Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Tarih

Kilisenin Cep Tarihi

Kilise Konseyleri ve Manastır Sistemi

  • Petek Balcı

Yayın Tarihi: 30.04.2014

Görsel
Kitap Kapağı

Pocket History of the Church

D. Jeffrey Bingham

Downers Grove, Illinois: InterVarsity Press, 2002

Dördüncü yüzyılın başlarından itibaren kilise devletten daha az düşmanlık görmüştür. Zulüm azalmış, Konstantin ve Theodosius gibi kişilerin çeşitli bildirileri aracılığıyla Hristiyanlık Roma İmparatorluğu’nda kabul görmüştür. Görünüşte olumlu gelişmeler olmasına rağmen, kiliseler hâlâ iki önemli meseleyle uğraşıyorlardı. Birincisi, kiliseler neye iman etmişlerdi; anlaşılır ve Kutsal Yazı’ya uygun bir şekilde bu imanı nasıl ifade edeceklerdi?  İkincisi, kutsal bir imanlı kutsal olmayan bir dünyada nasıl yaşar?

Doktrinsel (öğretisel) cephede iki mühim mesele birkaç ekümenik konseyde tartışılmış, bunlar üzerinde karara varılmıştır. Birinci mesele Baba ile Oğul arasındaki ilişkiydi; daha sonra bu ilişkiye Kutsal Ruh’la ilişkisi de eklendi. İkinci mesele Mesih’in insanlığı ile tanrılığı arasındaki ilişkiydi.

Aryanizm olarak bilinen görüş, Kudüs Konseyi’nden sonra kilise için ilk doktrinsel açmaz olmuştur. İskenderiye’den Arius adında bir kilise gözetmeni Tanrı’nın üstünlüğüne inandı ve bu yüzden İsa’ya aynı konumun verilmesini reddetti. İsa’nın bir başlangıcı olan bir yaratık olduğuna inandı; Oğul’un var olmadığı bir dönem vardı. Oğul hiçbir zaman Baba’yla aynı derece eşit ya da sonsuz değildi. Arius görüşünü desteklemek için Süleyman’ın Özdeyişleri 8:22, ayrıca Mezmur 45:7-8 ve hatta Yuhanna 1:14,18  gibi metinleri kullandı. Eğer Aryanizm kabul edilseydi, Müjde’nin paklığını derinden zedeleyecekti. İS 325’teki İznik Konseyi Oğul ile Baba’nın eşit olduklarına, Oğul’un Baba’nın yapısından daha az seviyede olmadığı sonucuna varmıştır.

Atanasius, İznik bildirgesindeki ilkelerin temel savunucusuydu. Bildirgenin argümanlarına teolojik ağırlık koyan oydu. Onun iki temel iddiası önemliydi: Oğul’un tam insanlığı kabul edip bir ölümlü gibi ölmesi, insanlığın Mesih’in suretinde yeniden yaratılmasında esastı. İkincisi, İsa tam Tanrı olmasaydı O’nun ölümünün ve dirilişinin evrensel kapsamı ve etkisi olmazdı. Ne ilginçtir ki, İznik’te Aryanizm’in reddedilmesine ve İznik Bildirgesi’nin sonraki ekümenik (evrensel) konseylerde kabul edilmesine rağmen, yarım yüzyıldan fazla Aryanizm’e büyük ölçüde inanılmıştır. Aryanizm öğretisi günümüzde ağırlık göstermiyor olabilir, ancak temelindeki ayartı, dayanağı hâlâ mevcuttur. Kutsal Kitap’a doğrudan güvenip itaat etmek yerine, öncelikle sözü anlamaya ve kanıtlarını görmeye dayanmaktır ayartı; sadece Tanrı’nın sözü bir şey diyor diye bunu aklen ve mantıken ispatlamadan, insanlara açıklayacak bir dayanağı olmadan, eylemleri sırf söze güvenerek yönlendirerek akılsız biri gibi hareket etmek istememek, anladığı ve anlatabileceği bir şey olmadığı sürece söze uymamaktır. Bu ayartı, Tanrı’ya ait sırları sevmez.

Aryanizm anlaşmazlığının bir sonucu da Üçlü Birlik doktrininin aydınlığa kavuşmasıdır. Üç meşhur Kapadokya Babaları Basil (Kayseri Piskoposu), Gregory (Nevşehir Piskoposu) ve Gregory (Sasima Piskoposu, Niğde Nenezi’den) (ve sonra Tertullianus) Üçlü Birlik doktrinini açıklığa kavuşturacak dili sağlamakta etkili olmuşlardır. Kullanılan dil felsefe temelliydi ama Kutsal Kitap’a dayalı gerçeği yeterince yansıtıyordu. O zamandan beri de benimsenmektedir. Birçokları tarafından belirtilen Üçlü Birlik doktrinini açıklamadaki temel zorluk, birliği vurgularken özellikleri kaybetmek veya özellikleri vurgularken birliği kaybetmekti. Bundan dolayı hem tanrılığın “özüne” hem de “kişilerin” özelliğine inanılması gerekiyordu. Grekçe terimleri diğer dillere çevirmek zor olduğu kadar, birlik ile özellik farklılığını yeterli şekilde ele alabilecek başka terimler de geliştirilmemişti.

Ayrıca İsa’nın insanlığı ile tanrılığı arasındaki ilişki birkaç konseyde de tartışılmıştır. Her ne kadar bazı Kutsal Kitap uzmanları, akademisyenler, günümüzde isimiyle anılan başlıca görüşlerin ilk sahibinin, görüşlerin sonraki hallerini kabul edip etmediğini tartışıyorlarsa da, konseyde tartışılan ve inkâr edilen  görüşler şunlardır:

Apollinarianizm:  Bu görüşe göre ilahi söz, insani ruh veya can ve İsa’nın aklının yerine geçmiştir. Bingham bunu şöyle ifade eder: “Mesih beden olan Sözdü, insan olan Söz değildi. Apollinarius Mesih’in insanlığını Mesih’in bedeninin birliği için feda etmiştir.” (S. 51; vurgu Bingham tarafından yapılmıştır.)

Nesturilik:  Bu varsayım Mesih’in insanlığını ve tanrılığını tam olarak desteklemiştir ama bu vurguyu o kadar büyütmüştür ki İsa, “insan İsa” ve “Tanrı Sözü” olarak neredeyse iki kişi haline gelmiştir.

Eutikesizm (Eutychianism):  Bu inanca göre İsa’nın sadece bir özü vardı, İsa, insan özünü özümseyen Tanrı’nın özüydü.

Kalkedon Bildirgesi gibi öğretiler mükemmel ya da tam olmasa da, İsa ve Üçlü Birlik hakkında söyleyebileceklerimize sınırlar çizmemize yardımcı olur.

Yukarıdaki görüşler çeşitli konseylerde tartışılmış ve kınanmıştır. Mesih’in insanlığı ve tanrılığı ile ilgili en açık ve en iyi sonuca Kalkedon Konseyi’nde varılmıştır. Kalkedon Bildirgesi İsa’nın kişiliğinin birliğini (o Tanrı-insandır), özünün (bunlar karışık değildir ya da bir öz diğerinden üstün değildir) ayrımını (ayrılığını değil), ayrıca da tam ve gerçek Tanrı ve insan olduğunu vurgulamıştır. Bingham’ın bakış açısı teşvik edicidir: “Bu sonuç olarak kilise önderlerinin yaptığı bir şeydir. Cemaatlerine (topluluklarına) Kutsal Kitap’ı anlayabildikleri ve yorumlayabildikleri kabul edilebilir etkenleri açıklarlar. Ayrıca kabul edilemez yorumları da belirtirler. İyi teoloji hemen oluşmaz. Kilise önderleri öncelikle kilisenin teologları olmalıdır.” (s. 52,53). Kalkedon Bildirgesi gibi öğretiler mükemmel ya da tam olmasa da, İsa ve Üçlü Birlik hakkında söyleyebileceklerimize sınırlar çizmemize yardımcı olur.

Ancak, bu dönemin kiliseleri doktrinle daha çok ilgilenmişlerdi. Günah dolu bu dünyada nasıl yaşanacağı sorunu üzerinde düşünmüşler ve bir sonuca varmaya çalışmışlardı. İmanlılar yıllar geçtikçe bu konuda farklı yaklaşımlar öne sürdüler. Bunlar arasında önemli sayılanlardan biri, yaklaşık olarak dördüncü yüzyılda başlayan (ve bugün hâlâ çeşitli yerlerde süren) manastır sistemidir. Manastır sistemi çeşitli formlar alsa da ve yıllar geçtikçe sistematik kurallar ve okullar geliştirse de, manastıra ait yaklaşımı ve faaliyetleri açısından ayırt edilebilir bir temel söz konusudur. Keşişler Kutsal Kitap okuma, dua, oruç, kendi başına olma, sessizlik ve hizmet aracılığıyla ruhsal karanlıkla ve günahla mücadele etmişlerdir. Hizmetlerine ağır iş gücü gerektiren işler ya da tıbbi bakım bile dahildi. Keşişler bu hizmetlerle inançlarını yararlı hale getirmeye çalıştılar.

Keşişlik yaşam tarzı eleştirilmiştir. Bazıları “dünyayı bırakmalarından” dolayı manastır sisteminin Müjde’ye desteği azalttığını belirtir. Bazıları da keşişlerin Pavlus’un Koloseliler 2:23’te kınadığı, bedenin gücü aracılığıyla doğal benliğin üstesinden gelmeye çalıştıkları ve kurallara uydukları için eleştirmiştir. Bu eleştirilerden bazılarının haklılığı olabilir ama keşiş “dünyayla arkadaşlıktan” kaçınır (Yak. 4:4). Onların Tanrı’ya bağlı bir kutsallıkla yaşam sürmeleri alkışlanmalıdır. Kutsal Kitap’ı anlama isteği, dua yoluyla onu yaşama geçirmeleri ve ona “özenle itaat etmeleri”, Yasa’nın Tekrarı gibi kitaplarda tam olarak buyurulan şeylerdir.

Yaşayan iman, kendini çok az düşünmekten ve diğerlerine şefkat göstermekten ibarettir.

Bingham manastır sisteminde günümüz imanlısının alacağı örnekler görür. “Sessizlik budalalığa tercih edilmiştir; sessiz dil kem olana tercih edilmiştir…. Onlara göre bir kişinin yüreği kötülükle kabardığında, en iyisi o kişinin ağzını kapamasıdır” (s. 57).  Ayrıca Poeman’ın da söylediği bir gerçeği fark etmişlerdir: “Ama dilini tutan insanlar kendilerini her zaman sessiz saymazlar. Eğer zihinleri komşularının eksiklikleriyle meşgulsa, sessizlikleri saçma gevezelik kadar kötüdür.” (s. 57)

Poeman’ın aynı konuda şu sözleri de yararlı olabilir: “Tanrı’nın sözünü okuyun (çünkü) pınarın damlası taşın içine işler ve tatlı söz gün be gün ölmüş yüreğe usulca düşer, bir süre sonra onu tamamıyla eritir.”

“Yaşayan iman, kendini çok az düşünmekten ve diğerlerine şefkat göstermekten ibarettir.”

“Tanrı ve insana sevgi ile yanan bir yürek ayartılardan etkilenmez; ayartılar soğuk bir yüreğin etrafına üşüşür.” (s. 58)1

Doktrinin paklığı ve yaşamın paklığı kilise için kaçınılmaz unsurlardır. Her ikisinin nasıl mümkün kılınacağı konusunda bize örnek oluşturan kilise tarihindeki herkes için Tanrı’ya hamdolsun.

  • 1Poeman’ın sözleri, S. Baring Gould, The Lives of the Saints (August), 2. basım (London: John Hodges, 1875), s. 340-343’ten alıntılanmıştır.
  • Telif Hakları © 2014
  • Ken Wiest
  • Tüm Hakları saklıdır. İzin ile kullanıldı.
İlk yayınlama: e-manet Sayı 35 (Nisan - Haziran 2014), s. 14–16.