütün piskoposlar tarafından imzalandı. Bu açıklamada İsa Mesih’in tanrılığı hakkında şunlar söylenir:
… ve tek Rab İsa Mesih’e, Tanrı Oğlu’na, Baba’dan doğmuş, Baba’nın özünden tek doğan (monogenes), Tanrı’dan Tanrı, ışıktan ışık, gerçek Tanrı’dan gerçek Tanrı, doğmuş ama yaratılmamış, Baba’yla aynı özden [homoousios], … inanıyoruz.4
İnanç açıklamasının sonuna bir aforoz eklenmişti:
Ama, O’nun [Tanrı Oğlu’nun] var olmadığı [bir zaman] da vardı, O doğurulmadan önce yoktu, yoktan var olundu diyenler veya Tanrı Oğlu’nun farklı bir hipostasisten veya maddeden olduğunu, yaratıldığını, başkalaşım ve değişime maruz kaldığını ileri sürenler; bunları Katolik Kilise aforoz eder.5
Bu ilk İznik İman Açıklaması’nda Arius’un teolojisini kalbinden vuran bazı önemli ifadeler var. Birincisi, İsa Mesih’in Baba’dan “doğduğunu” ifade ediyor ve bunu “tek doğan” olarak tanımlıyor ki bu da İsa Mesih’in “Baba’nın özünden” olduğu anlamına geliyor. Dolayısıyla İznik İman Açıklaması Oğul’un, Baba ile aynı doğaya sahip olduğunu ifade ediyor. Halbuki Arius, Oğul’un sadece Baba’nın iradesiyle ve yoktan yaratıldığını, bu nedenle Baba’nın doğasına sahip veya paydaş olmadığını iddia etmişti. İkinci olarak, bu İman Açıklaması, Oğul’un “Tanrı’dan Tanrı”, “Işık’tan Işık” olduğunu onaylamakla birlikte “Gerçek Tanrı’dan gerçek Tanrı” olarak kuvvetle ifade ediyor. Bunun amacı, Oğul’un Baba’dan daha aşağı bir Tanrı veya bir çeşit ikinci derece tanrısal bir varlık olduğu girişimlerini sonuçsuz bırakmaktır. Tersine, Baba’nın tanrılığı nasıl görülüyorsa, Oğul’un tanrılığı da aynı şekilde düşünülmelidir. Üçüncü nokta, Oğul’un “doğan, yaratılmamış” olduğu ifadesidir. Oğul Baba’dan doğar, Baba tarafından yaratılmamıştır. Baba’nın özündendir, içseldir. Baba’nın iradesinin sonucu oluşan dışsal bir ürün değildir. Dördüncü ifade ise, Oğul, Baba ile aynı özdendir (homoousios).6 Homoousios kelimesi Oğul’un tanrılığını net ifade etmek için bildirgeye konmuştur.7 Homoousios kelimesi Grekçe bir kelime olup iki kelimenin birleşmesiyle oluşmuştur: homo (aynı) ve ousios (öz/varlık) kelimeleri birlikte “aynı öz” anlamına gelir. Oğul’un Baba ile ilişkisini tanımlar.8
Konseyden sonra Ariusçu piskoposlar ve Arius sempatizanları Grekçe ousia’nın “bireysel varlık”, yani bir “kişi” (şahıs) anlamına da geleceği, bu nedenle Baba ile Oğul arasındaki ilişkiyi homoousios olarak tanımlamanın onların her açıdan aynı olduğu yorumunu çıkartabileceği, bunun da aynı kişinin iki kılığı (dış görünüşü) olarak düşünülebileceği noktasına dikkat çektiler. Bu Modalizm (Sabelliusçuluk) anlamına geliyordu. Halbuki ousia kelimesinin daha yaygın anlamı “öz/doğa”dır ve bildirgede bu anlamda kullanılmıştır. Tüm bunların sonucunda, konsey sona erdiği halde mesele tam olarak çözülmemiş kaldı. Konsey, açık biçimde Ariusçuluğu kınadı ama başka bir sapkınlık olan Sabelliusçuluğa kapıyı açık bıraktı.9
Sabelliusçular, konseyden çıkan homoousios kelimesinin Baba ile Oğul’u çok yakın olarak tanımladığını ve onların (Baba ile Oğul’un) aynı kimlik veya kişi sayılabileceğini beyan ettiler. Onların (Baba ile Oğul’un) tek farkının görünüşte olduğunu söylediler. Dolayısıyla konsey, Baba ile Oğul arasındaki farklılığı açıklamakta başarısız oldu.10
Bu nedenle, İznik Konseyi’nde Ariusçuluğun kınanmasına rağmen, Sabelliusçuluğa açık kapı bırakılması Ariusçuların işine geldi. Bu durumu kullanarak ve imparatordan da destek alarak tekrar etkin olmaya başladılar. Tamamen kınanmaları ancak bir sonraki konseyde, İstanbul Konseyi’nde (381) oldu. O zamana kadar çekişme artarak devam etti.11
Athanasius ve Kapadokyalı Babaların İstanbul Konseyi’nde bu iki sapkınlığın kınanmasına katkısı çok büyük olmuştur; özellikle Üçlübirlik’in birbirleriyle ilişkilerini tanımlama konusundaki çalışmalarıyla. Kapadokyalı Babalar, Athanasius’un çalışmalarını daha da geliştirerek Üçlübirlik’i bir formüle ulaştırmışlardır. Onların çözümleri basitçe ousia ile hypostasis terimleri arasındaki farklılığa dayanıyordu. Felsefi dilde bu iki kelime eş anlamlı kullanılıyordu. Hem “bireysel bir kimlik” anlamına geliyor hem de bir “türün paydaş olduğu ortak öz/doğa” anlamında kullanılıyordu. Kapadokyalı Babalar şöyle bir açıklama yaptılar: Tanrı’da üç hypostasis (kişi) ve bir ousia (öz) vardır. Diğer bir deyişle üç kişi (hypostasis) aynı tanrısal öze paydaştır (homoousios).12 Kapadokyalı Babaların gayretleri İstanbul Konseyi’nde (381) yeni bir İznik İman Açıklaması’nın onaylanmasına imkân verdi. İznik İman Açıklaması’na Kutsal Ruh’u ve Kilise’yi de eklediler. Buna İznik-İstanbul İman Bildirgesi dendi.13
Tek Rab’be, İsa Mesih’e inanıyoruz;
O, Tanrı’nın tek Oğlu’dur,
Ezelde Baba’dan doğandır,
Tanrı’dan Tanrı, Işıktan Işıktır,
Gerçek Tanrı’dan gerçek Tanrı’dır,
Doğmuştur, yaratılmamıştır,
Baba’yla aynı Özdendir…14
Bu bildirge neticede Hristiyanlık’ın evrensel iman ifadesi oldu ve Hristiyanlık’ın birçok mezhebince bugüne kadar kabul edilegeldi.15 Bu iki iman açıklamasına İsa Mesih’in Tanrı Oğulluğu açısından baktığımızda, hemen hemen aynı olmasına rağmen, ikincisine “ezeli” kelimesinin eklendiğini görüyoruz. Diğer ekleme, Oğul’un önüne eklenen “tek” kelimesi olmuştur.
İznik-İstanbul İman Bildirgesi’nin İsa Mesih’in tanrısal Oğulluğu ile ilgili beyanlarıyla ilgili olarak şunları söyleyebiliriz:
Bu iman bildirgesinde Mesih monogenes olarak tanımlanır. Grekçe monogenes, iki kelimeden oluşan birleşik bir kelimedir, sıfattır. Mono “sadece”, “tek” anlamındadır ve genes “tür”, “aile”, “yavru” anlamlarına gelir. Birkaç istisna hariç kullanımda ‘tek oğul’ veya ‘tek kız çocuk’ olarak anlaşılır. Oğul için kullanıldığında “türünün tek örneği” anlamına gelemez, çünkü ebeveynler de aynı türdendir. Oğul için kullanımdaki anlamı, ebeveynlerin tek yavrusu anlamına gelebilir; türünün tek var olan kişisi anlamında olamaz.16
Bildirgede monogenes, O’nun Baba’dan tek doğan Oğul ve Baba ile bir öze/doğaya sahip olarak eşsizliğini göstermek için söylenmiştir. Tanrı Oğlu’nun diğer tüm yaratılıştan farklılığını ima eder. O doğandır, yaratılmamıştır ve Baba ile aynı öze sahiptir. Baba’dan doğan tek Oğul’dur. Halbuki, Ariusçular için, Oğul’un eşsizliği Tanrı tarafından direkt yaratılan tek varlık olmasıdır. Yine Ariusçulara göre diğer yaratılan tüm varlıklar Oğul aracılığıyla yaratılmıştır. İsa Mesih’in monogenes olarak çağrılmasının diğer nedeni de bu Oğulluk tarzının sadece ona ait olmasıdır ve başka biriyle bunu paylaşmaz.17
Kapadokyalı Babalar, Baba’yı Oğul’un “kaynağı/kökeni” (arche) ve “nedeni” (aitia) olarak düşündüler. Fakat bunun Oğul’un tanrısal doğasında herhangi bir eksikliğe işaret etmediğini söylediler. Baba’nın kökeni, Baba ve Oğul tarafından paylaşılan tanrısal doğanın ortaklığını ifade eder.18 Ateş, ışığın nedenidir, başka bir örnekle güneş ışığın nedenidir. Fakat bu iki örnekte de ışık neden olanından ayrıştırılamaz. Aynı şekilde Oğul da Baba ile aynı doğaya sahiptir. Baba’nın doğasının sahip olduğu niteliklerin aynısı Oğul’un doğasının nitelikleri için de aynen geçerlidir.19
Kapadokyalı Baba Büyük Basil, Oğul’un ezeliliğinin ve tanrılığının Kutsal Yazılar tarafından şu şekilde işaret edildiğini ifade eder: dünyaya gelen ışık (Yu. 1:19), görünmez Tanrı’nın görünümü (Kol. 1:15), Tanrı yüceliğinin parıltısı (İbr. 1:13), Tanrı’nın bilgeliği ve doğruluğu (1Ko. 1:24-30). Tanrı hiçbir zaman imgesi, parıltısı, bilgeliği ve doğruluğu olmadan olmaz. Eğer Baba Tanrı sonsuz ise Oğul da sonsuzdur. Eğer Oğul ezeli doğan ise, Baba ile aynı özdendir. Işığın Güneş’ten parlaması gibi, Oğul da Baba ile birlikte vardır. Oğul’un nedeni Baba’dadır ama Oğul’un var olması Baba ile senkronizedir (eş zamanlıdır), daha sonra olan bir toplam, ilave değildir.20 Güneş’in ışınları Güneş’in kendisi kadar eskidir. Güneş ışını üretmesine rağmen Güneş ışınının olmadığı bir Güneş hiçbir zaman var olmadı. Dolayısıyla benzer şekilde Baba ezelde Oğul’u üretir/doğurur ve Oğul Baba’dan ezelde doğar/ürer.21
“Tanrı’dan Tanrı”, “Işıktan ışık”, “gerçek Tanrı’dan gerçek Tanrı” ifadelerinin bildirgeye eklenmesinin amacı açıkça Arius’un iddiasını çürütmektir. Ariusçulara göre, Oğul’un doğması belli bir zaman içinde olan, yani başlangıcı olan ve yoktan var edilen bir yaratılmadır, bu nedenle Oğul Baba’nın doğasından farklı bir doğaya sahiptir. İşte bu yüzden bu açıklamanın bildirgede olması ve “–den”, “–dan” ifadeleri Oğul’un doğasında Baba’nın doğasından bir eksiklik olduğu düşüncesini bertaraf etmek içindir.22
Baba kimseden değildir, kendiliğinden var olandır ama bununla birlikte Oğul’u üretir. Baba ezelde Baba olarak var olduğundan, Oğul da ezelden Oğul olarak vardır. Oğul her zaman Baba ile birlikte düşünülmelidir. Baba olmaksızın Oğul olmaz. Aynı şekilde Oğul olmaksızın Baba olmaz. Tanrı’yı Baba ve Oğul olarak isimlendirmek ezeli üretken etkinliğe işaret eder. Oğul’un ezeli üremesi (doğması) içsel bir etkinliktir. Tanrı’nın doğasının dışında olan varlıkların yaratılması gibi değildir.23 Yaratılan her şey Tanrı iradesi ile yaratılmıştır, fakat Oğul ezeli doğandır ve iradenin etkinliği değildir. Oğul doğası gereği Oğul’dur.24
Baba Tanrı olduğundan, Oğul da Tanrı olmak zorundadır. Aksi halde Baba, Baba olmakla değişmiş olur. Oğul’un var olmadığı bir zaman var ise Baba’nın da Baba olmadığı bir zaman var demektir. Oğul’un olmadığı bir zaman var olduğunu söylemekle aslında Işığın ışınsız/parıltısız olduğunu, yani kaynağın kıraç ve kuru olduğunu söylemiş oluruz. Eğer Oğul, Baba’nın görünümü ve parıltısıysa, ezelde Baba’nın parıltısı ve görünümü olarak vardır.25
Homoousios (özde birlik) konusuna gelince, sadece bir tanrısal öz/doğa vardır ve üç kişi (Baba, Oğul, Ruh) bu aynı tanrısal öze/doğaya paydaştır. Her bir kişi Tanrı’dır. Ousia’nın yaygın anlamı “öz” veya “doğa”dır. Bu yüzden üç kişi de tanrısallığın aynı niteliklerine sahiptir. Örneğin, Baba sonsuzsa Oğul da sonsuzdur. Oğul her şeye gücü yeterse, Baba da her şeye gücü yetendir.26
Sonuç olarak, İznik-İstanbul İman Bildirgesi, İsa Mesih’in Baba’dan ezelde ve tek doğan ve Baba ile aynı öze paydaş olan Oğul Tanrı olduğunu beyan etmektedir.
Kutsal Kitap Ayetleri Ekseninden İsa Mesih’in Tanrı Oğulluğu >
- 1Roger Olson, The Story of Christian Theology (Downers Grove, Illinois: IVP, 1999), s. 153
- 2Justo Gonzalez, A History of Christian Thought 1 (Nashville, Tennessee: Abingdon Press, 1970), s. 262
- 3onzalez, A History of Christian Thought 1, s. 265-266.
- 4Olson, The Story of Christian Theology, s. 155.
- 5Olson, The Story of Christian Theology, s. 156.
- 6John Behr, The Nicene Faith Part 1 (Crestwood, New York: St Vladimir’s Press, 2004), s. 155.
- 7Gonzalez, A History of Christian Thought 1, s. 267.
- 8Olson, The Story of Christian Theology, s. 154.
- 9Olson, The Story of Christian Theology, s. 156.
- 10Olson, The Story of Christian Theology, s. 163.
- 11Gonzalez, A History of Christian Thought 1, s. 271.
- 12Gonzalez, A History of Christian Thought 1, s. 287.
- 13Olson, The Story of Christian Theology, s. 195.
- 14Olson, The Story of Christian Theology, s. 195.
- 15Olson, The Story of Christian Theology, s. 139.
- 16Michael Marlowe, “The Only Begotten Son (ὁ μονογενὴς υἱός)”, bible-reasearcher.com, http://www.bible-researcher.com/only-begotten.html > (18.05.2020 tarihinde erişildi).
- 17Kevin Giles, The Eternal Generation of the Son (Downers Grove, Illinois: IVP Academic, 2012), Kindle basımı, Kindle loc. 1509-1542.
- 18Giles, The Eternal Generation of the Son, Kindle loc. 1474.
- 19Giles, The Eternal Generation of the Son, Kindle loc. 1478.
- 20Giles, The Eternal Generation of the Son, Kindle loc. 1394.
- 21Olson, The Story of Christian Theology, s. 173-196.
- 22Giles, The Eternal Generation of the Son, Kindle loc. 1547-1552.
- 23Giles, The Eternal Generation of the Son, Kindle loc. 1426-1441.
- 24Giles, The Eternal Generation of the Son, Kindle loc. 1441.
- 25Olson, The Story of Christian Theology, s. 168-172.
- 26Olson, The Story of Christian Theology, s. 156.