Kutsal Kitap’taki vaatler, Tanrı’nın halkı için özel bir anlam taşır. Tanrı, her şeye egemen, cömert ve tümüyle sadıktır. Böyle bir Tanrı’nın insanlara vaatte bulunması ve bu vaatleri yerine getirmesi harikulade bir şeydir.
Ancak Kutsal Kitap’taki vaatler konusunda sorunlar da olabilir. Bazen vaatlerin başlangıçtaki anlam ve içeriğini unuturuz; bize ait olmayan bu vaatlerin bize verildiğini kabul ederiz. Kutsal Yazılar’ın herhangi bir bölümünü yorumlarken – vaat içeren metinler dahil – şu soruları sormamız gerekir:
Bize ait olmayan bu vaatlerin bize verildiğini kabul ederiz.
Yazarın amacı neydi? Yorum yaparken ana soru asla, “Bu bölüm benim için ne anlama geliyor?” değildir. Ana soru, “Tanrı’dan esinlenmiş olan yazar (örneğin Musa, Yeşaya, Yuhanna, Pavlus v.s) yazdıklarıyla ne demek istiyor?” olmalıdır.
Bölümden anladıklarım, bölümün içeriğine uyuyor mu? Paragraftaki, bölümdeki ve nihayet metnin ait olduğu kitaptaki düşünce akışıyla uyuşuyor mu?
Metnin ilk muhatapları kimdi? İlk okuyuculara verilen mesaj neydi? Kimlerdi bu ilk okuyucular? Nerede yaşıyorlardı, durumları nasıldı?
Bir bölümden çıkardığımız anlam – vaatler dahil – o bölümün ilk muhataplarının çıkardığı anlamdan farklı olamaz.
Örnek olarak, Hristiyanların kendilerine mal etmekten hoşlandıkları iki Eski Antlaşma vaadine bakalım:
Yeremya 29:11 (“Çünkü sizin için düşündüğüm tasarıları biliyorum” diyor RAB. “Kötü tasarılar değil, size mutlu bir gelecek sağlayan esenlik tasarıları bunlar”) ayetindeki bu vaat, çok kez bireylere ilişkin kesin ve iyi tasarıları açıklamak için kullanılır. Başkalarını sıkıntılı durumlarda gelecek konusunda teşvik etmek için de kullanılır.
Ama bu ayetleri böyle kullanmanın birkaç sakıncası var. Konu İsrail’le ilgilidir. Bölümün muhatapları, sürgündeki İsraillilerdir. Hem o günkü durumlarını hem de geleceklerini merak ediyorlardı. Yeremya açıkça “geleceği” ve “umudu”, 70 yıl sonra Kutsal topraklara gerçekleşecek dönüşe bağlıyor (bkz. ayet 14). Bunu kendimize mal etmek için ne kadar istekli olursak olalım, bu vaat doğrudan bizimle ilgili değildir.
Aynı şey 2. Tarihler 7:14 için söylenebilir (“adımla çağrılan halkım alçakgönüllülüğü takınır, bana yönelip dua eder, kötü yollarından dönerse, gökten onları duyacağım, günahlarını bağışlayıp ülkelerini sağlığa kavuşturacağım”). İsrail’e verilen bir vaattir bu. İçeriği, (bkz. ayet 13) Tanrı’nın, itaat etmeyenlerin başına getireceği belalarla ilgilidir (kuraklık, veba, hastalıklar) ve insanların bu uyarıya kulak vermesini istiyor (alçakgönüllülük, itiraf, dua). İyileştirilecek ülke, İsrail’dir. Söz konusu olan iyileştirme, kuraklığın, vebanın, salgın hastalıkların sona erdirilmesidir. Kiliseye, Tanrı’nın bereketlerine kavuştuğu ülke için dua etmesini salık veren türden bir vaat değildir. Bu vaat doğrudan bizimle ilgili değildir.
Bu teşvik, vaatlerin doğrudan bizimle ilgili olmalarından kaynaklanmıyor.
Peki, Eski Antlaşma’da bulunan bu tür vaatlerin bizler için teşvik edici bir yanı yok mu? Elbette vardır. Ancak bu teşvik, vaatlerin doğrudan bizimle ilgili olmalarından kaynaklanmıyor. Buna karşılık, bu vaatler Tanrımızı daha iyi tanımamıza yardım ediyor ve O’nun karakteri hakkında öğrendiklerimizle teşvik oluyoruz.
Bu tür vaatler Tanrı’nın iyiliğini, bilgeliğini, sadakatini ve her şeye egemen olduğunu açıklar. Yeremya 29:11’i bir kez daha hatırlayalım. Bu özel durumda Tanrı’nın iyiliğini ve bilgeliğini görüyoruz –halkından anlamadıkları şeyleri yapmalarını isterken bile; örneğin, onları tutsak eden Babil için dua etmek gibi. Aynı zamanda Tanrı’nın her şeye egemen mutlak, güzel gücünü de görürüz. Tanrı, aklına estiği gibi, gelişigüzel hareket etmiyor; ama halkını geleceğiyle ilgili topyekün bir planı vardır. Gelecekte, çok yıllar sonra, olacaklara dair vaatlerde bulunur ve olayların gelişmesini öylesine düzenler ki, vaatleri yerine gelir. Belki de en önemlisi, Tanrı’nın, sözüne ne kadar sadık olduğunu öğreniriz. Verdiği vaatleri gerçekleştireceğinden emin olabiliriz.
Böylece birçok Eski Antlaşma vaadi doğrudan ve sahiplenmemiz için bize verilmemiş olsa bile, bizler için büyük bir teşvik kaynağıdır. Tanrımızın sözüne ne kadar sadık olduğunu bu sayede öğreniriz.