Ana içeriğe atla

Sitemiz işleyişi için sadece bu siteye ait çerez kullanmaktadır. Üçüncü parti çerez kesinlikle kullanılmamaktadır.
Daha bilgi edinin.

Kitap

Matta’nın İsa Öyküsünde Egemenliği Iskalamak

4) Matta’yı Türkiye’de Okumak

Yayın Tarihi: 26.06.2023

Ciddi olmadığım düşüncesini uyandırmak riskini göze alarak bu yazının girişi için bir fıkra anlatacağım. Fıkra şöyle:

Denizin ortasında batan bir seyahat gemisinin cankurtaran sandallarının sayısı, ne yazık ki, yetersiz kalmış. Kaptan yolcuların denize atlamaları gerektiğini söylemiş. “Gemide kalırsanız kesin ölürsünüz” demiş. Ama perişan yolcular bir türlü denize atlamaya razı olmamışlar. Güvertede kaptan ve ikinci kaptan bu vahim durumu aralarında kara kara konuşurken, bir komi çocuk onların yanına gelmiş. “Kaptanım, yolcuların atlamalarını nasıl sağlayacağımı biliyorum” demiş. Komi, güvertede grup grup duran yolcuların yanlarına giderek onlara birşeyler söylemiş. Kominin dediklerini duyan grup anında denize atlayıveriyormuş. Kaptan, komi tekrar yanına dönünce, “Müthiş bir şey bu! Onlara ne dedin ki?” demiş. “Kolay oldu, Kaptanım” demiş komi çocuk. “Almanlara gittim, ‘Atlamak kural’ dedim atladılar. Fransızlara gittim, ‘Aşk için atlıyoruz’ dedim atladılar. Amerikalılara gittim, ‘Özgürlük için atlıyoruz’ dedim atladılar. Türklere gittim, ‘Atlamak yasak’ dedim atladılar.”

Kilisede ulusların kültürel kimlikleri silinmez. Tersine kiliseye zenginlik katarlar.

Bu fıkrayı yıllar önce bir Türk arkadaşım bana anlattı. Ne kadar isabetli olup olmadığına siz karar verebilirsiniz. Ama bu yazının amaçları doğrultusunda dikkatinizi fıkranın şu nüktesine çekmek isterim: Farklı milletlere kendilerini tanımlayan değer yargılarını yakıştırmaya alışkınız. Bu açıdan fıkrada, kural, aşk, özgürlük ve yasak (veya yasakları çiğnemek) kültürel normları, çeşitli halkları derinden motive eden farklı olayları yansıtır. Bu yazı serisinde vurgulamaya çalıştığım gibi, Göklerin Egemenliği’nin “kültürü,” özünde, dünyada alıştığımız bütün kültürlerden radikal bir şekilde farklıdır. Oysa zihniyetlerimiz –nasıl düşündüğümüze, nelere değer verdiğimize ve nasıl davranacağımıza dair sezgisel anlayışımız– kendi kültürlerimiz içinde yoğrularak biçimlenmiştir. Bir önceki yazıda şu soruyu sormuştum: “Acaba, kendi zihniyetimizde Göklerin Egemenliği’ne aykırı hangi değerleri ve beklentileri kanıksamış olabiliriz?” O yazının sonunda da şu vaatte bulundum: “… serinin son yazısında, Türkiye’deki bazı kültürel alışkanlıkları Matta’nın İsa öyküsü ışığında düşüneceğiz.”

Bu çalışmaya başlarken şunu belirtmeliyim: Kültür kendi başına kötü değil. Tanrı “homojen” yeni insanlık değil, çeşitli halklardan oluşan bir halk yaratıyor. Kilisede ulusların kültürel kimlikleri silinmez. Tersine kiliseye zenginlik katarlar.1 Nitekim tahtta oturan Kuzu’ya söylenen yeni ezgi, “boğazlandın ve kanınla her oymaktan, her dilden, her halktan, her ulustan insanları Tanrı’ya satın aldın” diyor (Va. 5:9). Bununla birlikte, kültürel normlarımız bazı durumlarda Göklerin Egemenliği’ne aykırı olduğu halde, onları sorun olarak algılamakta güçlük çekeriz. Kültürel alışkanlıklar güçlüdür, sinsi olabilir. Bazen Mesih’e benzer olduğumuzu sanırken farkında olmadan Mesih’i kendimize benzetmiş oluruz. Sonuç olarak, düşüncemizin yenilenmesiyle değişebilmek için kişisel hayatlarımızı Müjde ışığında değerlendirmemiz gerektiği gibi, kültürümüzü de yorumlamamız gerekir.

O zaman bu yazıda, deneme mahiyetinde, Türk kültürünün bir boyutunu irdelemeye çalışacağım. Fıkradaki “yasak” nüktesinden yola çıkarak Türkiye’deki “itaat kültürü”ne bakacağım. Türkiye’de emir, itaat, yetki ve lider gibi terimler güçlü çağrışımlar yapar. İşin ilginç tarafı, buyruk, buyruklara uymak, yetki ve önderlik konuları Matta’da da önemli bir yer tutar. Bu yazıda şöyle bir düzen izleyeceğim: İlgilendiğimiz kavramlar kümesini önce Türk kültürü açısından inceleyeceğim, ondan sonra, ayrı olarak, Matta’daki anlamlarına bakacağım. Sonunda, bu paralel çalışmaları karşılaştırarak zihniyetimizin Göklerin Egemenliği’ne daha yaraşır hale gelmek üzere nasıl gelişebileceği sorusu üzerinde duracağım.

Türkiye’de itaat, emir, yetki ve lider

İtaat, buyruk ve yetki kendimizden başkasının isteği doğrultusunda davranmamızla ilgili kavramlardır.

Türkiye’deki “itaat kültürü”nü daha iyi anlamak için bazı bilginlere danışacağım. İtaat, kökeni “boyun eğmek” anlamına gelen bir Arapça kelime. Bilindiği üzere, itaat etmek emre uymak demektir. Emir de, sözlüğe göre, “bir şeyin yapılması veya yapılmaması husûsunda bildirilen kesin hüküm, hükmüne uyulması istenen zorlayıcı söz, buyruk” anlamına gelir.2 Yetkiyse, emir verme, karar verme ve itaati zorlama gücü veya hakkıdır. Sonuç olarak, itaat, buyruk ve yetki –zor kullanılması gerekse bile–kendimizden başkasının isteği doğrultusunda davranmamızla ilgili kavramlardır.

Herkes yerli yerinde

Erol Göka, her toplumda yetki ve iktidar bulunduğu halde, Türklerin itaat kültürü “biriciktir, başka toplumlarda kolay kolay eşine rastlanmaz” diyor.3 Üstelik, itaatin önderlik ve mevki konularını gündeme getirdiğini hemen belirtmektedir. Göka, açıklamasına şöyle devam eder:

Türk grup davranışının temel niteliklerinden biri olan “itaat,” pek doğal olarak en büyük etkisini liderlik üzerinde gösterir. Daha aileden başlayarak Türk toplumunda herkesin yeri, kimin kime itaat etmesi gerektiği bellidir; küçük büyüğe, kadın erkeğe, ast üste itaat etmelidir. Çocuk pratiklerinin birinci amacı, bu itaat silsilesini öğretmektir… Her Türk, kimin elini öpmesi gerektiğini bilir… Her Türk kimin elini öpmesi gerektiğini nasıl biliyorsa; nerede, kimin yanında, nasıl oturması gerektiğini de daha çocukluğunda çok iyi öğrenmiştir.4

“Türk toplumunda herkesin yeri… bellidir” dendiğinde, tabii ki bu kültürel alışkanlık sadece Cumhuriyet döneminde ortaya çıkmamıştır. Şerif Mardin Osmanlıların “tabakalaşma psikolojisi”nden şöyle söz eder: “İmparatorluktaki tabakalaşma psikolojisinin karakteristik bir özelliği, yönetici sınıf iç çatışmasına dahil olan herkesin ‘herkesin kendi yerini korumasına’ verdiği önemdi.”5 Nasıl bir sezgi bu? Önderlik yapanlar (yönetici sınıf) arasında rekabet sorununu (iç çatışması) bastırmak için “haddini bil” (herkes kendi yerini korusun) dedirten bir toplumsal tahayyüldür.

Bu “herkesin yeri belli” şeklindeki hükme dayalı zihniyetin kökenlerine zaten Osmanlıdan önce de rastlanır. Bu konuda Göka şöyle bir tespitte bulunur:

Anadolu Selçukluları, Türkmen boy ve aşiretlerini Anadolu’ya yerleştirirken geniş ailelerin aynı yerde kalmasına dikkat etmiş. Böylece doğal olarak başkalarına karşı içe dönük birlikler, klanlar oluşmuş… Zaten “beylik” dediğimiz Anadolu Türk yönetim biçiminin temel olgularından birisi, bir aile devletinden başka neydi ki? Yerel güç odakları, geniş aile sistemine dayanıyor; soy, sop ve şecere bir güç kaynağı olarak karşımıza çıkıyordu.6

Peki ama, bunun herkesin yerinin belli olması gereğiyle ne ilgisi var? Şöyle bir ilgisi var: “soy, sop ve şecere bir güç kaynağı”ysa, geniş aile içindeki aidiyet sadece hoş veya ilginç bir kimlik meselesi değildi. Kimin kime nasıl ait olduğunu (veya olmadığını) bilmek, var kalma mücadelesinin temel bir parçasıydı. Mardin, Osmanlıların yukarıda sözü edilen “tabakalaşma psikolojisi”nin “Türklerin sosyal sistemlerinde baba tarafından gelen akrabalığa verilen ezici önem”den kaynaklandığını varsayar.7 Böylece Mardin, “her klanın yerinin protokolle belirlendiği bir klan düzenine dayalı bir sistemde… klanın her üyesinin başkalarıyla ilişkilerinde onu yönlendirmek için kafasında bir soy haritası” tutması gereğinden söz eder. Mardin bu açıdan da Osmanlıdaki “Herkes yerini korusun” vurgusunu bir nevi “düşünsel tortu” olarak görür. Neyin tortusu? Beylikler döneminde herkesin “hangi geniş aileye, hangi akraba köye, hangi soya, hangi klana, hangi aşiret federasyonuna ve hangi beylik veya hanlığa bağlı olduğunu çok kesin bilmesi” gereğinin “düşünsel tortusu.”8

Türklerin akrabalık terimleri, ‘herkesin yeri belli olmalı’ şeklindeki değer yargısının Türkiye’nin toplumsal tahayyülünde günümüze dek devam ettiğini gösteren bir olgudur.

Türklerin akrabalık terimleri, “herkesin yeri belli olmalı” şeklindeki değer yargısının Türkiye’nin toplumsal tahayyülünde günümüze dek devam ettiğini gösteren bir olgudur. Dilbilimci David Crystal’e göre, bir dilin belirli bir deneyim alanından söz etmek üzere o konuya özgü kelimelerinin mevcudiyeti o kültürün bu deneyime önem verdiğine dair fikir verir. Bu doğrultuda Crystal, “Kelimelerde kodlanan ayrımlar, önemli kültürel algıları ve ihtiyaçları temsil eder” demiştir.9

Türklerin akrabalık terimleri bu hükmün çarpıcı bir örneğidir: Hemen hemen her olası akrabalık ilişkisi için belirli bir kelime vardır. Antropologlar, her birine temsili bir kültürün (Eskimo, Hawaii, Iroquois, Crow, Omaha, Sudanese) adını veren altı ana akrabalık terminolojisi sistemi tanımlar. Türk akrabalık terminolojisi şu şekilde tanımlanan Sudan sistemine uyar:

... Sudan sistemi, hemen hemen her akraba için ayrı bir akrabalık terimi olan altı sistem içinde en kompleks olanıdır. Akrabalık terimleri, soy uzaklığına ve bireyin babanın mı yoksa annenin mi soyundan olduğuna göre atanır. Sudan ve Türkiye’de bulunan bu sistemde, soy baba tarafından gelir, kompleks akrabalık terimleri de toplumdaki sosyal sınıf sisteminin ve güç yapısının ne kadar kompleks olduğunu yansıtır.10

Türkçe öğrenmeye çalışan yabancı olarak, niye yalan söyleyeyim, akrabalık terimleri hep bir türlü içinden çıkamadığım bir konu olmuştur. Ama bırakın Türkçe öğrenmeye çalışan yabancıları, akrabalık terimlerinin nüanslarını doğru bilmek Türk insanlarına bile bazen zor gelebilir! Örneğin, internette, “Evlenecek Çiftlerin Öğrenmesi Gereken Akrabalık Terimleri” başlıklı bir yazıda, “gelinin kocasının kız kardeşi”ne görümce dendiği, baldız adının ise, “damadın eşinin kız kardeşi”ne verildiği gibi bilgilerin açıklanmasının gereği duyulmuştur.11

Lider: Zirvedeki tek adam

Göka’ya göre, Türkiye’nin itaat kültüründe “itaat silsilesi”nin herkese belletilmesi can alıcı önem taşır. Buna bağlı olarak, özellikle aile bağlamında, herkes hiyerarşik bir düzen içinde yerini aldığı gibi, bu düzeni pekiştirmekte de rolünü oynar. T.C. Başkanlık Aile Araştırma Kurumu’nun Türk Aile Ansiklopedisi’nde bu durum şöyle açıklanır:

Akrabalık ilişkilerinde birbirini tamamlayan yetki ve sorumluluklar zinciri vardır ve yine akraba grubu içerisinde statü ve roller açısından hiyerarşik sıralanma vardır… Akraba grubu içerisinde en yaşlıdan en gence doğru ya da en bilgiliden en bilgisize doğru aralıksız telkin ve tavsiye mekanizması vardır… Terbiye ve eğitimde tüm akraba üyelerinin eşit yetki ve sorumluluklara sahip olduğu sosyal kontrol sistemi kurulmuştur. Çünkü kişisel hatalar veya başarılar tüm akraba üyelerine mal edilir. Bu nedenle yasaların ve geleneklerin reddettiği sapma davranışlara izin verilmez.12

Toplumsal tahayyül denen zihinsel arka plan, “diğerleriyle nasıl uyum” sağladığımıza dair sezgisel bir anlayıştır. O zaman Türklerin toplumsal tahayyülünde herkes yerli yerinde olup bütün ilişkiler ast üst düzeni içerisinde titizlikle cereyan etmelidir. Bu bağlamda Göka şu çarpıcı gözlemde bulunur:

Mevki-makam, rütbe-kıdem düşkünlüğümüz de itaat kültürümüzle ilintili. Askere bir gün geç gitmek, bir göreve diğerlerinden bir gün sonra başlamak bile çok olağan biçimde “kıdem sırası”nı belirleyiveriyor. Ağabey ya da abla, evde küçük kardeşine nasıl komut verebiliyorsa… işyerlerindeki kıdemliler de, mevzuat öyle öngörmediği halde, kendilerinde diğerlerine komut verme hakkı görüyor ve itaat bekliyorlar.13

Toplumsal tahayyül denen zihinsel arka plan, ‘diğerleriyle nasıl uyum’ sağladığımıza dair sezgisel bir anlayıştır.

Göka’ya göre, Türkiye’deki itaat kültürü “en büyük etkisini liderlik üzerinde gösterir.” Yukarıda işlenen bilgilere bakılırsa, itaat edilme yükümlülüğü ast-üst ilişkisi sırasına göre artar. Böylece en kesin şekilde itaat edilmesi gereken kişi en üstteki kişi olacak. Yani, lider. Türklerin toplumsal tahayyülünde liderin önemi ve yüceliği abartılamayacak kadar büyüktür. Bu kısa yazıda, ne yazık ki, bu konuyu etraflıca işlemem mümkün değil.14 Yine de bu konu elzem önem taşıdığından, Türk liderlik tahayyülünün başlıca imgelerine kısa da olsa bakmalıyız.

Lider uhrevidir, yani dünyevi değil, öbür dünyaya aittir: İzleyicilerin neredeyse tapası gelir. Göka bu durumun Türklerin liderlik anlayışının temelini oluşturduğunu söyleyerek hem Türklerin en eski inançlarına hem İslamiyet’in etkisine şöyle bağlar:

Türklerde liderlik bahsinde ilk bilinmesi ve diğer özellikleri değerlendirirken göz önünde bulundurulması gereken husus, Türklerde liderliğin uhrevi bir nitelik taşıdığıdır… mevki ve makamlar, Türkler için Gök-Tanrı’dan “kut” almakla, Allah’ın inayetiyle ilintilidir…bu mevki ve makama ulaşmış kişilerin uhrevi yollardan geçerek buralara geldiklerine [inanırız].15

İtaatin neredeyse ibadetle özdeşleştiği bu anlayışta, lider eleştirilmez: “yükselen her eleştirinin, ihanet eden çatlak bir ses” olarak kabul edilir.16

Ayrıca, lider baba imgesidir: Hem dıştan gelen tehditlerden korur hem halkının ihtiyaçlarını tatmin eder.17 Türkler için aidiyetin özü ailedir ve ailenin reisi, mutlak yetkiye sahip olan babasıdır.18 White bununla ilgili, “Aile reisi kuvvetle korur, ihtiyaçları tatmin eder, adalet sağlar ve şartsız kayıtsız itaat bekler” der.19 Bu baba imgesiyle devlete “devlet baba” denir ve ona kurtarıcı rolü yakıştırılır. Nitekim Türkiye’yi kurtaran Mustafa Kemal’e “ata” (Atatürk) unvanı verilmiş, Süleyman Demirel siyasete döndüğünde “Kurtar bizi Baba!” sloganı atılmıştı. Aynı zamanda, mutlak yetkiyle hüküm süren baba/lider keyfi davranır. “Patrimonyal bürokrasi” sayılan Osmanlı İmparatorluğu’nun iktidar tahayyülünde baba imgesi hakimdi.20 Patrimonyal sistemde iktidar seçim sonucu değil, miras olarak liderin eline geçer, yetki de “resmi olarak keyfi, doğrudan hükümdarın kişisel kontrolü altındadır.”21 Ara kurumlar ve yasal normlar olmaksızın, bir babanın çocukları gibi, “tüm Osmanlı vatandaşları… en yüksek yetki [yani padişah] ile doğrudan bir ilişki içindeydi.” Padişah da kendi iradesinin doğrultusunda –başka bir deyişle, keyfine göre– kanun yapar, insan topluluklarını oturdukları yerlerden ayırırak imparatorluğun başka bölgelerine yerleştirir, istediği insanın kişisel malvarlığını müsadere ederdi.22

Türk liderlik tahayyülünde lider rakipsizdir veya daha doğrusu, liderlik paylaşılmaz.

Üstelik, Türk liderlik tahayyülünde lider rakipsizdir veya daha doğrusu, liderlik paylaşılmaz. Şirkette olsun, spor veya siyasette olsun, hangi alanda olursa olsun, Türkiye’de “tek adam sendromu” baskındır. Yukarıda işlenen hiyerarşik yetki ve yönetim tahayyülüne bakılırsa, çoğul önderliğin tasvip edilecek bir durum olması pek beklenmez. Murat Yazan Türkiye’deki “tek adam” zihniyetini şöyle betimler: “Beynimizdeki küçük bir odada, minik bir koltukta bir adamcık oturur. Minik olduğuna bakmayın, hayatın neredeyse her alanını kaplar ve canımıza okur!”23 İktidarın paylaşılmamasının kökenleri erken Osmanlı dönemine kadar geriye gider. Bu konuda Findley şöyle bilgi verir:

... göçebe devletler topraklarını farklı mirasçılar arasında bölerdi. Osmanlılar ise çok erken dönemde bu uygulamayı bıraktı. I. Mehmet, kendisine bu konuda karşı çıkan Timur’a “Osmanlı padişahları başından beri... hükümette ortaklığı kabul etmeyi reddettiler” şeklindeki yanıtı vermiştir. Miras mücadelesinde kazanan kardeş her şeyi alırdı; kaybedenlerin öldürülmesi gerekiyordu.24

Son bir gözlem var: Lidere itaat edilmeyebilir. İtaatin sanki her şeyden önemli olduğu bir kültürde böyle şey olur mu? Olur. Olmasa makalenin girişini oluşturan “atlamak yasak” fıkrasına neden gülelim? Türklerin çokça önemsenen yetki ve itaatle olan ilişkisi biraz çelişkilidir herhalde. Türk kültürünü Türklere anlatmak görevini üstlenen değerli düşünür Erol Göka’nın bu durumla alakalı şu gözlemleriyle yazının bu kısmını sonlandıralım:

Ancak liderliğin, otoritenin, otoriteye itaatin ne kadar önemli olduğunu söylemekle Türklerin bu konudaki grup davranışlarının tam bir resmini vermiş olmayız. Türk grup davranışında otorite ve itaat bu kadar önemli olmasına rağmen, yeterince içselleştirilmiş değildir. İtaat edilmesine edilir ama bunun için bir emir olması gerekir… Liderler, yüz yüzeyken gerçekten olanca içtenlik ve açık yüreklilikle, kendilerinin yüzüne “Öl de ölelim!” diye bağıracak kadar bağlılık bildiren insanlar, gözlerinin önünden ıraklaştıklarında taleplerini yerine getirmedikleri zaman şaşmamalıdır. Bunun nedeni, otoritenin içselleştirilmemiş olmasıdır.25

İşte, yazının ilk bölümünde işlediğim kültürel özellikler sanki bir yandan besbelli, “burada bilmeyecek ne var?” diyeceğimiz kadar basit, öbür yandan ise, epey girift, bilinçaltımızın gizli ve güçlü akıntıları. Ayrıca, işlediklerimle ilintili örf-adet, utanç ve namus, bireyciliğe karşı ortak kimlik, statü, göstermelik vb. konulara doğrudan değinemedim. Ama yazının bu kısmını daha uzatmadan, Matta’ya geçmeliyiz.

Matta’da buyruk, buyruklara uymak, yetki ve önderlik

Kutsal Kitap’ta itaat kültürü var mı? Kesinlikle var. Eski Antlaşma’dan anlaşılacağı üzere Yahudilerin hayatları kurban merkezliydi. Sabah ve öğlen, yeni ayda, yılda bir, bayramlarda, günah işlendiğinde, dilek gerçekleştiğinde ve nice daha durumlarda kurbanlar sunulurdu. O zaman şu söz ne kadar da çarpıcıdır: “RAB kendi sözünün dinlenmesinden hoşlandığı kadar yakmalık sunulardan, kurbanlardan hoşlanır mı? İşte söz dinlemek kurbandan, sözü önemsemek de koçların yağlarından daha iyidir” (1Sa. 15:22). Yeni Antlaşma’da da imanlıların hayatlarını tanımlayan olgu yine sözdinlerlik. Böylece Matta’da İsa, “Göklerdeki Babam’ın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim, kızkardeşim ve annem odur” diyerek kilisenin Baba’ya itaat eden yeni bir aile olduğunu belirtir (Mat. 12:50). Yukarıda, “Göklerin Egemenliği’nin ‘kültürü’ önemli açılardan dünyada alıştığımız bütün kültürlerden radikal bir şekilde farklıdır” iddiasında bulundum. O zaman İsa’nın bizi çağırdığı itaat kültürünün radikal farkı nedir? Birlikte bakalım.

Tanrı’nın Egemenliği, herkesin en alt seviyeye inmesini buyurarak herkesi eşit kılar.

Dibe doğru yarış, dışarıdan içeriye geçiş

Hatırlarsınız, İsa öğrencilerine çarmıha gerileceğini bildirince Petrus O’nu bir tarafa çekerek azarlamıştı. Şimdiyse İsa Petrus’u azarlar, onun Şeytan’ın suç ortağı olduğunu ve tanrısal değil, insani bir zihniyet taşıdığını söyler (16:21-23).26 Bundan hemen sonra da öğrencilerine, “Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin” der (16:24). Açıktır ki, İsa’yla Petrus’un arasındaki çatışmanın sebebi çarmıhtı. Lidstone, çarmıh hakkında şu bilgileri verir: “Çarmıha gerilme özellikle köleler için olup, bir açıdan onlara gözdağı verme, ama daha da önemlisi kişiyi aşağılama amacını gütmesiydi... çarmıha gerilmenin başlıca amacı, tüm itaatsiz köleleri hak ettikleri aşağılanmaya ve utanca gark etmekti.”27

İsa çarmıha gerilmeye sadece razı olmadı: Utancı hiçe sayarak alçaltılmayı kucakladı. Göklerin Egemenliği’nin temel değer yargısı nedir? Alçakgönüllülük. Veya daha net bir şekilde ifade edecek olursak, başkalarının yararına kendimizi alçaltmak. Mesihsel tahayyülün temel bir değer yargısı, statü kaygısından sıyrılmaktır. Nitekim İsa, “Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı” (Flp. 2:6-7).

Böylece Matta’da İsa Göksel Egemenliği’nde büyük olmak için çocuk ve köle gibi olmak gerektiğini vurguladı. Sözgelimi İsa öğrencilerine, “Size doğrusunu söyleyeyim, yolunuzdan dönüp küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliği'ne asla giremezsiniz. Kim bu çocuk gibi alçakgönüllü olursa [birebir: kendini alçaltırsa], Göklerin Egemenliği’nde en büyük odur” ve “Bilirsiniz ki, ulusların önderleri onlara egemen kesilir, ileri gelenleri de ağırlıklarını hissettirirler. Sizin aranızda böyle olmayacak. Aranızda büyük olmak isteyen, ötekilerin hizmetkârı olsun. Aranızda birinci olmak isteyen, ötekilerin kulu olsun” dedi (Mat. 18:2-4; 20:25-27). Burada çocukların itaatkâr veya masum değil, marjinal ve nüfuzsuz olmaları söz konusuydu.28 Benzer bir şekilde, Roma İmparatorluğu’nda “[k]öle marjinal bir insandı, fiziksel olarak canlı ama toplumsal olarak ölüydü, toplumun ve evin kenarında bulunan yabancıydı, insan toplumuna aidiyeti yalnızca bir efendiye hizmet etmekten ibaretti.29 Ne kadar tuhaf. Saygınlık kazanmak için saygınlık kaygısından vazgeçmeliyiz. Richard Bauckham, “Tanrı’nın Egemenliği, herkesin en alt seviyeye inmesini buyurarak herkesi eşit kılar” diyor.30 İsa, öğrencilerini dibe doğru bir yarışa çağırır.

Gene, paradoksal bir şekilde, dışardakiler ötekileştirileceği yerde içeri alınır. Matta bu gerçeği çok çeşitli yollarla vurgular. Sözgelimi, Matta 18:2’de, öğrencilerin “Göklerin Egemenliği’nde en büyük kimdir” sorusuna karşılık, İsa “küçük bir çocuk çağırdı” (yani onların dışından) ve “onu orta yere” dikti (yani, içeri aldı). Gene, Matta Mesih’in soyağacına Yahudi olmayan ve/veya toplumca ahlaken ayıplanan kadınları dahil etmiştir (Mat. 1:3-6; Tamar, Rahav, Rut ve “Uriya’nın karısı,” yani Bat-şeva; bkz. 1Sa. 11). Matta, Yahudi olmayan Kenanlı kadın ve bir yüzbaşını “ideal” imanlı olarak sergiler (bkz. Mat. 15:21-28; 8:5-13). O kadar ki, İsa, yüzbaşının imanına hayran kalarak, “Ben İsrail’de böyle imanı olan birini görmedim. Size şunu söyleyeyim, doğudan ve batıdan birçok insan gelecek, Göklerin Egemenliği’nde İbrahim’le, İshak’la ve Yakup’la birlikte sofraya oturacaklar. Ama bu egemenliğin asıl mirasçıları dışarıdaki karanlığa atılacak. Orada ağlayış ve diş gıcırtısı olacak” dedi. İsa böylece Göklerin Egemenliği’nin “içerdeki” Yahudilerin öz malı olmadığını belirtmiş oldu. Nitekim, Matta’nın İsa öyküsünün vardığı nihai sonuç şu buyruktur: “Bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin” (Mat. 28:19, vurgu eklenmiştir).

Göklerin Egemenliği’nin toplumsal tahayyülü derin bir ilişki vizyonu barındırır: Statü kaygısından ârî bir halk.

Tekelci yetki, katılımcı yetki      

 Herkes “dibe doğru” yarışıyorsa, hiyerarşi ne olur? Matta’ya göre, imanlılar topluluğunun esas özünde, hiyerarşi yok olur. Sözgelimi aşağıdaki ayetlerde İsa, öğrencilerinin statü sever Ferisilerin aksine, hiyerarşik mevki zihniyetinden sıyrılmalarını buyurur:

Kimse sizi “Rabbî” diye çağırmasın. Çünkü sizin tek öğretmeniniz var ve hepiniz kardeşsiniz. Yeryüzünde kimseye “Baba” demeyin. Çünkü tek Babanız var, O da göksel Baba’dır. Kimse sizi ‘Önder’ diye çağırmasın. Çünkü tek önderiniz var, O da Mesih’tir. Aranızda en üstün olan, ötekilerin hizmetkârı olsun. Kendini yücelten alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir (Mat. 23:8-12).

Ama hiyerarşi olmayınca anarşi olmaz mı? Yetki olayı ortadan mı kalkar? Hiyerarşi yoksa, kim kime neden itaat eder? Her insan topluluğunda olduğu gibi kilisede de işlevsel olarak yetki, düzen ve yönetim gereklidir. Ama aynı zamanda, Göklerin Egemenliği’nin toplumsal tahayyülü derin bir ilişki vizyonu barındırır: Statü kaygısından ârî bir halk. Meşhur Yeni Antlaşma uzmanı Richard Bauckham, Kutsal Kitap düşüncesinde hiyerarşi karşısında eşitçiliğe yönelik bir eğilim olduğunu savunur. Bu eşitçiliğin sağlanması için iki strateji olduğunu da söyler. Kimi durumlarda hiyerarşik yapılara radikal bir şekilde karşı konulur, kimi durumlardaysa mevcut hiyerarşik düzenler pragmatik şekilde sürdürülerek dönüştürülür. Örnekleyecek olursak, Galatyalılar 3:28’de ilk stratejiyi görebiliriz: Toplumun tipik eşitsizlik ve ayrıcalık ilişkileri –Yahudi/Grek, özgür/köle, erkek/dişi– Mesih’te radikal bir hamleyle yok olur. İkinci stratejiyse, İncil’in hane halkı ilişkileri anlayışında sergilenir. Roma İmparatorluğu’nda toplumca beklenen hiyerarşik düzen pragmatik şekilde korunur. Aynı zamanda mevcut hane halkı kodlarındaki karı-koca, ebeveyn-çocuk ve efendi-köle ilişkilerinin doğası dönüştürülür: Herkesten Mesih’e yaraşan bir karşılıklı bağımlılık beklenir (bkz. Ef. 5:21-6:6).31

Zihniyetimiz hiyerarşik mevkii yok sayan bu vizyon doğrultusunda yenilendikçe yetki anlayışımız da değişir. Dikkatinizi yukarıda aktarılan ayetlerdeki “tek” kelimesine çekmek istiyorum: “tek öğretmeniniz var… tek Babanız var… tek önderiniz var.” Matta’da yetki, nihai anlamda, Mesih İsa’nın tekelindedir. Nitekim Matta’nın İsa öyküsü biz okurlarını şu büyük sona sürükler: “Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi.” (Mat. 28:18). İsa’nın kendisini kastetmek için tercih ettiği “İnsanoğlu” lakabı Daniel 7:13-14 ayetlerine bir gönderme olduğu gibi,32 Matta 28:18’de sözü edilen yetki de Daniel 7:14’ü çağrıştırır: “[İnsanoğlu’na] egemenlik, yücelik ve krallık verildi. Bütün halklar, uluslar ve her dilden insan ona tapındı. Egemenliği hiç bitmeyecek sonsuz bir egemenlik, krallığı hiç yıkılmayacak bir krallıktır.” Elçilerin ve erken dönem kilisenin yararlandığı Eski Antlaşma’nın Grekçe çevirisi olan Septuaginta’da bu ayetin son cümlesindeki “egemenlik” kelimesi Grekçe exousia –yani, yetki– ile çevrilmiştir. Septuaginta’nın bu ayetine gönderme olarak Matta 28:18’de aynı exousia kelimesi kullanılır. Bütün ulusların tapınacağı İsa Mesih bütün yetkiye sahiptir. İsa’nın yetkisine “tekelci yetki” desek yeri var. Sözlüğe göre tekelci, “bir şeyin tasarrufunu tek başına elinde bulunduran” anlamına gelir.

İsa’nın sahip olduğu yetki, o yetkinin kullanımının elçilere ve kiliseye nasıl devredildiği, Matta’nın önemli bir yapısal olgusudur.

Bütün yetki İsa Mesih’in takdirinde. Ama Matta’da İsa’nın bu “tekelci” yetkisinin yanı sıra, kilisenin “katılımcı” yetkisi de söz konusudur. İsa’nın sahip olduğu yetki, o yetkinin kullanımının elçilere ve kiliseye nasıl devredildiği, Matta’nın önemli bir yapısal olgusudur.33 Matta, öykünün 5-7. bölümlerinde İsa’nın Mesih olduğunu gösteren yetkili sözlerini sunar. O vaazın bitiminde de şu açıklamada bulunur: “İsa konuşmasını bitirince, halk O'nun öğretişine şaşıp kaldı. Çünkü onlara kendi din bilginleri gibi değil, yetkili biri gibi öğretiyordu” (Mat. 7:28-29, vurgu eklenmiştir.) 8-9. bölümlerindeyse, İsa’nın Mesih olduğunu gösteren yetkili işlerini sergiler. İsa’nın yaptığı dokuz mucizenin açıklandığı bu bölümlerde yetki konusu işlendiği gibi (bkz. 8:9; 9:6), İsa’nın halkı şaşırtan yetkisi vurgulanır: “Halk bunu görünce korkuya kapıldı. İnsana böyle bir yetki veren Tanrı’yı yücelttiler” (Mat. 9:8, vurgu eklenmiştir). İsa’nın yetkisinin vurgulandığı bu bölümlerden hemen sonra, “İsa on iki öğrencisini yanına çağırıp onlara… yetki verdi” sözlerini okuruz (Mat. 10:1, vurgu eklenmiştir).

Matta başka bir önemli gerçeği ortaya koyar: Kilise İsa’nın yetkisini önemli bir düzeyde topluluk olarak kullanır. Günah işleyen kardeş sorununu çözmek için başvurulacak nihai makam kilisedir. Nitekim İsa, öyle biri kendisini tövbe etmeye ikna etmeye çalışan birkaç kardeşi “dinlemezse, durumu inanlılar topluluğuna bildir. Topluluğu da dinlemezse, onu putperest ya da vergi görevlisi say” der (Mat. 18:17, vurgu eklenmiştir). Göklerin Egemenliği’nin anahtarları, bağlama ve çözme yetkisi de kiliseye ait (bkz. Mat. 16:18-19; 18:15-20).34 Osborne bu yetkinin anlamını şöyle yorumlar:

Anahtarlar ve bağlama/çözme mecazları muhtemelen müjdeleme ve öğrenci yetiştirme konularını bir araya getirir. Bu yetkiyle Petrus ve kilise İsa’nın öğretisini hem yorumlar hem duyurur, hem doğru doktrinin hem uygun davranışların ne olduğunu onaylar… Kilise yeryüzünde varlığını sürdürürken, arkasında işleyen göksel bir yetki mevcuttur. Kilise, hem Egemenliğin kapılarını Rab’be gelenlere açar hem Egemenliğin gerçeklerini Mesih’in yeni topluluğuna açar. Kilise bunları Tanrı’nın yönlendirişi ve yetkisiyle yapar.35

Son bir noktayı da kaçırmamalıyız. İsa bize,bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin” diye buyurduğunda, “Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin” dedi (Mat. 28:18-19, vurgu eklenmiştir). Kilise olarak böylesine büyük ve cüretkâr çağrıyı gerçekleştirme cesaretini nerede buluruz? İsa’nın nihai ve kapsamlı yetkisinde buluruz. İsa’nın her şeye egemen yetkisiyle bu devasa misyon başarısız olamaz.

Uygulama

İşte, iki ayrı itaat kültürüne yan yana baktık. İlginç benzerliklerin yanı sıra aralarındaki radikal farklar olduğu inkâr edilemez. Peki, bu bilgilerle ne yapabiliriz? Hristiyan eğitimi profesörü Howard Hendricks’in söylediği gibi, “Kutsal Kitap’a göre bilip de yapmamak bilmemek demektir.” Ama zihniyet ve toplumsal tahayyülle ilgili böyle bilgileri nasıl eyleme geçiririz? Bu zor hedefe nasıl ulaşırız? Yazının bu son bölümünde, kısmen de olsa, bu soruyu yanıtlamaya çalışacağım, önce kavramsal düzeyde, sonra bazı somut gözlemlerle.

Deve gütme sanatı

O zaman ilk önce bu zor hedefe ulaşmak için hangi evrelerden geçmemiz gerektiğine, kavramsal olarak, bakalım. Kanımca şu dört aşamadan geçmemiz –veya aralarında gidip gelmemiz– gerekir: tedirginlik, ciddiyet, somutlaştırma ve el yordamı.36 Bunlara kısaca bakarken bir benzetmeyi göz önünde tutalım: Tanıdık olmayan yörede yol bulmak zorunda olan biri olsun. Gitmesi gereken yere varmaya uğraşırken, neler yaşar?

Kilise yeni ailemizse, seçemediğimiz, normalde ilişkide bulunmayacağımız kişiler İsa’ya iman ettiğinde, bize kardeş olur.

Önce, hayatımız boyunca ailede, toplumda yaşadığımız kültürel alışkanlıkları değiştirmeye kalkarsak, doğal olarak, tedirgin oluruz. Hristiyan ruhsal danışman Paul Meier, “Gerçek sizi özgür kılacak ama önce sizi perişan edecektir” demiştir. Araştırma yaparken, Rab’be gelerek kiliseye devam eden, ancak sonra bazı konularda zorlandığı için uzaklaşan bir kişiyle konuştum. O bana, “Normalde yoldan geçen her insan benim hayatıma giremiyor…yani kilisenin kapısı yoldan geçen her insana açık ve bu normal bir şey, aslında olması gereken bir şey. Kilise için normal, ama benim için, normal değil” dedi. Kilise “yeni ailemiz”se, seçemediğimiz, normalde ilişkide bulunmayacağımız kişiler İsa’ya iman ettiğinde, bize kardeş olur. Bu durumda alıştığımız şekilde herkes “olması gereken yerinde” değil. Tanıdık olmayan yörede doğru yol bile tanınmaz olup tedirginlik yaratabilir. İşte deve, işte hendek! Doğal tepkimiz, niye yalan söyleyelim, vazgeçmektir.

Ama İsa öğrencisi için vazgeçmek bir seçenek değil. İsa bize, “Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur. Oysa yaşama götüren kapı dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır” diyor (Mat. 7:13-14). Öğrencilik yolu zaten zor. Kapının “dar” ve yolun “çetin” olmasını anlatan Grekçe kelimeler genelde sıkıntı ve zulüm kasteder.37 Yolcu, zulmün de yapıldığı yabancı yörede yol bulmak zorunda. Göklerin Egemenliği’nin bizi çağırdığı derin değişim bize tedirginlik çektirse bile, işin ciddiyetinin farkındayız. Çetin ama doğru yolu bulmak bir ölüm kalım meselesi: Yaşam veya yıkım söz konusu. Üstelik, bu yolu bulmak bir süreçtir. Ayette “bulanlar” olarak çevrilen kelime süreklilik kasteden şimdiki zaman partisibidir: Bu yolu bulmakta olanlar azdır. Keşfettim bitti diyemeyiz; aktif bir arayıştır bu. Bruner şu gözlemde bulunur: İsa burada “bize hayatımızın en önemli kararını vermemizi ve her gün vermeye devam etmemizi öğütler... Şimdiki zaman fiili, bu kapıyı bulmak ve bu yoldan yürümek için verilen günlük kararların altını çiziyor.”38 Yapılması gereken günlük kararlarımızla iş teorik olmaktan çıkar, somutlaşır: Bugün, burada yaşadığımız bu durumda nasıl davranmalıyız? İyi bilinen bir durumdayken kökten farklı bir şekilde davranmaya kararlı olduğumuz için, el yordamıyla ilerleyeceğiz. El yordamı burada, yaşanan somut durumla alakalı olarak dua etmek, Kutsal Yazıları ve kardeşleri dikkatlice dinlemek ve Ruh’un yönlendirişine güvenmek demektir. Tabii ki, Rab’be itaat etmek pek çok durumda bu kadar esrarengiz bir olay değildir. Ama burada söz konusu mesele, zihniyetimizi biçimlendiren derin kültürel yapılarının Göklerin Egemenliği’ne yaraşır biçimde nasıl değişebileceğidir.39

Bir iki gözlem

 Bu makalelerde yazdıklarıma bakılırsa, İsa’yı izlemek yapılamayacak kadar girift bir iş gibi gelebilir bize. Yanlış anlaşılmak istemem. Egemen Tanrı Mesih’te sahip olduğumuz lütfuyla bizi dönüştürür. “Barnaba, Antakya’ya varıp Tanrı lütfunun meyvelerini görünce sevindi” diyor Kutsal Kitap (Elç. 11:23). Yıllar yılı Türk kilisesinde Tanrı’nın lütfunun meyvelerini görme sevincine nail oldum. Aynı zamanda, niye yalan söyleyelim, Yeni Antlaşma’nın çoğu mektupları imanlıların Müjde’ye yakışmayan davranışlarını düzeltmeye yönelik ayetler içerir. O zaman sormalıyız: Türkiye Protestan Kilisesi, Türkiye’nin mevcut kültüründe yaşamaya devam ederken, Göklerin Egemenliği’nin değer yargılarını daha da benimsemek için neler yapabilir? Yabancı olarak bunu yanıtlamak, kesin öneride bulunmak, haddim değil. Ama kilisede yazarlık ve öğretmenlik yapan biri olarak fikir verici bir iki örnek vermezsem ruhsal ve düşünsel korkaklık etmiş olurum. O zaman siz değerli okurlarımın anlayışına sığınarak aşağıda Matta’nın kültürel uyarlanmasına ilişkin iki örnek paylaşacağım.

Canımız feda

Türkiye’de, Göka’ya göre, “mevki düşkünlüğü” baskındır, statüye büyük önem verilir. Göklerin Egemenliği’ndeyse, statüden vazgeçilir. Türkiye Protestan Kilisesinde statü tahayyülü nasıl değişebilir?

Türkiye Protestan Kilisesi, Türkiye’nin mevcut kültüründe yaşamaya devam ederken, Göklerin Egemenliği’nin değer yargılarını daha da benimsemek için neler yapabilir?

Önce statü kavramı üzerinde biraz duralım. Ergül, “Statü, bir kimseye toplumda başkalarının atfettikleri değerlerden oluşan bir kavramdır…[ve] daha çok saygıyla beraber bulunur.”40 der. Saygınlık bireysel mesele olamaz; bireyin çevresinden görülür. O zaman statü ve saygınlık arzuları bireyle grubun arasıyla ilgilidir. Sosyal merdiveni ne kadar tırmandığımız, sahip olduğumuz rütbe, grubun gözünde aşikâr olmalı. Neyle? Mümkün olduğu kadarıyla en zengin düğün, en seçkin marka, en lüks araba gibi şeylerle.41 Kilise bazındaysa statü kaygısının ayrıca tezahürleri olabilir: önderlik yapmak, vaaz vermek, tapınma yönetmek vb. hizmetler için seçilme beklentileri ve arzuları gibi.

Statü grubun bireyi nasıl algıladığıyla ilgilidir. Gruptaki varlığımız önemsenmeli. Statüden vazgeçmek varlığımızın yok sayılmasıdır. Statü güdüsü buna izin vermez. O zaman bu konudaki duygusal güdülerimiz nasıl eğitilir? Etkili öğretimin temel bir kuralı, bilinenden bilinmeyene doğru hareket etmektir. Peki, Türkiye’de iyi bilinen, oldukça olumlu çağrışım yapan feda duygusu var. Vatandan, bayraktan tut, takıma kadar, “canımız feda olsun” dediğimizde, toplu aidiyetimizin kişisel varlığımızdan daha önemli olduğunu dile getiririz.

Önerim şu: Kilisede elimizden geldiğince samimi bir feda duygusu olması için koşulları zorlayalım. İsa’nın şu ifadesi kilisenin tahayyülüne kazınmalıdır: “Aranızda birinci olmak isteyen, ötekilerin kulu olsun. Nitekim İnsanoğlu, hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi.” (Mat. 20:28, vurgu eklenmiştir.) Temel arzumuz grup içinde yükselmek değil, grup uğruna kendini harcamak olmalıdır. “Eh, bunlar ‘tahayyül’ümüzde nasıl kazınacak ki?” diyebilirsiniz. O sizin bileceğiniz bir iş! Toplumda feda duygusu nasıl gelişmişse, kilisede de gelişsin. O ayetleri ezberleyin ve ezberletin, derin derin düşünün, İsa’nın bu sözleriyle birbirinizi teşvik edin, uyarın, Matta 20:20-28’den esinlenen vaazlar verin, tiyatrolar yapın, şiirler yazın, ilahiler besteleyin vs. Yeter ki her şeyin Efendisi olan İsa’nın fidye olma gayreti kilisenin zihniyetini biçimlendirsin.42

Cuk diye oturan kardeşler?

Yukarıda, “herkes yerli yerinde” başlıklı bölümde, Erol Göka’nın “Türk toplumunda herkesin yeri… bellidir” şeklindeki tespitini kaydettim. Türkçe’nin akrabalık terimlerinin müthiş bir ilişkisel titizliği işaret ettiğine de dikkat çektim. Bu ilişkisel titizlik öylesine bir merak değil; aile ve toplumdaki güç ilişkilerini –kimin kime boyun eğeceğini– yansıtmaktadır. Göklerin Egemenliği’nin güç ilişkilerine gelince, İsa bize şöyle buyurur: “Bilirsiniz ki, ulusların önderleri onlara egemen kesilir, ileri gelenleri de ağırlıklarını hissettirirler. Sizin aranızda böyle olmayacak” (Mat. 20:25-26, vurgu eklenmiştir).

Görsel
Hill - my wife and my mother-in-law - kamu malı
My Wife and My Mother-in-Law; William Ely Hill; Kamu malı

O zaman kilisede düzen yok mu? Kimse kimseyi dinlemeden herkes ne isterse mi yapar? Kaos olmaz mı? Bunun cevabı, tabii ki, hayır. “Tanrı karışıklık değil, esenlik Tanrı’sıdır” (1Ko. 14:33). Yerel kiliselerde yetki kullanan önderler var. Sözgelimi, Pavlus’un Titus’a, “Bunları tam bir yetkiyle bildir, dinleyenleri isteklendir, günahlı olanları ikna et. Hiç kimse seni küçümsemesin” dediği gibi (Tit. 2:15), İbraniler yazarı da “Önderlerinizin sözünü dinleyin, onlara bağlı kalın” demiştir (İbr. 13:17). Ama buradaki fark, kilisede katı bir ast-üst düzeni içinde buyurgan bir itaat silsilesi söz konusu değil (veya olmamalı!). Matta’da öğrencilik yetki kullanmak değil, İsa’yı izleyerek Baba’nın isteğini yerine getirmek, günahtan kaçınmak, iyi işler yapmak, meyve vermek, içten doğruluk sergilemek gibi şeylerden ibarettir. Yerel bir kilisenin ayrıntılı düzeni nasıl olursa olsun, bu tür amaçları desteklemelidir. Kilisenin önderlik, yetki kullanıma, hizmet görevlerinin yapılması vb. faaliyetlerindeki ilişkilere dışarıdan bakıldığında, kimi durumlarda dünyadaki güç ilişkilerine benzeyebilirler. Sağdaki optik illüzyonlu resme baktığımızda ya genç kız ya yaşlı kadın görürüz. Benzer bir şekilde, kilise ilişkilerinde ya iktidar kurma arzusu ya fedakârca hizmet etme ruhu fark edilebilir.

Ama kilise hayatımızda derin ilişkisel düzenlilik arzumuz tamamen tatminsiz mi kalacak? Kilise realitesi doğru anlaşılırsa bu arzu tatminsiz kalmayacaktır. Kilisenin “ilişkisel düzeni” hiyerarşik statü ve kıdem kavramlarına dayanacağı yerde, Rab’bin bilge takdirine dayanır. Yazının bu kısmında göndermede bulunduğum Matta 20:20-28’de, iki öğrencinin statü hırsı ön plandadır. Okuyalım:

O sırada Zebedi oğullarının annesi oğullarıyla birlikte İsa’ya yaklaştı. Önünde yere kapanarak kendisinden bir dileği olduğunu söyledi. 

İsa kadına, “Ne istiyorsun?” diye sordu.

Kadın, “Buyruk ver, senin egemenliğinde bu iki oğlumdan biri sağında, biri solunda otursun” dedi. 

“Siz ne dilediğinizi bilmiyorsunuz” diye karşılık verdi İsa. “Benim içeceğim kâseden siz içebilir misiniz?”

“Evet, içebiliriz” dediler. 

İsa onlara, “Elbette benim kâsemden içeceksiniz” dedi, “Ama…”

Ama ne? “Ama sağımda ya da solumda oturmanıza izin vermek benim elimde değil. Babam bu yerleri belirli kişiler için hazırlamıştır” (Mat. 20:20-23, vurgu eklenmiştir). Ne kadar önemli bir nokta bu! İsa, “Yok öyle şey!” demedi. Tersine, mealen, “Şimdilik aramızda kimin hangi görev yapacağını merak etmeyelim. Babamın hepimiz için hikmetli bir planı var. O’na güvenelim” dedi. Yukarıda “kilise realitesi” tabirini kullandım. Hangi realite? Kilisenin tam anlamıyla bir bedene benzediği realitesi. Böylece Pavlus, “beden tek üyeden değil, birçok üyeden oluşur [ve]… Tanrı bedenin her üyesini dilediği biçimde bedene yerleştirmiştir” diyor (1Ko. 12:14, 18). Bu derin gerçek, Efesliler 4:7-16 ayetlerinde de işlenir. Pavlus, bedenin birliğini Efesliler 4:3-6 ayetlerinde vurguladıktan sonra, 4:7’de kilisedeki bireysel çağrılarımız konusuna yönelir: “Ama lütuf her birimize Mesih'in armağanı ölçüsünde bağışlandı.” Mesih, sevgi ve hikmetiyle, her birimizi düşünmüş, kilisenin geliştirilmesine ruhsal katkıda bulunmamız için de bize özel bir lütuf ölçüsü armağan etmiştir. Kilise olan beden de Mesih’e benzer olgunluğa doğru nasıl gelişiyor? “Her üyesinin düzenli [birebir: “ölçüsüne göre”] işleyişiyle” (Ef. 4:16).

Mesih, sevgi ve hikmetiyle, her birimizi düşünmüş, kilisenin geliştirilmesine ruhsal katkıda bulunmamız için de bize özel bir lütuf ölçüsü armağan etmiştir.

Kilise realitesi doğru anlaşılırsa, bütün kardeşlerin “olması gereken yerinde” olduğu da anlaşılır. Bu derin gerçek Türkiye Protestan Kilisesinin zihniyetinde nasıl pekiştirilir? Bunun yanıtını artık siz bulacaksınız. Yeter ki pekiştirilsin!

Sonuç

Müjde küçük çocukların anlayabileceği ve iman ederek sonsuz hayata kavuşabileceği kadar basit bir mesaj. Aynı zamanda Müjde ve imaları o kadar derin ki, tüm yüzyıllar boyunca bilginler hâlâ bunların derinliklerine inmeye çalışıyorlar. Bu yazıları yazmak benim için zor oldu. Alakalı önemli bazı konulara değinemedim. Soru soruyu açtı. Anlayışımın ne kadar sığ olduğunu defalarca fark ettim. Ama yazmak ne kadar zorsa, yaşamak en az o kadar zor. Zihniyetimizi Göklerin Egemenliği’nin doğrultusunda değiştirmesine değiştiririz, ama zor bir süreç bu. Kültürel alışkanlıklarımız genelde bizim açımızdan fark edilmez olur. Fark etsek bile, normalde kendi kültürel varsayımlarımızı eleştirmeye gerek duymayız. İliklerimize kadar işlenen kültürel alışkanlıklar hakikaten değişir mi? Değişebilmeli. Sonuç olarak, gerçek anlamda İsa’nın öğrencileri olacaksak, zihniyet değişmesinin zorluklarına göğüs germekten başka seçeneğimiz yok. Dile kolay ama nasıl becerebiliriz? Nasıl mı? Rab’be güvenerek. İsa bir seferinde eli sakat bir adama, “Elini uzat” dedi. O adamın yapamadığı şey zaten oydu! Ama Kutsal Kitap, “Adam elini uzattı” diyor (Mat. 12:13). Formül şu: Buyruk Rab’den, niyet bizden, mucizevi yapma gücü, gene, Rab’den gelir.

Rab’bin lütfuyla Egemenliği ıskalamayalım. Yakalamak için, imanla, elimizi uzatalım.

  • 1Bkz. Steven M. Bryan, Cultural Identity and the Purposes of God: A Biblical Theology of Ethnicity, Nationality, and Race (Wheaton, Illinois: Crossway, 2022).
  • 2İlhan Ayverdi ve Ahmet Topaloğlu, Misalli büyük Türkçe sözlük: asırlar boyu tarihî seyri içinde, 4. baskı (İstanbul:Kubbealtı Lugatı, 201 l), s. 846.
  • 3Erol Göka, Türklerde Liderlik ve Fanatizm (İstanbul: Timaş Yayınları, 2009), s. 106.
  • 4A.g.e.
  • 5Şerif Mardin, “Historical Thresholds and Stratification: Social Class and Class Consciousness”, Religion, Society, and Modernity in Turkey (Syracuse, New York: Syracuse University Press, 2006), s. 13.
  • 6Erol Göka, Türklerin Psikolojisi: Tarihin Ruhumuzda Bıraktığı Izler (İstanbul: Timaş Yayınları, 2008), s. 192.
  • 7Mardin, s. 13.
  • 8A.g.e.
  • 9David Crystal, Language Death (Cambridge, İngiltere, New York: Cambridge University Press, 2000), s. 61–62.
  • 10Karen Christensen and David Levinson, eds., Encyclopedia of Community: From the Village to the Virtual World (Thousand Oaks, Kalifornia: Sage Publications, 2003), s. 818.
  • 11Ebru Doğan, “Evlenecek Çiftlerin Öğrenmesi Gereken Akrabalık Terimleri”, Düğün.com, 09.12.2022,  https://dugun.com/tavsiye-ve-ipucu-kosesi/evlenecek-ciftlerin-ogrenmesi-gereken-akrabalik-terimleri-2054 > (04.03.2023 tarihinde erişildi).
  • 12Ahmet Maden, “Türkiye’de Akrabalık İlişkileri ve Türleri”, Türk Aile Ansiklopedisi, 1. Cilt (Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, 1991), s. 97–98.
  • 13Göka, Türklerde Liderlik ve Fanatizm, s. 106–7.
  • 14Bu konuyu derinlemesine incelemek için bkz. Göka, Türklerde Liderlik ve Fanatizm.
  • 15Erol Göka, “Türklerde Liderlik Makamı Uhrevi Niteliktedir”, Türklerde Liderlik ve Fanatizm (İstanbul: Timaş, 2009), s. 104.
  • 16Göka, Türklerde Liderlik ve Fanatizm, s. 108.
  • 17Göka, Türklerde Liderlik ve Fanatizm, s. 118.
  • 18Aidiyetin özünün aile olduğu hükmüyle ilgili olarak, 2006’da Türkiye genelinde yapılan araştırmada, “Nereye aitsiniz” şeklindeki soruya cevaben “yüzde yetmiş ‘aileme ve yakın akrabalarım[a] aidim’ dedi.” Bkz. Neşe Düzel, “Ülkede en güçlü ideoloji Özalcılık”, Radikal, 27.03.2006,  http://www.radikal.com.tr/turkiye/ulkede_en_guclu_ideoloji_ozalcilik-775717/ > (04.03.2023 tarihinde erişildi). Ailede annenin büyük önemi, tabii ki, göz ardı edilemez. Aynı araştırmada kadının konumunun ailenin “merkezi”nde olduğu saptanarak toplumda savunulan şu değer yargıları ortaya konulmuştur: “Kadının erkekle kamusal alandaki eşitliği büyük onay görürken, ev içerisinde eşitsiz bir konuma razı olması, ‘sadık eş-iyi anne’ rolünü oynaması talep ediliyor. Ailenin korunması, büyük ölçüde kadının bu ‘hamarat ve namuslu’ konumunda kalmasına bağlanıyor.” Bkz. Hakan Yılmaz, “Türkiye’de Muhafazakarlık: Aile, Cinsellik, Din”, Ekim 2012.
  • 19Jenny B. White, Money Makes Us Relatives: Women’s Labor in Urban Turkey, 1. Basım (Austin, Teksas: University of Texas Press, 1994), s. 66.p.
  • 20Şerif Mardin, “Power, Civil Society, and Culture in the Ottoman Empire”, Religion, Society, and Modernity in Turkey (Syracuse, New York: Syracuse University Press, 2006), s. 24.
  • 21Gordon Marshall and John Scott, “Patrimonialism”, A Dictionary of Sociology, 3. Düzenlenmiş Basım (Oxford, İngiltere: Oxford University Press, 2009); vurgu eklenmiştir.
  • 22Mardin, “Power, Civil Society, and Culture in the Ottoman Empire.”
  • 23Murat Yazan, “Zihnimizdeki Tek Adam”, Ortak Ses, 11.06.2022,  http://www.ortakses.com/zihnimizdeki-tek-adam-4681yy.htm > (04.03.2023 tarihinde erişildi).
  • 24Carter V. Findley, The Turks in World History (New York: Oxford University Press, 2005), s. 113.
  • 25Göka, Türklerde Liderlik ve Fanatizm, s. 114.
  • 26Bkz. Chuck Faroe, “Matta’nın İsa Öyküsünde Egemenliği Iskalamak: (1) Algı Bozukluğumuz”, e-manet, Sayı 64 (Ekim-Aralık 2021), s. 11-12. (Bundan sonra, “Egemenliği Iskalamak, 1”.)
  • 27Julyan Lidstone, Mordan Vazgeçmek (İstanbul: GDK, 2020), Kindle loc. 722.
  • 28O dönemde çocuklar sevilmediklerinden değil, zayıf oldukları ve çoğunlukla küçük yaşta öldükleri için toplumsal statü açısından kölelerle birlikte en altta görülürdü. Bkz. Bruce J. Malina and Richard L. Rohrbaugh, Social Science Commentary on the Synoptic Gospels (Minneapolis, Minnesota: Fortress Press, 1992), Kindle loc. 1907-8.
  • 29Warren Carter, Matthew and the Margins: A Sociopolitical and Religious Reading, The Bible & Liberation Series (Maryknoll, New York: Orbis Books, 2000), s. 404.
  • 30Richard Bauckham, “Egalitarianism and Hierarchy in the Bible”, God and the Crisis of Freedom (Louisville, Kentucky: Westminster John Knox Press, 2002), s. 124.
  • 31Bauckham, s. 118, 124-25.
  • 32Daniel kitabının Matta’nın üzerindeki etkisi konusunda, bkz. “Egemenliği Iskalamak: 1”, s. 13-14.
  • 33Held, Matta’da böyle bir “katılımcı yetki” anlayışının bulunduğunu, İsa’nın mucizelerinin anlatımının da buna dikkat çektiğini savunur. Heinz Joachim Held, “Matthew as Interpreter of the Miracle Stories”, Tradition and Interpretation in Matthew (Philadelphia: Westminster Press, 1963), s. 270–75.
  • 34Bağlama ve çözme yetkisi Matta 18’de kiliseye atfedilir. 16:18-19 ayetlerine ilişkin olarak Osborne Peter, “hepimiz için örnek bir öğrenciydi, bizim adımıza yetki verilen ve bu yetkiyi bize devreden kişiydi” diyor. Bkz. Grant R. Osborne ve Clinton E. Arnold, Matthew, Zondervan Exegetical Commentary Series on the New Testament, 1. Cilt (Grand Rapids, Michigan: Zondervan, 2010), s. 630–31.
  • 35Osborne ve Arnold, s. 629–30.
  • 36Bu bölümde işlenen kavramlar, önceki yazıda “Sarsıcı deneyimlerin eğitici etkileri” başlığı altında benzer bir şekilde ele alınmıştır. Bkz. Chuck Faroe, “Matta’nın İsa Öyküsünde Egemenliği Iskalamak: 3) Zihniyet Sorunumuz (2. Bölüm)”, e-manet, Sayı 69 (Ocak-Mart 2023), s. 16-18.
  • 37Jonathan T Pennington, The Sermon on the Mount and Human Flourishing: A Theological Commentary (Grand Rapids, Micihigan, Baker Academic, 2018), s. 272–74.
  • 38Frederick Dale Bruner, Matthew. A Commentary. Volume 1: The Christbook Matthew 1-12, Düzenlenmiş ve genişletilmiş basım (Grand Rapids, Michigan: Eerdmans, 2007), s. 350-351; vurgu eklenmiştir. Ayrıca bkz. Leon Morris, The Gospel According to Matthew, A Pillar Commentary (Grand Rapids, Michigan.: Eerdmans [u.a.], 1992), s. 175–76.
  • 39Son tahlilde, günlük hayatımızda Tanrı’nın isteğini basit siyah beyaz buyruklara indirgememeliyiz. Bunun yerine, günlük kararlarımızı Kutsal Kitap’ın bize çeşitli edebi türlerle açıkladığı öykünün bilincinde vermeye alışmalıyız. Bkz. Richard Bauckham, “Authority and Scripture”, God and the Crisis of Freedom (Louisville, Kentucky: Westminster John Knox Press, 2002), s. 50–77.
  • 40Hüseyin Fazlı Ergül, “Motivasyon ve Motivasyon Teknikleri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi 4, No. 14 (Güz 2005): 75.
  • 41Statü kaygısı ile göstermelik arasındaki ilişki için Bkz. Erol Göka, “Gösteriş ve Şatafat, Şanımızdan Mı?”, Türklerin Psikolojisi: Tarihin Ruhumuzda Bıraktığı İzler (İstanbul: Timaş Yayınları, 2008), s. 148–52.
  • 42Hiyerarşi ve fidye hakkında bkz. John H. Wilson, “The Serving Organization: Jesus vs. Hierarchy in Matthew 20:20-28”, Journal of Biblical Perspectives in Leadership 3, No. 2 (Yaz 2011): s. 91–98.
  • Telif Hakları © 2023
  • Chuck Faroe
  • Tüm Hakları saklıdır. İzin ile kullanıldı.
İlk yayınlama: e-manet Sayı 70 (Nisan - Haziran 2023), s. 5–18.